AK Parti-Gülen krizi ilk değil!
Abone olRuşen Çakır, ilk iki bölümünü kaleme aldığı Erdoğan-Gülen ilişkisini anlatan yazı dizisinin üçüncüsünü de yazdı.
"Ergenekon sürecinde yaşanan kimi kırılmaların bu
ittifaka gölge düşürdüğünü biliyoruz. Prof. Türkan Saylan olayı
bunlara bir örnektir ama hükümeti en çok zorlayan gelişmenin Ahmet
Şık ve Nedim Şener'in tutuklanmaları olduğu açıktır."
Bu sözler AK Parti-Gülen Cemaati ilişkisini yazı dizisiyle analiz eden Vatan yazarı Ruşen Çakır'a ait.
Özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya'nın başta Müsteşar Hakan Fidan olmak üzere eski ve yeni 5 MİT yöneticisini "şüpheli" sıfatıyla ifadeye çağırmasıyla patlak veren krizle birlikte, kimi zaman açık ama genellikle üstü örtülü bir şekilde dile getirilen, Gülen cemaatinin devlet içinde güçlü bir şekilde örgütlenmiş olduğu iddialarını yeniden tartışmaya açıldı.
Bu çerçevede AK Parti-Cemaat ilişkilerini analiz eden Çakır, "Yıllardır ülkenin gündeminde olan bu iddiaların AKP iktidarıyla birlikte daha da arttığını biliyoruz ama bu sefer yeni bir durumla karşı karşıyayız" diyor ekliyor:
İktidar partisi çevreleri, daha önce yaşandığı gibi bu
tür iddiaları yalanlama yarışına girmiyor; hatta bazen örtük, bazen
aleni bir şekilde Gülen hareketinin devlet içindeki unsurları
aracılığıyla hükümete politika dayatmak istediğinden şikayet
ediyorlar.
SORUN İLK DEĞİL
Çakır'a göre AK Parti hükümetiyle Gülen hareketi arasındaki "kendiliğinden ittifak"ta ilk kez sorun yaşanmıyor.
İşte Çakır'ın kaleminden daha önce yaşanan krizler ve perde arkası...
Yani MİT krizi bir bakıma, Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu'nun saptadığı gibi "bardağı taşıran damla" olmuştur. Her ne kadar bu ittifak en çok, askeri vesayeti tasfiyeyi hedefleyen Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalarda başarı göstermişse de en ciddi ihtilaflar da aynı süreçlere bağlı olarak yaşandı. Kimisi emekli, kimisi muvazzaf yüksek rütbeli bazı subayların soruşturmalara dahil edilmeleri ve/veya tutuklu yargılanmaları çerçevesinde yürütmeyle yargı arasında zaman zaman çıkan anlaşmazlıkları bu bağlamda değerlendirmek gerekir ki bunların son örneği İlker Başbuğ'un, devletin en tepesinden gelen itirazlara rağmen tutuklu olarak ve Yüce Divan'da değil Özel Yetkili Mahkeme'de yargılanmasıdır.
TÜRKAN SAYLAN
Ergenekon sürecinde yaşanan kimi kırılmaların da bu ittifaka gölge düşürdüğünü biliyoruz. Prof. Türkan Saylan olayı bunlara bir örnektir ama hükümeti en çok zorlayan gelişmenin Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tutuklanmaları olduğu açıktır. Konuyla yakından ilgilenen biri olarak, AKP'lilerin ezici bir çoğunun başından itibaren Şık ve Şener olayından ve buna bağlı olarak basılmamış kitapları toplatan ve gazetecileri yargı yoluyla susturmaya çalışan hükümet imajından son derece rahatsız olduklarını biliyorum. Bu imajın, AKP ve Erdoğan'ın Ortadoğu'da "rol model" olma iddialarına ciddi bir şekilde gölge düşürdüğünüyse hep birlikte gözlüyoruz.
Kürt ve PKK sorunlarının nasıl çözülmesi gerektiği konusunda da her iki kanadın, kimi zaman mutlak bir şekilde ortak hareket ediyor görünseler de çok farklı, hatta zıt görüşlere sahip olduklarını da biliyorduk ki son MİT krizi bu farklılıkların ne derece hayati olduğunu kanıtladı. Her ne kadar sonradan, savcının tek amacının KCK'ya sızmış bazı MİT unsurlarının yasadışı faaliyetlerini soruşturmak olduğunda ısrar edilse de MİT'çilerin davetiyle esas olarak hükümetin PKK ve Öcalan'la görüşme politikalarının masaya yatırılmak istendiği açıktır. Bu durum, hükümete yakın bazı kişilerin de vurguladığı gibi siyasetin üzerinde bir "yargı vesayeti" kurma arayışı olarak görülebilir.
MİT KRİZİ OLAĞANÜSTÜ ORTAMDA PATLAK VERDİ
MİT krizi olağanüstü bir jeopolitik ortamda patlak verdi:
Suriye'de iç savaşın ve buna bağlı olarak dış askeri müdahalelerin eli kulağında; İran nükleer krizi hiç de olumlu seyretmiyor; Irak'ın yeniden kaotik bir ortama sürüklenmesi muhtemel ve genel olarak bakıldığında Ortadoğu'da mezhep temelli yeni çatışmalar yaşanabilir. Ve AKP hükümeti, önceki siyasi iktidarlardan farklı olarak bu gelişmelerin hiçbirine karşı kayıtsız kalmak istemiyor, hatta bunların herbirine müdahil olmak arzusunda. Hal böyle olunca MİT'e son derece kritik görevler düşüyor.
FİDAN EN GÜVENİLİR İSİM
MİT deyince Hakan Fidan için ayrı bir parantez açmak lazım. Bu son kriz de gösterdi ki Fidan, gerek Cumhurbaşkanı Gül, gerek Başbakan Erdoğan, gerekse Dışişleri Bakanı Davutoğlu için asla vazgeçilmeyecek bir isim. Bunda başta İran sorunu olmak üzere sözünü ettiğimiz konulardaki donanımından ziyade, devletin tepesine vermiş olduğu güven duygusunun belirleyici olduğu açık. Özetle, güvenlik bürokrasisi içinde AKP iktidarının en güvendiği ismin Fidan olduğunu bu kriz bize bir kere daha gösterdi.
Öte yandan Mavi Marmara olayının ardından Erdoğan ile Gülen'in İsrail'e bakışlarında çok önemli farklılıklar olduğunu öğrenmiştik. Ayrıca Gülen cemaatine yakın yayın organlarında son dönemde Suriye ve İran konusunda çıkan haber ve yorumlara baktığımızdaysa hükümetin hayata geçirmeye çalıştığı dengeli politikaların epey uzağında, bu ülkedeki rejimlerin bir an önce alaşağı edilmesine yönelik yaklaşımların öne çıktığını görüyoruz.
YENİ İKTİDAR SAVAŞI
Yine de MİT krizinin ardında İsrail ve MOSSAD başta olmak üzere bazı yabancı ülkelerin veya kurumların doğrudan parmağını aramanın doğru olduğu kanısında değilim. Bu yaşanan krizden içerde ve dışarda çok kişi, kurum ve devlet istifade etmiş olabilir ancak buradan hareketle onların parmak izlerini bulmaya çalışmak fazlasıyla komploculuk olacaktır.
Çünkü bu kriz, Türkiye'nin son beş yılına damga vurmuş bir ittifakın çatırdamasının ve buna bağlı olarak yaşamaya başladığımız "yeni tür iktidar savaşları"nın doğal ama yine de şaşırtıcı bir sonucudur.