AK Parti - Cemaat kavgasının asıl sebebi bu!
Abone olOral Çalışlar, Radikal'deki yazısında çözüm sürecinin 'zaaf'larını ele aldı, AK Parti ve cemaatin çözüm süreci yüzünden koptuğunu ileri sürdü.
İNTERNETHABER.COM
Radikal yazarı Oral Çalışlar bugünkü
yazısında, çözüm sürecinin zaafları olduğunu ileri sürdü ve bu
zaafları irdeledi.
Çalışlar, AK Parti ve cemaati
koparan sebeplerden birinin, temelde 'çözüm süreci'
olduğunu ileri sürdü.
Çalışlar'a göre; çözüm sürecinin sağlıklı ilerleyebilmesi için,
'her iki tarafın da, bir önceki döneme göre, "birbirinin sözüne
daha güvenir" bir noktaya gelmelerinin şart olduğunu' ifade ederek,
"güven verici ortam yaratma hedefi"nin, her zamankinden daha çok
önem kazanmış olduğunu dile getirdi.
İşte o yazıdan çarpıcı satırlar:
AK Parti ile Cemaat arasındaki kopuşun belki de, tam
görünmeyen en ciddi nedenini, çözüm süreci
oluşturuyor.
Cemaat, Kürt sorununun güvenlikçi bir zihniyete teslim edilmesini
istiyordu. Sürecin öyle yürümesinden memnundu. Güvenlikçi ve
operasyoncu perspektif; Cemaat’in güçleri(yargı, emniyet)nin
etkinliğini artırıyordu. Hala da, daralan alanlarına rağmen,
gözleri bu “rol”de.
Sürecin her adımına muhalif bir tutum almaları; muhtemelen, bu alandaki üstünlüklerinin sona ermesi kaygısından ileri geliyor. 2011’deki KCK tutuklamalarının militanlığı da; aynı tercihlerin ürünü olarak analiz edilebilir.
"LAİK KESİMİ DE PARÇALAYAN ÇÖZÜM
SÜRECİ..."
Laik kesimde de, parçalanma ve kopuşların, geri plandaki en merkezi
dinamiklerinden birinin; çözüm hamlesi olduğunu söyleyebiliriz.
Örneğin: Onur Öymen, Kemal Anadol gibi CHP yönetiminden tasfiye
edilen isimler; en sert karşı çıkışları, Kürt meselesi üzerinden
yapıyorlardı, yapıyorlar.
Onur Öymen, hala Dersim katliamını bir "uygarlık projesi" olarak
savunmaya devam ediyor. Emine Ülker Tarhan'lar, Süheyl Batumlar;
Anayasa'da bir üst kimlik olarak “Türkiye Cumhuriyeti”
yurttaşlığının yer alması önerisine karşı çıkanların başını çeken
isimler. Kürt meselesi, aynı zamanda, bir Anayasa değişikliği
meselesi olarak, “turnusol kağıdı” olma özelliğini
koruyor.
"NİRENGİ NOKTASI"
Bu konu; son 10-15, yıldır aralıksız bir şekilde, demokrasi ve
özgürlükler konusunda, “nirengi noktası” olmaya devam ediyor. Çözüm
sürecinin başlamasından bu yana, ayrışmalar derinleşmeye ve
karmaşıklaşmaya devam ediyor. Göründüğü kadarıyla, daha da ciddi
ayrışmalarla yüz yüze geleceğiz.
İşte böyle olduğu içindir ki; süreci yürüten taraflar da, adım
atmakta, karşılıklı daha uzlaşmacı bir zemin yaratmakta
zorlanıyorlar. Kürt siyasi hareketi; laik, ulusalcı ve "solcu"
psikolojinin baskısı altında. AK Parti tarafı ise; milliyetçi
muhafazakarlığın, İslamcı hareket içindeki devletçi geleneğin
önyargılarıyla baş etmeye çalışıyor.
Bu tür olumsuz etkenlere, bölgesel ve uluslararası aktörler de
karışınca; çözüm konusunda adım atmak iyice zorlaşıyor. Sürecin
yükünü sırtlayan taraflar, gereken cesaretli adımları atmakta
güçlük çekiyorlar.
AYDINLAR BÖLÜNDÜ
Yakın tarihin iki mağdur kitlesinin (dindarlar ve Kürtlerin), bir
çözüm hamlesinde “ittifak yapmaya” karar vermeleri; Türkiye'yi
yöneten geleneksel iradeyi yerinden oynattı.
Sosyal ve kültürel dünyanın üzerinde bir hegemonya kurmuş olan “Cumhuriyetçi laik elit”te ve o eliti temsil eden bazı isimlerde; “bu çözüm ittifakıyla birlikte, hakimiyetlerinin eriyebileceği” endişesi oluştu. Çığırtkan bir dile kayanlar oldu. Kürtleri, uzlaşmamaları konusunda tahrik etmeyi, adeta görev olarak algılayan bir psikoloji de gelişti. Bunlar olurken; bazı Kürt siyasetçileri, anlaşılması kolay olmayan değişik dalgalanmalar içine girdiler.
Ne olursa olsun, şunları da görmekte yarar var: Devlete egemen mantık; Kürtlerin hakkını hukukunu reddederek daha fazla bir yol alınamayacağını, adım adım kavramaya başlıyor. Kürtler de; bölgenin yeni dinamik gücü olarak, Türkiye ile kurabilecekleri yeni ilişki içinde, daha özgür ve daha zengin bir hayat kurabileceklerine ilişkin analizler içindeler.
Ancak, yolun mayınlarla döşeli olduğu, bir
gerçek.
DAHA UZLAŞMACI
YAKLAŞIM
Kürt siyasi hareketinin de, devletin de; bu riski görüp, daha
uzlaşmacı, daha kanaatkar, daha “çözümden yana” bir çizgi
izlemeleri şart.
"EĞER PKK ÇITAYI ÇOK
YÜKSELTİRSE..."
Eğer ki, PKK çıtayı çok yükseltir, devletin kabul edemeyeceği
taleplerle ortaya çıkar ve ısrarcı olursa; işler sarpa sarabilir.
Bu ihtimali küçümsememek gerekiyor. Türkiye'nin içinde ve dışında;
PKK'yi, bu noktada teşvik eden, bir çatışma ortamından çıkar
bekleyen geniş çevreler olduğu açık.
Aynı şekilde, devleti ve de süreci yürüten hükümeti, milliyetçi bir baskı altına alarak, seçim sürecinin popülist çıkarlarına hapsederek, geri adım attırmak isteyen güçlerin varlığını da kimse inkar edemez.
İki tarafın da, bir önceki döneme göre, “birbirinin sözüne daha güvenir” bir noktaya gelmeleri şart. Bu nedenle, “güven verici ortam yaratma hedefi”, her zamankinden daha çok önem kazanmış bulunuyor.
"DAHA FAZLA YÜK..."
Barış, büyük ve zor bir proje. Savaş ise, masayı devirdiğin an
hemen yürürlüğe koyabileceğin “kolay” bir tercih.
Şu açık: Kürt siyasi hareketine de, AK Parti hükümetine de, Öcalan'a da, Erdoğan'a da daha fazla yük binecek... Denklemler giriftleşecek, aktörlerin hedeflerini tahlil etmek zorlaşacak. Bu bağlamda, gazetecilerin ve aydınların da işi kolay olmayacak.