AK Parti ANAP'ı taklit ediyor
Abone ol'Hem söylem hem icraatlarıyla tek Merkez Sağ parti ANAP'tır' diyen Yılmaz, AKP'nin kendilerini taklit ettiğini söyledi.
İki yıllık suskunluğunu AKŞAM için bozan Mesut Yılmaz 'AKP, 1.5
yıldır ekonomi, sosyal, dış ve AB politikalarında tümüyle bizim
yaptığımızın aynısını yapıyor. Doğrudur. Popülizme kaçarlarsa
desteği kaybederler' diyor
'Gerçek anlamda hem söylem hem icraatlarıyla tek Merkez Sağ parti
ANAP'tır. Toplum, AKP'yi Merkez Sağ'da algılama eğiliminde. Ancak
AKP yol ayrımında. Kabul görmüş ilkelere ters düşerlerse, eğilim
tersine döner' Eski başbakan, ANAP'ın eski lideri Mesut Yılmaz ile
Beykoz Konakları'ndaki evinde konuştuk.
Yılmaz, iki yıldır gazetecilerin sorularını yanıtlamıyordu.
'Merkez Sağ'da Tapu Kavgası' konulu yazı dizimiz üzerine
'konuşmama' kararını iki saatliğine askıya alıp sorularımızı
yanıtladı.
- Sağ ve Merkez Sağ farklılığı?
YILMAZ: Türkiye'deki siyasi yelpaze anlayışı ile dünyadaki siyasi
yelpaze kavramı birbiriyle örtüşmüyor. Bunun en bariz göstergesi
ekonomi politikası. Türkiye'de sağ partiler halen ekonomik anlamda
sağ bir parti olmanın gerekli özelliklerini taşımıyorlar.
Türkiye'de maalesef devletçi anlayış; gerek karma ekonomi adı
altında, gerek devletçi politikalarla o kadar özdeşleşmiş ki,
zihinsel bu dönüşümü siyasete henüz yansıtabilmiş değil.
- Merkez Sağ diye baktığınızda?
YILMAZ: Merkez Sağ diye baktığınızda aslında literatürde ekonomide
devleti tamamen dışlayan sağ anlayışlar devletin bir düzenleyici
denetleyici bir faktör olarak, ekonominin önemli unsuru olarak
benimseyen sosyal demokrasiye yakın bir bölümünü anlamak gerekir.
Ama Türkiye'de bu tanımlamaların hiçbirisi mevcut partilerin,
söylem demiyorum ama icraatlarına uymuyor.
MERKEZ SAĞ PARTİ ANAP
- ANAP'ı burada nereye koyabiliriz?
YILMAZ: ANAP icraat ve söylem olarak tipik bir Merkez Sağ
partisidir. Belki de ANAP, biraz bu tutarlılığının kurbanı
oldu.
- İcraat ve söylemiyle tutarlı olmanın faturasını mı
ödedi?
YILMAZ: Evet. Çünkü, Türkiye'de Merkez Sağ parti denilince aslında,
demin dediğim gibi, ekonomide devleti tamamen dışlamayan ama
düzenleyici denetleyici bir güç olarak benimseyen esas itibarıyla
serbest piyasa ekonomisini benimsemiş bir şeyin anlaşılması lazım.
Merkez Sağ ve sağı birbirinden ayıran faktör aşırılıklara olan
mesafesidir. Merkez sağ; aşırılıklara tamamen kapalı.. Sağ ise
aşırılıkları belli ölçüde içinde barındırabilen, daha toleranslı
partilerdir.
- Bu anlamda AKP, Merkez Sağ'da mıdır?
YILMAZ: Partilerin bu tür sınıflandırılmasında kendilerini ifade
etmelerinden daha önemli olan husus, toplumun onları nasıl
algıladığıdır. Türk toplumu son iki seçimde gösterdi ki, AKP'yi bir
Merkez Sağ parti olarak algılama eğilimindedir.
- Algılama eğiliminde'dir diyorsunuz?
YILMAZ: Evet. Ama bundan sonraki tayin edici faktör, AKP'nin tutumu
olacaktır. Bunu derken, söylemini, programını kastetmiyorum. Orada
önemli olan kadro ve icraattır.
- Kadrodan kastınız?
YILMAZ: Bir partinin gerçek Merkez Sağ parti olup olmadığını ortaya
koyacak önemli kriterlerden biri, sorumluluk mevkilerine getirdiği
kişilerle ilgilidir. Eğer bu kişiler bazı aşırılıklara açıksa,
genel kabul gören bazı ilkelere ters düşüyorlarsa o zaman o
partinin Merkez Sağ niteliği zarar görür. Bana yurtdışında AKP'yi
soruyorlar. Ben; 'AKP şu anda bir yol ayrımındadır. Ya kökeni olan
eski çizgisinde dönecek ve Merkez Sağ parti olma umutlarını boşa
çıkarıp küçülecektir.. Ya da gerçek bir muhafazakar kitle partisi
olma yoluna girecektir. O takdirde yelpazedeki yerini sadece
iktidar yıpranması oranında muhafaza edecektir' diyorum.
- AKP niçin ilgi gördü? Yılmaz'a, Bahçeli'ye, Ecevit'te
tepkiden mi? Programından mı? Tayyip Erdoğan rüzgarından mı? Bu AKP
için sağlıklı mıdır?
YILMAZ: Hiç şüphesiz ki AKP açısından güven verici bir gelişme
değil. Buradaki temel çelişki şudur. Türk seçmeni; 2002
seçimlerinde iktidar partilerini yani DSP'yi, ANAP'ı, MHP'yi ve
hatta ana muhalefet partisini, tümüyle parlamenter sistemi
oluşturan tüm partileri bir anlamda siyasi arenanın dışına taşıdı.
Ve değişime açık, farklı ve yeni olduğu imajını veren bir partiyi
büyük bir oy oranıyla iktidar yaptı. Ama bu parti 1.5 yıllık
iktidarında sadece ekonomi politikasında değil, AB ilişkilerinde,
dış politikada, sosyal politikalarda, tümüyle Türk seçmeninin
cezalandırdığı daha önceki hükümetin politikalarını aynen devam
ettiriyor.
NE YAPTIYSAK O...
- Yani, icraatlarını beğenmediklerini cezalandırıyor.. Seçtiği
parti de, cezalandırdıklarının politikalarını devam ettirdiği için
ödüllendiriyor?!
YILMAZ: Aynı politikayı devam ettiriyor. AKP bana göre doğru olan,
Türkiye'nin geleceği açısından kaçınılmaz olanı yapıyor. Bu
politikalarda ısrarlı olduğu sürece acaba aynı toplumsal desteği
aynı siyasi desteği sürdürebilecek mi sürdüremeyecek mi bunu
göreceğiz. Bunun alternatifi AKP'nin popülist politikalara
sapmasıdır. Genel politikaları çok fazla etkilemese de zaman zaman
bazı işaretleri ortaya çıkıyor. Ama popülizme saparlarsa, bence bu
AKP'nin arkasındaki desteği de önemli ölçüde ortadan kaldırır.
- Seçmen partilerin programına mı yoksa liderine mi
bakıyor?
YILMAZ: Tabii ki seçmen kendi kafasında bunların birbiriyle uyumlu
olup olmadıklarını da belli ölçüde araştırıyor ama ağırlık faktörün
hep liderden yana olduğunu düşünüyorum.
- Buna 'maalesef' demek ihtiyacı duyar mısınız?
YILMAZ: Tabii ki duyarım. Bu Türkiye'deki siyasetin
kurumsallaşmasını ve siyasetteki siyasette kadro anlayışının da
yerleşmesini engelleyen en önemli faktörlerden birisidir. Lider
seçmen gözünde çok öne çıktığı için, beklentilerinin çözümü de hep
liderden beklenir. Halbuki hiçbir lider beklentileri karşılayacak
yetenekte olamaz. Bu mutlaka uyumlu bir sadece geçerli bir program
değil aynı zamanda uyumlu bir kadro gerektirir. Her şeyi lidere
odaklayan bir anlayış aslında bu gelişimi de engelliyor.
- Çizdiğiniz çerçeveye göre, seçmen eğilimlerinde bir değişim
mi sözkonusu?
YILMAZ: Bence sadece son 10-20 yılın değil siyasetin hiç değişmeyen
kuralı seçmenin günlük gailelerle tercihte bulunmasıdır. Oysa
Türkiye gibi çok büyük gecikmelerin yaşandığı bir ülkede
siyasetçiden beklenen, günlük gailelerin ötesinde, çoğunluk günlük
politikalarla çelişen uzun vadeli doğruları bulup
gerçekleştirmektir. Bu ikisi, yani halkın günlük beklentileri ile
Türkiye'nin uzun vadeli gerekleri Türkiye'deki siyasetçinin en
önemli ikilemidir. Ve Türkiye'de siyaset yapan herkes bu ikilem
karşısında bir tavır almak zorundadır. Ya halkın beklentileri
doğrultusunda popülist çizgiye girecektir veyahut da siyasi rant
hesabını aşarak uzun vadeli doğrular peşinde olacaktır. İşte
AKP'nin asıl karşı karşıya bulunduğu sınav da budur.
POPÜLİZMİN DİRİLİŞİ
- Kişisel olarak özeleştiri yaptınız mı?
YILMAZ: Ben mizaç itibarıyla özeleştiriye çok yatkınım.
Özeleştiriyi sadece belli dönemlerde değil her zaman yapmayı adeta
alışkanlık haline getirmiş bir insanım. Geriye dönük olarak daha
genel bir özeleştiri yaptığım zaman şunu görüyorum: Bugün AKP'nin
karşı karşıya olduğu ikilem, aslında Türkiye'de yönetim sorumluluğu
üstlenen her siyasinin şu veya bu dönemde karşı karşıya olduğu bir
ikilemdir.
- Bu ikilemi biraz daha açar mısınız?
YILMAZ: Türkiye'de kurumlaşma düzeyi çok düşük, toplumun
beklentileri de çok yüksek ama ülkenin kaynakları sınırlı olduğu
için, siyasetçiler ya gelecek kuşakların sırtından popülizm yapmak
ya da bugünkü kuşaklara fedakarlık yükleyen rasyonel politikalar
uygulama şıklarıyla karşı karşıyadır. Hiçbir toplum fedakarlık
ödemekten hoşlanmaz. Hele Türkiye gibi çok hızlı bir gelişme süreci
yaşayan çok dinamik bir toplumdan fedakarlık isteyen politikacının
bundan kazanç sağlaması mümkün olmaz. Bunu zamanında Özal da
denedi, hatta bir ölçüde başarılı da oldu ama bir süre sonra tabii
ki diğer politikacıların da büyük katkılarıyla toplumdaki popülist
anlayış yeniden ön plana çıktı. 1990'lı yıllar popülizmin yeniden
dirildiği bir dönemdir.
BEDEL ÖDEMEYİ GÖZE ALMAK
- Siz popülizme meyletmediniz mi?
YILMAZ: Kişisel olarak hiç popülist politika yapmadım. Bedelini
ödemeyi de baştan göze aldım. Bence, ikisini bir arada yapabilmek
de mümkün değil. Yani Türkiye'de hem popülizme kapalı, ülke
açısından doğru olan rasyonel politikaların gerektirdiği radikal
değişimleri reformları gerçekleştirmek. Ama aynı zamanda da siyasi
açıdan rant sağlamak bence mümkün değil. Onun için burada bana
göre, bu tespit siyaset açısından pek hoş tespit olmayabilir ama
benim samimi inancımdır. Burada politikacılar kendilerine toplumun
sağladığı avans süresi içerisinde, ülkenin imkanlarının yettiği,
kendi yeteneklerinin sağladığı kadar doğru politikalarla
Türkiye'nin değişimine katkıda bulunmak zorundadır. Bunun, mümkün
olduğunca ayakta kalmayı amaçlayan politikacılar için
gerçekleştirilmesi mümkün değil.
- Fedakarlığı gerektiren bir konu değil mi?
YILMAZ: Evet. Bunu ancak, fedakarlığı göze alan siyasetçiler
yapabilir. Türkiye'de, 1960 yılından sonra üçüncü defa seçim
kazanan hiçbir iktidar yoktur. 1960 öncesi çok partili demokrasinin
henüz tam yerleşmediği özel bir dönemdi. 1961 Anayasası'ndan sonra
siyasetin yeni kurallarla yapıldığı dönemde üçüncü seçim kazanan
hiçbir iktidar yok.
ŞAPKA ÇIKARMAK GEREK
- Hükümetlerin vadesi belli mi yani?
YILMAZ: Türkiye'de siyasetçiler ne kadar başarılı olurlarsa
olsunlar, kendilerine tanınan avans süresi iki dönemle sınırlıdır.
Bu iki dönem içerisinde bu iki dönemi eğer üç döneme uzatma
başarısını gösteren siyasetçiler olursa ve bu siyasetçiler
hakikaten gelecek kuşakları aşırı fedakarlığa aşırı yoksulluğa
borçlanmaya sürüklemeden bunu başarıyorlarsa, buna da saygı duymak
hatta, şapka çıkarmak gerekir. Ama eğer Türkiye'nin geleceğini feda
etmek pahasına sadece ayakta kalmak için popülist politikalarla bu
sağlanıyorsa o zaman toplumu uyarmak gerekiyor.
- Mesut Bey, kişisel olarak siz 'zor yolu tercih ettiğim için
gelinen nokta sürpriz değil. Ama ben vazgeçseydim siyasetten
kendime saygım kalmazdı' mı diyorsunuz? Doğru mu
anlamışım?
YILMAZ: Doğru anladınız. Ben bunu 90'lı yılların ortasında gördüm.
Ondan sonra 90'lı yılların ikinci yarısında iki defa daha hükümet
olma fırsatı doğdu ama ikisinde de maalesef tek başıma iktidar
imkanına sahip değildim. Birisinde azınlık hükümetiydim,
ikincisinde koalisyonun üçüncü ortağıydım. O şartlar altında, o
konumda yapabileceğim azami katkıyı yaptığımı düşünüyorum. Eğer
aynı dönemde, yani ben bu muhasebeyi yaptıktan sonra bana tek
başıma iktidar olma fırsatı çıksaydı, bunu çok daha ileri
boyutlarda gerçekleştirebilirdim ama akıbetim farklı olmazdı. Yine
doğru politikaların bedelini öderdim.
- Bugün merkez sağda yeni arayış içinde olanların şansları var
mı?
YILMAZ: Siyasette her zaman herkesin şansı vardır. Çünkü siyaset
Türkiye'de çabuk değişebilen dinamik bir olay. Ama dediğim gibi
burada diğer oyuncuların şanslarını geniş ölçüde belirleyecek olan
faktör, şu anki baş aktörün (AKP) tutumu olacaktır. AKP, toplumun
kendini nasıl bir parti olarak algıladığını ve algılamak istediğini
doğru tespit eder, buna uygun icraat ortaya koyabilir, bu icraatı
gerçekleştirecek doğru kadrolarla çalışırsa bu alan daralır. Yok
eğer AKP asıl çekirdek kadrosunun ağırlık kazandığı bir çizgiye
saparsa o zaman bu alan genişler.