Ahmet Türk'ün referandum kararı
Abone ol12 Eylül'de Diyarbakır Cezaevi'nde olan mağdurlardan Ahmet Türk, o dönemde yaşadıklarını anlattı. Bir de referandum rengini açıkladı.
12 Eylül'de Diyarbakır Cezaevi'nde olan mağdurlardan, kapatılan DTP'nin siyasi yasaklı Lideri Ahmet Türk, yaşadıklarını anlattı.
Anlatırken sesi titreyen Türk, Başbakan'ın bir insan olarak duygusallaşmasını doğal gördüğünü belirterek, "Ama bütün darbelerin mağduru en fazla Kürtler olmuştur ve en fazla acıyı onlar yaşamıştır. Önemli olan bütün bunları görerek gerçek bir demokrat olmanın tavrını göstermektir" dedi.
12 Eylül darbe sürecinin vahşetinin zirveleştiği Diyarbakır Cezaevi'nde kalan kapatılan DTP'nin siyasi yasaklı Lideri Ahmet Türk, referandum, 12 Eylül tartışmaları, çatışmalar ve Hewler ziyaretine ilişkin soruları yanıtladı.
AHMET TÜRK'ÜN REFERANDUM OYU
* Referandum süreci başladı, bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabii ki referanduma sunulan pakete baktığınızda Kürtlerin beklentilerine cevap verebilecek, Kürt sorununun çözümüne zemin hazırlayacak bir paket olmadığını görüşüyoruz. Bu bir gerçek, ama tabii siyaset, neyi talep etmemiz gerektiğini gündeme taşırmamız gereken bir alan. Bu alanın çok ciddi ve gerçekçi kılınması gerekiyor. Partimizin açıkladığı karar boykottur. Ben bugün yasaklı da olsam partimin aldığı kararlara bağlıyım. Bu kararları yaşama geçirmek için çaba gösteririm. Yalnız şunu da görmemiz gerekiyor. Bugünkü Anayasa Mahkemesi'nin yapısını göz önünde tutarsak, yarın beklenti içinde olduğumuz maddeler geldiğinde bu anayasanın bu mantığı ve yapısıyla nasıl gerçekleşebilir. Bunu tartışmalıyız.
Diyelim ki yarın bir anayasa değişikliği gündeme geldi, bu anayasa mahkemesi olduğu zaman 'anayasanın temel ilkelerine aykırıdır' diye geri çevirir. Yeni bir anayasanın yapılmasını beklerken, öte yandan bu anayasa değişiklikleri TBMM'de kabul edildiğinde bu değişikliklerin yarın anayasa mahkemesinde iptal edilmemesi için de bazı formüllerin geliştirilmesi gerekiyor. Ama başta da söylediğim, sonuçta tatmin edici bir gelişme olmadı, birçok konuda önerilerimiz, arkadaşlarımızın sunduğu öneriler dikkate alınmadı, bunlar reddedilince bu mantığı desteklemeyi arkadaşlarımız doğru bulmadı. Ben de yıllardan beri bu siyasetin içindeyim, partimizin aldığı kararları hayata geçirmede üzerimize önemli görevler düşüyor.
BDP'NİN ÖNERİLERİ DİKKATE ALINMADI
* BDP'nin önerileri dikkate alınmadığı gibi yok sayıldı. En son iki gün önce Başbakan Erdoğan "bize kimse öneri getirmedi" dedi ve bu yaklaşımı sürdürüyor. Başbakan'ın, AKP'nin Kürtleri yok saymasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
O sürecin içinde yoktum. Ama arkadaşlarımızın yaptığı açıklamalar var. Anayasanın 42. ve 66. maddelerinin değiştirilmesi için önerileri olduğunu biliyorum. Bu maddeler çok önemli. 42. maddenin anadilde eğitimin serbest bırakılması yönünde değiştirilmesi istendi. 66. madde de herkes Türk sayılıyor, bunun değiştirilerek herkesin Türkiyeli olduğu şeklinde bir öneri sunuldu. Herkesi kucaklayacak bir anlayışın ortaya çıkması için taleplerimiz oldu. Adaletin sağlanmasına engel olan seçim barajı, TMK, haksız yere tutuklanan arkadaşlarımız, belediye başkanlarımızın serbest bırakılması gibi talepler oldu. Getirdiğimiz bütün talepler makul önerilerdir.
Şimdi demokratik siyasetten beklentiniz var, ama demokratik siyasetin içindeki insanları alıyorsunuz. Ben bunu her zaman söylüyorum. Dünyanın neresinde bir partinin 2 bin yöneticisini alırsanız o partinin siyaset yapma şansı kalmaz. Buna rağmen siyaset yapmaya çalışıyoruz ve demokratik siyaseti önemsiyoruz. Demokratik siyasetin güçlenmesi için çaba sarf ediyoruz.
DARBELERİN MAĞDURU KÜRTLER OLMUŞTUR
* Bu referandum meselesine dönersek, bir 12 Eylül tartışmasına dönmüş durumda. En son Başbakan Erdoğan 12 Eylül mağdurlarını anarken ağladı. Kim 12 Eylül'de acı çekmiş kim rantını yemiş tartışması başladı. Siz o dönemin mağduru olarak nasıl değerlendiriyorsunuz bu olup biteni?
Gerçek şudur ki her zaman darbelerin mağduru Kürtler olmuştur. En büyük acıyı ızdırabı Kürtler yaşamıştır. Herkes 12 Eylül'ün mağduru görünüyor. 12 Eylül'de Diyarbakır Cezaevi'nde uzun süre kaldım. En büyük mağduriyeti bizler yaşadık. Tabi ki Mamak ve Metris'te de insanlık dışı uygulamalar olduğunu biliyoruz. Ama inanın ki o dönem Mamak yada Metris'ten Diyarbakır'a gönderilen insanlar, hayretler içinde kalıyordu. Mamak'la Diyarbakır arasındaki muazzam farkı ve uçurumu görüyordu. Yani şimdi herkes "Mamak-Mamak" diyor, ama Mamak Cezaevi'nden gelenler, "orası cennet gibiydi" diyorlardı.
Tabii bu günlerce anlatılamaz. Orada 100'lerce, binlerce insan 12 Eylül'ün büyük bedelini ödedi. 12 Eylül'e biz karşıyız, 12 Eylül'ün yarattığı tahribata karşı olan Kürtler her zaman ciddi refleks göstermiştir. Şimdi birileri çıkıyor, Kürtlerin yaşadığı acıları, ızdırabı, zulmü unutuyor kendilerinden söz ediyor. 12 Eylül'ün mağduru olarak ortaya çıkıyor. Tabii o dönemin yaratığı acı, ızdırap insanları etkileyebilir. Ben başkaları gibi de şey yapmıyorum, insan oğludur duygusallaşabilir. Bir insanın duygusallaşmasını doğal görüyorum. Başbakan'ın işte orada boğazının düğümlenmesi ağlamaklı olmasını da bazıları gibi timsah gözyaşları olarak da görmüyorum. Ama önemli olan bütün bunları görerek gerçek bir demokrat olmanın tavrını göstermektir.
Ağlamak ister ciddi olsun ister içten olmasın, bizi kurtarmıyor. 12 Eylül yaşanmış, 60-71 darbeleri yaşanmış, 28 Şubat yaşanmış. Bütün bunlar demokrasiye olan inancımızı güçlü kılmadığı için demokrasiyi halkımıza götürme konusunda ikiyüzlü bir politika yaptığımız için bugün bu sancıları hepimiz tartışıyoruz. Herkes kendisini o uygulamaların mağduru olarak görüyor. Kürtlerin yaşadığını görmezden gelirseniz, siz "12 Eylül'ün mağduruyum, 71'in mağduruyum, 28 Şubat'ın mağduruyum" derseniz, insanlar size inanmaz. Çünkü bunu en katmerli yaşayan yüreğinde hisseden Kürtler olmuştur. O zaman gel birlikte yaşadığın Kürt kardeşlerinin bir daha bu acıları yaşamaması için, onu kucaklayacak onurlu bir barışa taşıyacak bir rolü oynaman gerekiyor diye düşünüyorum.
AHMET TÜRK GÖRDÜĞÜ İŞKENCELERİ ANLATTI... AYRINTILAR DİĞER SAYFADA...
[PAGE]* Biliyoruz 12 Eylül'ü, Diyarbakır Cezaevi'ni anlatmak ayları, yılları alır, ama sizi çok etkileyen bir anekdot anlatır mısınız?
Enteresan şeyler var. İnsan utanıyor bazı şeyleri anlatmaya. Mesela bizi havalandırmaya çıkarıyorlardı, pislik çukurunu açıyorlardı ve kalaslarla coplarla insanları o pisliğin üzerine sürüyorlardı. Ve insanlar yarışıyordu, yetişmeyen bir başkasının üzerindeki pisliği üzerine sürerek o işkenceden kurtulmaya çalışıyordu. Hangisini anlatayım bilmiyorum ki...
Bizi götürüyorlardı tuvaletleri temizletiyorlardı, jiletlerle ellerimizi kesiyorlardı, kanlar içinde ellerimiz çıkıyordu. Sonra yıkadığımız bulaşıkların deterjanlı o pis suyunu bize içiriyorlardı. Bunlar birer örnektir. Görüşmelerden çıktıktan sonra askerler bizi dirseklerimiz ve dizlerimizin üzerine çökertip ayaklarını sırtımıza koyuyorlardı ve öylece merdivenleri çıkıyorduk.
Avukat görüşmesinde veya aile görüşmesinde en yakınına Kürtçe "merhaba" dediğinde bile saatlerce dayak yiyordun, işkence görüyordun. Hukuksuzluk adaletsizlik yaşandı... Mesela tahliye edilmelerine rağmen, bu insanlar aylarca içeride kaldılar. 24 saati işkence ile geçiren bir Diyarbakır zindanı... Çok fazla anlatmak istemiyorum, ama hepimiz "Allah'ım canımızı al bu işkenceden kurtulalım" diye yalvarıyorduk.
* Yıllar sonra bir Başbakan'ın o dönemki acıları anımsayıp ağlaması sizi nasıl etkiledi?
Tabii ki 12 Eylül döneminde bir Erdal Eren'den, sağcısına solcusuna, sadece kendi düşüncelerini ifade etmek için yaptığı eylemden dolayı idam sehpasına gidenleri, demokrasi, hatta bağımsız Türkiye mücadelesi verenlerin büyük acılar yaşamaları veyahut ailelerinin acılarını her dokunuşta hepimiz anımsıyoruz. Sadece onlarınkini değil, kendi acılarımız gözlerimizin önüne geliyor, yaşadıklarımızı yeniden yaşamış oluyoruz.
* Referanduma az bir süre kaldı, herkes genelde referandumla ilgili, ama Kürt sorunu bütün yakıcılığı ile devam ediyor. İnsanlar ölüyor, çağrılar var ve 1 Eylül de yaklaşıyor. Ne dersiniz bu çağrılar yerini bulabilir mi?
Demokratik siyasetin önünü açmak lazım. Halkımız artık politize olmuş, ne istediğini biliyor. Artık demokratik siyasetin kanallarını açacak bir rolü oynamamız lazım. Silahla bir halkı susturmak mümkün değil. Çünkü artık Kürt meselesi bir halk hareketine dönüştü. Bu mücadele ve beklentiler bir halk mücadelesine dönüştü. Halkımızın güçlü refleksleri var. Bu nedenle bence bu dönemde yeniden demokratik anlayışın, kanalları açmaya yönelik çaba sarf edelim. Savaşlar barış için yapılır, savaşırken de barışın önünü açacak refleksler açmak lazım. Barışçıl projeleri hep ayakta tutmak, canlı tutmak için çaba sarf etmek lazım. 1 Eylül barış günü, 12 Eylül darbelerin yapıldığı gün... Bu tarihlerde demokrasi mücadelesinin anlamını ifade edecek bir tavrı ortaya çıkarmamız lazım. Ramazan ayı var, bayram var önümüzde, bunları gözeterek ve toplumun hassasiyetlerini göz önünde tutarak yeniden bazı adımlar atmaya ihtiyaç var. Tabii ki son dönemde STK'ların yaptığı açıklamalar bence çok önemli. Bu mesajlar anlamlıdır. Bu mesajları doğru okumadığımız taktirde yarın bazı fırsatları kaçırmış olabiliriz.
* Öcalan'ın da aynı paralelde bir açıklaması vardı. Şartlar oluşursa biz çağrıları dikkate almaya hazırız demişti...
Tabii ki barış hiç bir zaman tek taraflı yapılmaz, silahlar tek taraflı susmaz, sussa da anlamı olmaz. Bu çatışma ve sancılı süreçten kurtulmak istiyorsak, bu sürecin kimseye fayda sağlamadığı düşünülüyorsa, herkes kendini gözden geçirmelidir. Yani karşılıklı adımlarla, diyalog ve uzlaşıyla tartışarak, örtüşerek bazı yeni formüllerin önünü açabilirsiniz. Yoksa tek taraflı niyet ve çaba sonuç vermiyor. Hatta o kadar sonuçsuz kalıyor ki toplumun gerginleşmesine neden oluyor. Ama ortak bir çaba bizi bir noktaya götürebilir.