Ahmet Tulgar gözyaşlarını tutamadı

Abone ol

Uzun yıllar Milliyet'te kalem oynattıktan sonra Akşam Gazetesi'ne 'köşe yazarı' sıfatıyla transfer olan Ahmet Tulgar'dan halefi Mehmet Gündem'i yazdı...

Milliyet Gazetesi'nde birbirinden ilgi çekici röportajlara imza atan Ahmet Tulgar, Akşam Gazetesi'ne 'köşe yazarı' olarak geçti. Tulgar, Halka ve Olaylara Tercüman Gazetesi'nden Milliyet Gazetesi'ne transfer olan Mehmet Gündem'in karşısında duygulandı ve gözyaşlarını tutamadı:

Bir yıldan fazla oluyor, sanırım. Milliyet Haber-Araştırma Müdürü Tunca Bengin beni çağırdı ve 'Bak, seni yeni bir arkadaşla tanıştıracağım; Mehmet Gündem' dedi. Aynı meslekteniz, elbette yaptığı işleri biliyordum ama hiç karşılaşmamıştık. Neyse, benim her zamanki halim, Gündem ise takım elbise-kravat, ilk lafı şu oldu: 'Çok dağıtmışsın!' 'Sana da tavsiye ederim' filan gibi birşey deyip çıkmıştım odadan. Birkaç gün içinde acaip iyi arkadaş olduk Mehmet Gündem'le.

Şimdi bu iki isme dikkat edin: Tunca Bengin ve Mehmet Gündem. Ve şu iki incelikli davranışa bakın; çok sık rastlanmaz bizim sektörde bu türden şeylere.

İki ay olmuş ben Milliyet'ten ayrılalı ve Tunca Bengin beni arayıp şöyle birşey diyor: 'Ya, Ahmet, senin masanı Mehmet Gündem'e veriyorum. Haberin olsun. Sen çok seversin Mehmet'i. Dert etmeyeceğini biliyorum' Ağlamamak için kendimi zor tuttum.

Masaya geçmek

Ertesi gün Gündem aradı: 'Senin masana ben geçiyorum, haberin olsun. Bıraktığın eşyaları toplayıp, bir koliyle göndereceğim Akşam'a.'

Benim herhangi bir yerden, herhangi birinden vedalaşarak ayrılmamın mümkünü yok. Kaçarım. Çalıştığım bütün işyerlerinin depolarında benden birşeyler bulunur hala. Birinde Robert Musil'in bir kitabını bırakmıştım. Bir ona yandım şimdiye kadar. Bıraktığım herkese zaten yanıyorum.

Çocuklara benzetiyorum kendimi biraz: Hani uykusu gelmiştir de, bir yandan da evde misafirler, uyarıcılar; bir türlü bırakıp da odasına gidemiyordur. Olay çıkarır, sevdiklerini kırar, kırmaya başlar. İçinde öfke, kızgınlık biriktirir ki, yatağa girdiğinde aklı salonda kalmasın. Tam öyleyim işte.

Eh, modern işyerlerinde de zaten öfke, kızgınlık, adaletsizliğe uğramışlık, kıymeti bilinmemişlik duygusu toplamak, dermek için yeterli sayıda seçenek sunuluyor. Hele egonuz da bir miktar, bir miktar değil fazlaca şişmişse zamanında, bir süre sonra rahat mı batmaya başlıyor artık, nedir?
Hayat hapishane

Fazla psikolojist bir açıklama olmasın ama 'Acaba' diyorum bazen 'Bunun cezaevinde yatmışlıkla bir ilgisi olabilir mi?' Dört sene, her gece, uyumadan önce firar planları yaptım. Uzun yıllar da pasaport vermediler bir de . O da tuz-biber ekmiş. Bir süre sonra basıyor birşeyler, beynim tıkır tıkır başlıyor tünel kazmaya, çarşaflardan ip yapıp sarkıtmaya, cezaevinin, hayır işyerinin ortasına bir helikopter indirmeye. Yine iyi takılmışım Milliyet'te. 7 sene kadar.

Aslına bakarsanız, hayat, bu hayat toptan bir hapishane benim için. Bu haliyle. Bir kere gözünüz açılmışsa, bir daha kapatamazsınız. Bizim, biz sosyalistlerin de açtılar, açılmış bir kere işte. Bu cezaevi sistemi, bu dünya düzeni ya değişecek ya değişecek. Ya da olmadı, Wolf Biermann'ın şarkısındaki gibi: 'Er ist hinüber/ enfant perdu/ ach, kluge Kinder sterben zu früh' Tercüme edersek efendim, şöyle ki: 'O artık öbür tarafta/ kayıp çocuk/ ah, akıllı çocuklar çok erken ölüyorlar'

Tekrar Gündem'e dönelim isterseniz: Geçen hafta koli geldi Milliyet'ten. Açtım neler çıkmıyor ki, çıkmadı ki içinden: DMC'de sık tekrarlanan kutlamalardan enstantaneler. Kırgınlıklarımdan habersiz bana hala gülümseyen yüzler. Bazılarında resmen yalakaca bakmış gibiyim Mehmet Yılmaz'a. F Tipi cezaevlerinden birinden gelmiş 'Özgür Tutsaklar' imzalı, el yapımı takvimi bulunca toparlandım tabii. Yine kendimle gurur duydum.
500 kasetlik sürpriz

Ve sürpriz: 500 tane mikro kaset. Hepsinin üzerinde isimler, isimler. Ulan, nasıl aklıma mukayyet olmuşum ben be? Nasıl en az yarısı umurumda olmayan bu kadar çok adama, kadına, dır dır sorular sormuşum? Yuh. 'Yuh' dedim kendime. Sonra nasıl birbirinden farklı tipler hepsi, nasıl bir yelpaze. Nasıl bir spektrum genişliği bu. Odamdaki bütün vazoları topladım. Yetmedi, başkalarından istedim. Kasetlerin hepsini bu vazolara doldurdum. Baktıkça; güleyim mi, ağlayayım mı; bilemiyorum. Bir daha bunu yapmayacağım kendime. Yapmam. Ayşe Arman'ı hayranlıkla izlemek bana yeter. Ercan Arslan'ın çektiği fotoğraflara da başkalarının röportajlarından bakarım artık.

Benim merak ettiğim cevap bir tane çünkü artık. Onu da kim merak etmez ki hayatta? Kim merak etmemiştir?

Neyse, burada kesiyorum: Hayat bir hapishane, yorgunluk, kırgınlık bahane.

Yazı: Ahmet Tulgar
Kaynak:

Günün Önemli Haberleri