Ahmet Şık'tan ilginç Hüseyin Gülerce yorumu!
Abone olAhmet Şık 14 Aralık cemaat operasyonunda neden Ergenekon değil Tahşiyeciler'in temel alındığı sorusuna çarpıcı bir yanıt verdi, Hüseyin Gülerce için itirafçı dedi...
Emniyet'teki cemaat yapılanmasıyla
ilgili kitap yazdığı sırada tutuklanan ve 1 yıl tutuklu kaldıktan
sonra serbest bırakılan Cumhuriyet gazetesi yazarı Ahmet Şık, 14
Aralık Operasyonu’yla birlikte AK Parti hükümeti, içinde yer aldığı
hukuksuzlukların kefaretini sadece “suç ortağı olan Cemaat’e
yıkmaya çalıştığını” söyledi. Şık operasyonda
neden Ergenekon ve Balyoz gibi davaların değil Tahşiyeciler'in
temel alındığı sorusuna ise "AKP’nin Cemaat’le suç ortaklığı
yaptığı dönemin içinde yaşanan ve hükümetin sorumluluğunun görece
az olduğu ya da olmadığı bir suç" diyerek
yanıtladı.
BirGün gazetesinden Can Uğur’a konuşan Şık, “Cemaat’le devam eden savaş nedeniyle ‘Paralelle mücadele’ bahanesiyle çıkartılan ya da değişiklik yapılan bir dizi yasa var. Demokratik araçlarla iktidar olan AKP’nin demokrasiyi askıya alarak sistemin tek başına sahibi olma çabasıdır bunun adı” dedi.
HÜSEYİN GÜLERCE'YE İTİRAFÇI
GÖNDERMESİ
17 Aralık sonrası çıkartılan ya da değişiklik yapılan yasalarla
adım adım tek parti faşizminin inşa edildiğini söyleyen Şık,
“İktidarını kaybetmekten korkuyor. Çünkü gücü kaybettiği anda
kaçacak ya da tutuklanacak. Bu nedenle benzer kitlesel bir isyanın
yeniden yaşanmasını engellemek için korku duvarını daha yüksek,
daha da sağlam örüyor” ifadelerini kullandı. Şık Hüseyin Gülerce ve
Ahmet Taşgetiren için ise "Allah kimseyi itirafçı yapmasın."
ifadesini kullandı.
BirGün'ün Ahmet Şık'la söyleşisi şöyle:
AMAÇ SİSTEME TEK BAŞINA SAHİP
OLMAK
14 Aralık operasyonu kamuoyunda epeyce ses getirdi. Siz
nasıl bakıyorsunuz?
Bu operasyonda kimlerin suçlu ya da suçsuz olduğuna dair bir kanaat
belirtemem. Beni ilgilendiren kısmı gazetecilerin konuya dahil
edilmesi. Mesleki faaliyetleri soruşturma konusu edecek adresin
terör mahkemeleri olmadığını söylüyorum. Sorun kötü ya da kötüye
kullanılmış gazetecilikse bu savcıları değil meslek örgütlerini,
okurları ve izleyicileri ilgilendirir. Tarafını hukuktan yana dile
getiren herkesin de itiraz etmesi gereken bir haksızlıktır.
NEDEN ERGENEKON DEĞİL DE
TAHŞİYECİLER?
Neden resmin büyüğü olan Ergenekon değil de Taşhiyeciler
soruşturması operasyon gerekçesi oldu?
Bugüne kadar Cemaat’i hedef alan polis teşkilatı merkezli birkaç
operasyon oldu. Soruşturma ve davalar açıldı. Hepsinin gerekçesi
aynıydı: Usulsüz telefon dinlemeleri. Bu soruşturmalarla ilgili
Erdoğan’ın dinlenmesini içeren Böcek soruşturması da dahil toplam
dört iddianame ve bunlarla ilgili müfettiş raporlarını okudum.
Kişisel kanaatim Ergenekon sürecindeki hukuksuzluklarla
kıyaslanamayacak denli netlik içeren dosyalar. 14 Aralık
operasyonunu diğerlerinden farklı kılan ise Ergenekon sürecinde
yaşanan hukuksuzlukların benzerini içeren bir davayla ilgili
olması. Sorunuza gelirsek, ortada yıllara yayılan koskoca bir
hukuksuzluk zinciri varken yıllarca gözden kaçırılmış bir dava
üzerinden Cemaat’i hedef almanın nedeni çok açık. AKP iktidarı,
Ergenekon sürecindeki kamplaşmadan doğan ortamı lehine kullanmaya
çalışarak, sürecin önemli suç ortaklarından biri olan Cemaat’e
yönelik operasyonları kendi tabanı dışında kalan çevreler için de
meşru göstermek istiyor. Ama bu tabanın doğrudan mağdur edildiği
soruşturmalar nedeniyle değil. AKP’nin Cemaat’le suç ortaklığı
yaptığı dönemin içinde yaşanan ve hükümetin sorumluluğunun görece
az olduğu ya da olmadığı bir suçla ilgili bu operasyon. Böylece suç
ortaklığı gizlenmeye çalışılıyor.
Bu süreç “Oh olsun” diye okunabilir mi?
Elbette büyük haksızlıklar içeren bir dönem yaşandı. Sadece sürece
adını veren Ergenekon ve ilintili davalardan bahsetmiyorum. Balyoz,
Devrimci Karargah, Şike, Cübbeli Ahmet ve Kürtler için KCK
soruşturmaları da bu sürecin içindeydi. Ama tek başına Cemaat’i
sorumlu tutmak eksik kalır. Bu soruşturma süreçlerinin aklı ve
tetikçiliğini yapan Cemaat, siyasal onay makamı ve gerekli şartları
hazırlayanı ise AKP hükümetidir. Yani bile isteye bir suç ortaklığı
vardı. Hem AKP hem de Cemaat medyası da hukuksuzluklara,
haksızlıklara kamusal meşruiyet sağlanması görevini üstlendiler.
Şimdi eski ittifakın bileşenlerinden birisi olan Cemaat, devlet içi
iktidar savaşı nedeniyle geçmiş suç ortağı olan AKP ile savaşıyor.
Ve hedef alınmasının tek nedeni de bu. “Oh olsun” demek için çok
haklı gerekçeleri olanlar var ama şu kesin ki içinde AKP’nin ya da
Erdoğan’ın adının olmadığı bir şüpheli ya da sanık listesi
eksiktir. O yüzden “Oh olsun” değil, “Gerçek suçlular, gerçek
suçundan birlikte yargılansın” demek gerekiyor. Bağımsızlığından ve
tarafsızlığından kuşku duymayacağımız, hukukun evrensel
prensiplerine bağlı bir yargı önünde herkes sorumluluğunun hesabını
verecek. Yargılayacak olan da güç odaklarının sopası haline
getirilmiş, iktidar aparatı olan yargı olmamalı. “Düşman ceza
hukuku” kavramının ne olduğunu bilen bizler, “Düşman ceza hukuku
değil, düşmanıma bile hukuk” demeliyiz.
"AKP'DEN YÜKSELEN KANDIRILDIK ÇIĞLIKLARI
KOMİK"
AKP’lilerin “Ama bizi de aldattılar” tavrını nasıl
yorumluyorsunuz?
Bu bir yalan ve üzerinden yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Bu görevi
üstlenenler de geçmişin hukuksuzluklarına, haksızlıklarına kamusal
meşruiyet sağlamaya çalışan isimler. O zaman “Ergenekon” diyerek ne
yazıp söylediyseler bugün de “Paralel” diyerek aynı ahlaksızlığı
yapıyorlar. Böylece hem kendilerinin üstlendiği rolü hem de AKP’nin
suç ortaklığını perdelemeye çalışıyorlar. En komiği AKP
hükümetinden yükselen “Kandırıldık” çığlıkları. Söylediklerini
doğru kabul edersek kandırılmaya bu kadar müsait olan ve kolayca
kandırılabilen bu iktidarın devleti yönetme ehliyeti de
geçersizdir.
Hukukta “kandırıldık” diyerek sorumluluktan kaçılabilir
mi?
Böyle bir savunmayı siyasetçi de, çıkarları için o güç odağına
yaslanan gazeteci söylüyorsa da yalandır. “Kullanışlı
aptallarmışız” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışanlar. Şimdi de
aynı kullanışlı olma durumunu yeniden sergiliyorlar. O zaman bir
ittifakın parçası olarak kullanılmaya müsaittiler, şimdi ise güçlü
olandan yana aynı tavrı sergiliyorlar. Adlarını anmaya değecek
şahsiyette değiller ancak bunlardan birini anmadan olmaz. Zaten 14
Aralık operasyonuyla ilgisi olduğu için de söylememiz elzem.
Operasyon gazetesi olarak yayın hayatına başlayan ve bu görevi
layığıyla üstlenen Taraf’ta yönetici ve yazar olarak görev almış
Yıldıray Oğur, şimdi Türkiye gazetesinde aynı rolü Cemaat’e
saldırmak için üstlenmiş durumda. Geçenlerde yazdığı bir yazıda,
“Polislerin ve savcıların kotarıp ilk nüvelerini gazetecilere
sızdırdıkları ya da önce malzemeleri gazetecilere sızdırılıp sonra
soruşturmaya dönen pek çok dava gördük” dedikten sonra “Bu
medya-polis iş birliğinin nadide örneklerini sergilediğimiz eski
gazetem Taraf...” diye devam ediyordu. Ekrem Dumanlı ve Hidayet
Karaca, eğer yöneticisi oldukları medya organlarında yer alan
haber, yorum ve diziler nedeniyle suçlularsa, savcılar Oğur’un
yazısını da ciddiye almalılar. Cemaat medyasının Ergenekon
sürecindeki hukuksuzluğa katkı yaptığını kabul ediyorsak ki
öyleler, o zaman o dönem ortaklık içerisinde bulunan AKP medyası
için de küfelerini doldurmakla iştigal eden Oğur ve benzerlerinin
de yargılanması gerekir.
17-25 Aralık soruşturmaları sonrasında AKP hükümetinin
çıkardığı yasalar var. Ciddi eleştirilere neden
oluyor.
Cemaat’le devam eden savaş nedeniyle “Paralelle mücadele”
bahanesiyle çıkartılan ya da değişiklik yapılan bir dizi yasa var.
Demokratik araçlarla iktidar olan AKP’nin demokrasiyi askıya alarak
sistemin tek başına sahibi olma çabasıdır bunun adı. “Polise vur,
yargıya muhalif herkesi tutukla yetkisi” veriliyor. AKP’nin bu
yasalardaki temel motivasyonu, daha doğrusu en büyük korkusu da
Gezi isyanlarıdır. Gezi isyanları başta Erdoğan olmak üzere
otoriter, baskıcı ya da faşizan adına ne derseniz deyin bu iktidarı
korkuttu. Gezi isyanları herkes için eşit ve adil, daha fazla hak,
özgürlük ve dolayısıyla demokrasi talep eden seküler bir isyandı.
Erdoğan’ın gözbebeklerine kadar işleyen korkunun nedeniydi.
İktidarını kaybetmekten korkuyor. Çünkü gücü kaybettiği anda
kaçacak ya da tutuklanacak. Bu nedenle benzer kitlesel bir isyanın
yeniden yaşanmasını engellemek için korku duvarını daha yüksek,
daha da sağlam örüyor.
CEMAAT VE AK PARTİ'NİN KÜRTLERE BAKIŞI
AYNI
Kitapta da bahsediyorsunuz, Kürt meselesinin çözümünde AKP
ile Cemaat arasında bir yöntem farkından söz edilebilir
mi?
Kürt meselesine dair bakış açılarında zerrece bir fark yok. Sorunun
çözümü noktasındaki işbirliğinin sona ermesinden sonra bir takım
nüanslardan bahsedebiliriz. Zaten ikili arasındaki
anlaşmazlıklardan biri de bu. Kitlesel KCK tutuklamalarının
başladığı dönemdeki iş birliğiydi bu. “Dağdakini imha, ovadakini
tutuklama” şeklinde özetlenebilecek, eskiden de uygulanan bu
yöntemle başarıya ulaşamayacağını anladığı anda siyasi riskleri
göze alamayan AKP, Kürtlerle masaya oturdu. Eski yöntemle
amaçlanan, tasfiye edilen Kürt siyasal hareketinden doğacak boşluğu
AKP ve Cemaat’in doldurmasıydı. Yani İslami asimilasyon. Ancak
bunun gerçekleşemeyeceği ortaya çıkınca AKP ortağını sattı. Kürt
siyasal hareketinin “devlet” katında muhatap alınması da AKP’nin
demokratik tutumuyla değil Kürtlerin yıllara yayılan mücadelesinin
kazanımıdır.
14 Aralık sonrası atmış olduğunuz bir tweet
vardı...
Evet hâlâ da arkasındayım. İfade ve basın özgürlüğü ilkeleri,
kişilerin kim olduğuna ve sıfatına göre eğip bükülemez. Bu geçmişte
de böyleydi, şimdi de Ekrem Dumanlı için böyle. Bize düşen görev
basın özgürlüğünü savunmaktır. Bakın bu ülkede demokrasi mücadelesi
tam anlamıyla iğneyle kuyu kazmak gibi. Ve bu ülkenin tüm
muktedirleri mağdur olduklarında, sistemin tokadını yediklerinde,
demokrasinin yaygın ve yerleşik bir hale gelebilmesi için çok yol
kat edilmiş olacak. Yakın geçmişin, haksızlıklara, hukuksuzluklara
imza atan güçlerinden biri olan Cemaat de şu an kendi yöntemleriyle
tokat yiyor. Umarım demokrasi adına bir şeyler öğrenebilirler.
EKREM DUMANLI İLE
GÖRÜŞMEYECEĞİM
Serbest bırakılan Ekrem Dumanlı’nın sizi ziyaret edeceği
söyleniyor.
Ben kendisiyle görüşmeyeceğim. Geçmiş dönemin hukuksuzluklarından
mustarip olmuş olabilirim. Ama bu sadece Ahmet Şık’ın yaşadığı bir
mağduriyet değil. Ardında bir kaç bin kişiyi mağdur etmiş bir
dönemden bahsediyoruz. Benim yaşadığım hepi topu 13 aylık bir
hapislik. Elbet küçümsemiyorum ama hayatını kaybedenlerin, yıllarca
hapiste tutulanların yanında bunun lafını etmeyi doğru bulmuyorum.
Dolayısıyla bu sadece bana karşı mahcubiyet dile getirmeyle
kapatılamaz.
Hüseyin Gülerce ve Ahmet Taşgetiren gibi eski Cemaatçilerin
bugünkü pozisyonlarına ne diyorsunuz?
Allah kimseyi itirafçı yapmasın.