Ahmet Hakan'ın Leyla merakı
Abone olSon yazılarında kendi kendini 'ti'ye alan Ahmet Hakan'ın: "Bir akşam üzeri, talepleri sıfırlanmış ruh hali ve koyu bir sıkılganlıkla sokuldum Leyla'ya" dediği kim?
Son zamanlarda kendini eleştiren yazılar kaleme alan Ahmet
Hakan, aynı türden yazılara devam ediyor.
Hakan'ın bugünkü yazısı müzip okurlar için çok şeyler vaadediyor;
ancak işin aslı hiç de öyle değil.
İşte Ahmet Hakan'ın kendisiyle eğlendiği yazısı:
Uyumsuz ama hevesli
Kendi kendime şöyle dedim: "Sen ki uyumsuzun birisin! Öyle her
okuduğu kitaba "insanlığın sırrını açıklıyor" muamelesi çekecek,
her gittiği filmden acayip keyif alacak, dinlediği her müziğe
"notaların büyük zaferi" diye coşkuyla tempo tutacak bir adam
değilsin!
O halde neden senin için çizilen o doğal alanın dışına taşmaya
çalışıyorsun!
Otur, oturduğun yere! Taziye skandalını yaz, yetmedi okullardaki
müfredat değişimi üzerine kalem oynat, aralık ayında ne olur, ondan
haber ver, hadi diyelim biraz eğlenceli bir şeyler karalamak
istiyorsun, al sana Süreyya olayı!
Ama bu kadar! Taşma! Haddini bil!
Hem içine doğduğun kültürel çevre açısından "yaşam tarzı" üzerine
yazdığın her sözcük, senin ne denli "özentili" bir adam olduğunun
kanıtı olarak sunuluyor, görmüyor musun?"
Ne kadar doğru!
Ama insanoğlunun heva ve hevesleri hiç strateji dinler mi? O
dadanmacı ve tiryaki meşrep kişilik, zaaflarına yenik düşmeyecek de
ne yapacak? Hem şeytan dürtünce kim takar kariyer planını ya da
kültürel çevreyi?
***
İşte böyle diyerek gittim Cihangir'deki Leyla'ya!
Leyla neresi mi? Hani şu "entelektüel magazin" dünyasının son
günlerde bir numaralı gündemi olan, gazete ve dergilerde sürekli
gazlanan, "bir özge" mahalle kahvesi var ya, işte orası.
Propagandanın şiddeti öylesine büyüktü ki, kendi kendime "Senin ne
işin var orada?" desem de gitmeden edemedim.
Yağmurun "adeta Londra canım" dedirttiği bir akşamüzeri, talepleri
sıfırlanmış ruh hali ve koyu bir sıkılganlıkla sokuldum
Leyla'ya.
Bir tanıdık görse vereceğim yanıtı hazırlamıştım: Amacım sosyal
inceleme!
Bir yandan da "İşte diğer tarz kafelerden farkı olmayan sıradan bir
yer burası" diye iç rahatlatma girişimlerini artırıyordum.
Cesaretim içeri girmeye yetmedi, alelacele dışarıdaki masaya
çöktüm. Bir süre "hiçbir şey yokmuş gibi" yaptıktan sonra haşin
bakışlarla etrafı kesmeye başladım.
Önce dekora baktım: Ben şirinim diye bağırmasından başka bir kusur
bulamadım.
Ardından müşteri profiline dikkat kesildim:
Bir masasında bilge kişiler "sosyalizm ve gelecek" üzerine
konuşuyorlardı, bir başka masada ise genç şair son yazdığı şiir
üzerinde son rötuşları yapıyordu.
Arka kısımda ise ünlü yönetmen genç meslektaşlarıyla senaryo
çalışmasına dalmıştı.
Herkes tanıdık, herkes ünlüydü. Aralarında oylama yapılsa ÖDP silme
götürürdü.
***
Uyumsuzluğum burada da ortaya çıktı. Tenkit cümlelerini ardı ardına
sıralamaya başladım:
Burası bu haliyle çok demode! Sanki 20 yıl öncesinin
BİLSAK'ındayız. Oysa daha postmodern bir havası olmalı. Mesela şu
kuytu köşede iki türbanlı kız, erkek arkadaşlarıyla "İslami
hareketin temel yanılgıları" üzerine sohbet etmeli ve diğerleri de
onlara karşı acayip hoşgörülü olmalı. Ne hava olur ama!
Yazı: Ahmet Hakan Coşkun
Kaynak: Sabah