Ahmet Hakan yine dertli
Abone olSon günlerde huzursuzluk ve dertlerinden epeyce şikayetçi olan Ahmet Hakan, bugünkü yazısında da yanlış anlaşılmaktan rahatsız olduğunu dile getirdi.
Sabah Gazetesi yazarı Ahmet Hakan, son günlerde köşesini kendi
iç sıkıntılarına ayırdı. Hakan bir gün önce "Huzur arıyorum" derken
bugünkü yazısında ise yanlış anlaşılmaktan şikayet etti. İşte
Hakan'ın yazısı Anlaşıldım ama yanlış anlaşıldım En son söylenmesi
gerekeni en başta söyleyeyim: Anadolu denilince gözleri yaşaranlar
vardır, ben onlardan değilim. Gerçi ilk gençlik yıllarımda
"Anadoluculuk" adı verilen fikir cereyanına bir süre kendimi
kaptırmıştım ama o yaşlarda hangimiz cereyanlara açık değildik ki!
Herkes gibi ben de gençlik yıllarımda gelgeç heveslere fazlasıyla
açıktım: Üç ay "Anadolucu", dört ay "Yerli", altı ay "Gruplar üstü
entelektüel", sekiz ay "sola meyilli İslamcı", iki ay "Yeniden
Milli Mücadeleci." Bir de iki haftalık "Diriliş ekolü" bağlantım,
üç haftalık da "nihilist" dönemim var ki söz etmeye bile değmez.
Yani o kimlikten bu kimliğe savrularak büyüdüm.. Büyüdüm ama sakın
sakin limanlara demir attığım sanılmasın, buhran devam ediyor!
Şimdi durup dururken gençlik heveslerinden söz etmek de nereden
çıktı diye sorabilirsiniz. Bu işin müsebbibi Atilla Dorsay'dır.
Dorsay, Sabah'ın Pazar ilavesinde yazdığı yazıda benden şöyle söz
etmiş: "Ahmet Hakan'ı ilke olarak severim, yazılarını dürüst ve
içten bulurum. Onun bizim gazetede en azından AKP'ye oy veren geniş
bir kitleyi temsil ettiğini bilirim, onun son dönemde bu partiye
yakıştırılan sosyolojik deyimiyle 'Anadolulu olmak' özelliğine
soyunmasını anlayışla karşılarım." İyi niyetinden hiç kuşku
duymadığım bu satırları okuduğumda "beni anlamak için ne kadar az
çaba sarf etmişsiniz Atilla Bey!" mi diyeyim, yoksa "Dorsay beni
anlamış ama yanlış anlamış" türünden bir çıkış mı yapayım diye
doğrusu çok düşündüm. Sonunda, "bıktım tanımlanmaktan" diye
yazdığım bir günün ertesinde beni inceden bir tanımlamaya tabi
tutan Atilla Dorsay'a şu üç şeyi anımsatmakta karar kıldım: BİR:
İlk gençlik yıllarımda etkisi altına girdiğim fikir cereyanlarından
beni hiç açmayanı ve en renksizi "Anadoluculuk" hareketiydi. Ne
"Bir bayrak rüzgar bekliyor" şiirinden hoşlandım, ne de "Gezsen
Anadolu'yu" şarkısından etkilendim. Ne zaman Anadolu'ya açılsam,
Kemal Tahir'in köy romanlarından birini okumuş gibi olurum ve
umutsuzluğa kapılırım. Anadolu benim için ne bir kimliktir, ne de
sığınılacak bir liman. Ne köy enstitüsü çıkışlı yazarlar gibi orada
bir devrim potansiyeli gördüm, ne de sağ ideologlar gibi Anadolu
çocuklarının yeniden büyük Türkiye'yi kuracaklarına inandım. Yani
"Anadolulu olmak özelliğine" hiçbir zaman soyunmadım. İKİ: Benim
Sabah gazetesinde "AKP'ye oy veren geniş kitleyi temsil ettiğim"
iddiasına gelince: Hayatta en çok korktuğum şey küçük ya da büyük
bir kitlenin temsilcisi olmaktır. Buna rağmen tepeden ve tabii
alabildiğine yüzeysel bakanlar bana "temsilcilik" görevi vermeye
fazlasıyla meraklılar. Onlar için şunu söylemek isterim: Bu zamana
kadar kimsenin temsilciliğine soyunmadım ama eğer ille de "Hayır,
sen temsilcisin" deniliyorsa, tamam o zaman, şu andan itibaren bana
yüklenen bilumum temsilcilik görevlerinden istifa ediyorum. Lütfen
kayıtlara geçsin! ÜÇ: Ben de Atilla Dorsay'ı ilke olarak severim.
Ama bu kadar! Onu "tanımlamayı" ya da onun gazetedeki rolü üzerine
yukarıdan hükümler vermeyi nezaketsizlik sayarım. Evet, ben
hakikatli bir okuru olarak Dorsay'ı sadece severim, bu kadar!