Ahmet Hakan değişti mi?
Abone olHürriyet yazarı Ahmet Hakan, son günlerde en çok bu soruyla karşılaşıyor. Tercüman muhabiri İrem Barutçu, merak eden herkese tercüman oldu ve Hakan'la konuştu.
GAZETECİ Ahmet Hakan Coşkun, yabancısı olduğu bir kültüre
montajlandığı iddiasına cevap verdi. "Küçüklüğümden beri, İslami
camianın içinde olmama rağmen, dış dünyaya açık bir hayat yaşadım.
İçinde olmayanlar zannediyor ki, İslami Camia tek kutuplu, dar bir
dünyası olan insanlardan oluşuyor. Halbuki orada da değişik
insanlar, değişik yaklaşımlar var" dedi. "Ne diye kadınlar
konusunda konuşayım!.. Aşk konusunda konuşayım!.. 'İçki içer
misin?' gibi sorulara cevap vereyim!.. Ne diye özel hayatımı
anlatayım!.. Ne oluyoruz? Ben kimim? Nereden geliyor ve nereye
gidiyorum?.." Tartmadan, kelimelerin dudaklarından dökülmesine izin
vermiyor... Kamuoyu önünde, dikkatli bir dil kullanmaya özen
gösterdiğini de hiç gizlemiyor. Ancak sıra yazmaya gelince, kimi
zaman "Şeytan dürtüyor" ve "Alem enseste mi kesti" diyebiliyor.
İşte kızılca kıyamet, ya da gazeteci terminolojisiyle "polemik" o
zaman kopuyor... Son dönemin, polemiklere en çok hedef olan
kalemlerinden Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan Coşkun, "neden
bu kadar çok eleştirildiğinden" tutun da "değişip değişmediğine"
dek merak edilen pek çok soruya cevap veriyor.
Röportaj: İrem BARUTÇU
Kaynak: www.tercumangazete.com
Hürriyet gazetesindeki köşenizde yazmaya başladığınız
günden itibaren, pek çok sert eleştiriye hedef oldunuz. "Ben bu
filmi beğenmedim..." diyerek, okuyucularınıza da görmemelerini
tavsiye ettiğiniz için "ABD'den para almakla", hatta "Türk
olmamakla" bile itham edildiniz. Bu kadar tepki toplamanızı doğal
buluyor musunuz?
Bana, bu eleştirilerin iki nedeni var gibi geliyor... Birincisi,
biraz kolay bir hedef gibi algılandığımı düşünüyorum.
Eleştirdiğinizde, başınıza her hangi bir bela gelmeyecek insanlar
vardır. İlk etapta, onlardan biri gibi algılandım galiba... İkinci
neden ise, bizde, insanlar, alışık olunmayan bir eleştiri tarzı
getirildiğinde şaşırıyorlar ve hemen kendilerini koruma çabasına
giriyorlar.
Bu "kendini koruma" çabası, söz konusu siz olduğunuzda biraz
abartılı değil mi? Bir ürünü beğenmeme ve ifade etme hakkınız yok
mu?
Tartışmazsız öyle... Çünkü Batı'da yapılan bu tür kritiklere
baktığımızda, orada çok daha ağır şeyler yazılır, çizilir. Bizde
ise, bir avuç insandan bahsediyoruz. Ortada belli bir camia var ve
bu camia birbiriyle, eş dost, ahbap... Akşamları, benzer mekânlarda
bulunuyorlar... Karşılaşma ihtimalleri fazla... Birbirleriyle
dostluklar kurup, birbirlerini ağırlıyorlar... Bu, camia içi bir
olgu olduğu için, bunun dışına çıkamıyorlar. Yoksa, "Bir filme
gitmeyin" demenin, "Gidin" demek kadar meşru olduğunu onlar da
biliyorlar.
İşte Yalçın Küçük'ün bahsettiği şebeke böyle bir şey olsa gerek...
Acaba "şebeke" sizi kabullenmiyor da, en küçük eleştirinizde dahi
ayağa kalkıyor olabilir mi?
Olaya, Yalçın Küçük'ün yaklaştığı gibi komplocu bir şekilde
yaklaşmak istemem. Burada bir komplo söz konusu değil. Ortada,
hepimizin kolaylıkla anlayabileceği bir dostluk çemberi var.
İnsanın aklına, "Yoksa, Ahmet Hakan bu insanların reaksiyon
vereceğini biliyor ve ilgi çekmek için mi bu tür yazılar yazıyor"
sorusu da gelmiyor değil...
Benim en nefret ettiğim şeylerden biridir bu!.. Üstelik işi de şu
noktaya getirmemek lazım: Birisi, bir şey söylediğinde, hemen,
"Bak!.. Dikkat çekmek istiyor" diye eleştirinin önünü kesme çabası
da var bizde... Dikkat çekmek istesek, yapabileceğimiz türlü
hokkabazlıklar ve numaralar mevcut. Bunların örnekleri de fevkalade
fazla... Biz, o örneklere tevessül etmiyoruz. Adam gibi bir şey
söylüyoruz, ona tepki geliyor. Benim aklımın ucundan, Mehmet Ali
Erbil'e, "Bana vatan haini de!" demek geçmez! O yazı da, zaten
böyle şeyleri hak etmiyordu ki! Öyle bir yazı yazarsınız ki, bunun
sonucu olarak birileri "Vatan haini" der, ya da "Al beş milyonunu
sus!" der... Son derece normal bir şey söylüyorsunuz. Bu ülkede,
herkes nasıl ki, "Şu filmi seyrettim, harika, herkes gitsin"
diyorsa, siz de, "Gittim, seyrettim, beğenmedim" diyorsunuz...
İSLAMİ CAMİA TEK KUTUPLU DEĞİL
Sizin, yabancı olduğunuz bir kültüre montaj olduğunuz tespitinde
bulunanlar da oldu. Hatta, "Orada Türk diye dışlanıyor... Burada
Almancı diye öteleniyor..."denildi... Siz ne diyorsunuz?
Bu yazıyı görmedim... Türkiye'de köşeli ve ne olduğu belli çeşitli
yaşam tarzları var ve bunlar arasında maalesef geçişgenlikler yok.
Zaman zaman bu tür geçişgenlikler olmuş ama bunlar, hep
yadırganmış. Öteden beri, bizdeki alışkanlıklar, gelenek böyledir.
Eğer biri çıkar da, değişik yaşam tarzlarını bünyesinde
barındırdığını söylerse, bu yadırganır.
Siz de yadırganıyor musunuz?
Ben, aslında, öteden beri hangi yaşam tarzına sahipsem, o yaşam
tarzını sürdürüyorum. Küçüklüğümden beri, İslami camianın içinde
olmama rağmen, dış dünyaya açık bir hayat yaşadım. Kendimi
sınırlamadım. Tek bir dünyanın içinde, hiçbir zaman hissetmedim.
Hep, dışarı ile temas halinde oldum. Benim gibi olup da, İslami
camianın içinde olan birçok kişi var aslında... Fakat, İslami
camianın içinde olmayanlar zannediyorlar ki, "İslami camia" denilen
camia tek kutuplu, dar bir dünyası olan insanlardan oluşuyor.
Orayı, yekpare bir alan olarak görüyorlar... Orayı homojen olarak
görüyorlar... Halbuki orada da heterojenlik var, değişkenlik var.
Değişik insanlar, değişik yaklaşımlar var...
"İslami camianın içinde büyüdüm"dediniz... Dindar bir aileden mi
geliyorsunuz?
Evet... Ailem dindar....
Peki sizin aileniz nasıl bir yaşam tarzını benimsemişti?
Bir gazeteci olarak bu tür sorularla muhatap olmaktan aslında
fevkalade rahatsızlık duyduğumu söylemek istiyorum. Sonuçta ben bir
gazeteciyim... Fikirlerimle, düşüncelerimle, görüşlerimle, yaptığım
haberlerle gündeme gelmek isterim!..
Ailenizi, alışkanlıklarınızı, yaşam tarzınızı niçin
paylaşmıyorsunuz?Kapalı bir insan mısınız?
Hayır. Ben, sinema artisti değilim. Sahne sanatçısı da değilim.
Benim, kamuya açık bir yüzüm yok. Ben, gazetecilik yapıyorum.
Normal hayatımda, açık bir insanım... Dostlarımla gayet açık
konuşurum, espriler yaparım, hayatımı anlatır, dertlerimi
paylaşırım. Ama bunu, niye kamu ile yapayım? Kamuya niçin
açıklayayım? Bunu, pek çok gazeteci yapıyor ve ben bunu yanlış
buluyor, yadırgıyorum. "Gazeteci, görevini, haberini iletmek ya da
yorumlarını aktarmakla sınırlamalıdır" diye düşünürken, birden
bire, "Kadınlar hakkında şunu düşünürüm..." ya da "Aşk benim için
çok önemlidir" gibi laflar ederken yakalanmak istemem. Yoksa, bir
yüzümü topluma açmak istememek gibi ulvi amaçlarım yok.
Konuşmuyorum ben böyle konularda... Niye kadınlar hakkında
konuşayım!.. Aşk konusunda konuşayım!.. "İçki içer misin?" sorusuna
cevap vereyim!.. Ne diye özel hayatımı anlatayım!.. Ne oluyoruz?
Ben kimim? Nereden geliyor ve nereye gidiyorum? Anlatabiliyor
muyum?..
"SEN ÖZENTİ BİRİSİN" DİYEN OLMADI...
İslami cenaha yakın olduğu düşünülen yayın organlarından sonra önce
Sabah, ardından Hürriyet gazetelerinde yazmanız epeyce polemik
konusu oldu. Açıkça soracağım: Değiştiniz mi?
Herkes değişir... Ama bende olağanüstü bir değişim, ya da hayatımda
bir kırılma noktası olmadı. Birden bire, "Vay, bu dincilik çok kötü
bir şey. Bundan vazgeçeyim" demedim yani... Bu, zaten birdenbire
olmaz. İnsanlar, gençlik yıllarında daha serttirler, daha ideolojik
bakarlar, daha maceracıdırlar. Sonra olgunlaştıkça, dünyaya daha
yumuşak bakmaya başlarlar. Daha affedici, daha bağışlayıcı olurlar.
Kişilik yapıları değişir, oturur... Böyle bir değişiklik...
Herkeste var olan değişiklik, bende de olmuştur. İnsanlar, on beş
sene önce savundukları fikirleri, on beş sene sonra terk
edebilirler... Şunu söylemeye çalışıyorum: Birden bire büyük bir
değişiklik olmadı. Sabah kalkıp, kendimi bir gecede değişmiş
bulmadım. Ancak normal seyrinde giden bir değişiklikten söz
edebilirim.
"Yadırganacak bir şey yok" diyorsunuz, öyle mi?
Sadece, bende, sanki bir gece yatmışım, sabah kalkmışım ve her
şeyden vazgeçip yeni bir hayata başlamışım gibi bir değişiklik
olduğunu zannedenlerle dalga geçiyorum! Onları, komik bulduğumu
belirtmeye çalışan yazılar yazıyorum. Ancak bizde, yazılan yazıdaki
ironi dozu algılanmadığı için, sahici zannedilip birden bire
değiştiğimi düşünüyorlar. Halbuki şu anda nasıl yaşıyorsam, on beş
sene önce de öyle yaşıyordum!..
"Eskiden kenarından köşesinden bile geçmeyi düşünmeyeceğim Altan'ın
Yeni Safran'ına gitmeyi şiddetle arzu ederken, Ziya Şark
Sofrası'nın önünden geçmek bile istemediğimi ve bu değişimde,
özenti denilen habis duygunun baş sırada rol oynadığını itiraf
ediyorum" dediğiniz yazı da bu kapsamda mı değerlendirilmeli?
O yazıyı tümüyle okursanız, orada bir espri var. İronik bir dille,
Türkiye'deki iki kutup, iki farklı yaşam tarzı arasındaki geçişken
olmama haline yönelik, ironik bir eleştiri var. Ama tek tek
cümleleri alırsanız, sanki "Safran'a gitmeye özeniyorum da, diğer
mekâna gitmeyeceğim ve ben aslında özenti bir adamım" gibi çok
kışkırtıcı bir şey çıkıyor. Halbuki, orada kast edilen o değil...
Bir toplumsal eleştiriyi, biraz ironik ve mizahi bir üslupla
yapmak.
Safran'a gidiyor musunuz?
Oraya zaten gidiyorum. Eskiden de giderdim... Safran denilen yer,
öyle çok alengirli, farklı bir yer değil. Gidiyor, yemeğinizi yiyor
ve çıkıyorsunuz. Bunu bir başka restoranda da yapabilirsiniz, orada
da...
Size, "özenti" bir insan olduğunuza dair eleştiriler geliyor
mu?
Hayır... Bunu, böyle eleştiriler geldiği için yazmadım.
Türkiye'deki değişik çevrelere girip çıkan insanlarla ilgili, ister
bu tarafa, ister öbür tarafa olsun, bu tür yaftalamalar çabucak
yapılır. Bunlarla, bu anlayışla dalga geçen bir yazı...
Bu tür yaftalamalara hedef oldunuz mu?
Görmedim ben... Bana, direkt, "Sen çok özenti birisin!" diyen
olmadı...
AKP İLE CİDDİ ANLAMDA İLİŞKİM YOK
Sözünü ettiğiniz iki kutup ve geçişken olamama hali, basında da söz
konusu mu?
Türkiye'de, aşırı uçlar, büyük ölçüde törpülendi. Ortalamaya doğru
geliniyor... Türkiye, bundan on sene önceki Türkiye değil. Kanal 7,
ya da Samanyolu gibi televizyonlara bakın, Kanal D, Show TV gibi
televizyonlara bakın, arada küçük nüanslar kalsa da, hepsinin
birbirine yaklaştığını görüyoruz. Türkiye'de siyasette de bir
ortaya geliş var. Çok aşırı, "laikçi" diye tabir ettiğimiz kesimler
daha yumuşamaya, yumuşak bakmaya başladılar. Öbür tarafta da çok
büyük yumuşamalar, ortaya doğru geliş var. Sosyal hayatta da böyle,
siyasi hayatta da, medyada da... Türkiye'de, şu anda, on sene
önceki cepheleşme medyası yok.
Peki Hürriyet sizi içtenlikle kucaklayabildi mi?
Evet... Hiçbir içtenliksiz tutumla karşılaşmadım.
Kucaklayabildi mi?
Evet, rahatlıkla onu da söyleyebilirim.
AKP iktidarda olmasa, siz Hürriyet'te yine olur muydunuz?
Sorunun ima ettiği şeyi anladım ve çok yadırgıyorum bu tür
sözleri!..
Çok konuşuldu bunlar ama!..
Zaten ben de onlar için söylüyorum. Böyle şeyler ayıp. Çünkü bir
gazetecinin, sadece ve sadece ilişkileriyle var olduğunu ve var
olacağını düşünmek çok şarklı ve alaturka bir yaklaşım. Bir
gazeteci, ancak ve ancak yazının gücünü kullanarak bir yerlere
gelebilir! Eğer bunun dışında bir geliş yöntemi varsa, mesela AKP
ile benden çok daha iyi ilişkileri olan tonlarca gazeteci var!
Onlar çok daha rahat gelebilirlerdi. Kaldı ki benim, AKP ile çok
ciddi anlamda ilişkim de yok.
Bunların yazılıp çizilmesi rahatsız etti mi sizi?
Çok fazla yazılıp çizilmedi, konuşulmadı aslında... İnternette
yazılıyor ama çok yaygın bilinen meseleler değil... Bakın, biz
gazeteciler, şeffaf bir iş yapıyoruz ve gazetecinin, yaptığı işe
bakılır. Bu adam ne yazmış kardeşim?.. Sabah gazetesinde ne
yazmış?.. Hürriyet gazetesinden ne yazmış?.. Yazılar, tek tek
çıkartılır arşivden ve bakılır. Bu kişi, bulunduğu gurup ile
hükümet arasında iş takipçiliği mi yapmış? Yazıları ile hükümeti mi
savunmuş? Hükümetin yaptığı her yanlışa, "Doğru" mu demiş?
Propagandacı gibi mi davranmış? Bunlara bakılır ve varsa böyle
örnekler, "tak, tak, tak" ortaya konur ve biz de keseriz
sesimizi... Ama, öyle bir şey yok!..
YANLIŞ MUHALEFET ERDOĞAN'IN İŞİNE YARIYOR
Türban, yine gündemimizde... İslami cenahı iyi bilen biri olarak,
sizce, Başbakan Erdoğan'ın toplumsal mutabakat gözetmesi, AKP'nin
tabanını küstürebilir mi?
Olmaz... Çünkü Türkiye'de, AKP'ye muhalefet eden çevreler hâlâ din
üzerinden muhalefet ediyorlar. Laiklik bağlamında, Atatürkçülük ve
irtica bağlamında muhalefet ediyorlar. Bence Tayyip Erdoğan'ın en
büyük şansı bu... Çünkü, CHP ve diğer muhalif kesimler din
üzerinden ve laiklik bağlamında muhalefet ettikçe Tayyip Erdoğan
ile dindar kitle arasındaki büyülü bağ bir türlü çözülemiyor,
çözülmüyor.
Peki, türbana alternatif olarak gösterilen ılımlı örtünme
önerilerine nasıl yaklaşıyorsunuz?
Bu tür yaklaşımlar, insanların kişiliklerini hesaba katmıyor!..
Kişilik ezerek, "Böyle giyinirsen gelirsin, yoksa olmaz!" tarzında
yaklaşımlar, yanlıştır. Böyle çözüm bulunacaksa, hiç bulunmasın
daha iyi. Çözülecekse, adam gibi çözülmeli ve insanlar, nasıl
giyineceklerine kendileri karar vermeli...
Türbanın siyasi bir simge olduğunu iddia edenlerin, sizce hiç
haklılık payı yok mu?
İnsanların neden türban taktıklarını bilmiyorum. Kimler inançları
gereği takıyor, kimler siyasi simge olsun diye, bunu da
bilemeyiz... Öyle bir ölçüm yöntemimiz yok. Kaldı ki, ister inancı
gereği taksın, ister siyasi simge olarak, bence sınırlanmamalı.
Siyasi simge olması, yasak getirmenin gerekçesi olamaz. İnsanlar,
siyasi simgelerini de kamu alanında rahatlıkla sergileyebilmeli.
Üstelik ben, kırmızı kaşkol takan Marksistlerin kamu alanına
girmeleri yasaklansa da aynı tepkiyi veririm. Ve hepimizin, aynı
tepkiyi göstermesi gerekir.
"Türkiye'de bazı şeylerin çivisi çıkmış durumda... Ekrana çıkıyor
ve adam gibi haber sunuyorsunuz. Ciddi bir iş yapıyorsunuz. Ama
Türkiye'de, size, zaman zaman film yıldızı muamelesi yapılabiliyor.
Yanlış bir şey... Ama maalesef, bunu kışkırtan meslektaşlarımız da
oldu."