AHMET HAKAN ÇOK KIZDIRACAK! 

Abone ol

Vakit'e niçin "terbiyesiz" dedi? Hıncal Uluç'a neden dokundurdu? Nasıl gazeteci oldu? Nazım Alpman'ın röportajı

Hürriyet gazetesinde yazmak, yazarlar açısından “özel bir yerde” konuşlanmak anlamına gelir. Çetin Altan “Bab-ı ali 40 odalı bir konaktır” diye tanımladıktan sonra Hürriyet’in yerini tespit için “balkonlu oda” demeyi ihmal etmez. TGRT ve Kanal 7’den gelip “balkonlu oda”nın müstesna bir köşesine yerleşen Ahmet Hakan, gazetenin “yükselen yıldızı” olma yolunda hızla ilerliyor. Bekir Coşkun, Emin Çölaşan, Oktay Ekşi, Tufan Türenç, Yalçın Bayer, Özdemir İnce gibi “laik damarları” güçlü yazarlar arasında “ters yönden” gelen bir kalem olarak kaybolmak bir yana giderek parıldıyor.

Yüksek sesle söylemeseler da basının kurtları, genç meslektaşları için özel sohbetlerde “ valla çok güzel kalemi var” hak teslimini yapıyorlar. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından bu yıl “en iyi köşe yazısı” dalında büyük ödülün Ahmet Hakan’a verilmesi de, onun yeteneğine şapka çıkartıldığını göstermiyor mu?

Ahmet Hakan ile onun Teşvikiye’deki evinde görüştük. İstanbul’un “sosyetik” semtinde yaşamak Hürriyet’le beraber gelen bir tarz değişikliği olabilir miydi? Öyle ya, onun şöhrete ulaştığı eski mahallesindeki “sivri dişli kalemler”, başarılı gazeteci için “dönek” diyerek yükleniyorlardı. Örneklemeler arasında yaşam mahalli de gösteriliyordu. Acaba bu “eleştiriyi” ne kadar hak ediyordu? Kendisine bunu hatırlattığımda güldü:

“Ben Teşvikiye’ye sekiz yıl önce taşındım. O zaman da Kanal 7 çalışıyordum!”

Teşvikiye’ye uzanan yolun en başına dönüp, onun okul yıllarına gittik:

“İlkokul’u değişik yerlerde okudum. Babam devlet memuru olduğu için sürekli yer değiştirdik.”   

-Küçükken kafanda gazetecilik var mıydı?

“Yoktu aslında. Gazeteciliği meraklı değildim. Yetiştiğim çevrede, etrafımda bana rol model olacak insanlar yoktu. Daha çok öğretmenliğe ve yazar – çizerliğe merakım vardı. Meslek olarak öğretmenlik ön plandaydı. Anlatmayı seviyordum. İkincisi de yazarlık. Bir şeyler yazarım diye düşünüyordum.”

-Nasıldı kalemin?

“Hikâye yazıyordum. Öykülerim vardı. Lise son sınıfta yazmaya başladım. Üniversitede de devam ettim. Bazı edebiyat dergilerinde yayınlandı hikâyelerim. Literatürü iyi takip ederdim.”

-Onu yazılarından hissediyoruz zaten. Liseden mi başladın İmam-Hatip’e?

“Ortaokul 1 den başladım.”

-Gönüllü mü gittin, yönlendirildin mi?

“İlkokulu bitirmiş bir çocuğun seçme şansı olmuyor. İstemeye istemeye gittim de diyemem. Kendi seçimim de diyemem. İlkokulu bitirmiş bir çocuk için bunları söylemek fazla iddialı olur. İçinde bulunduğunuz o kültürel çevre sizi oralara doğru yönlendiriyor, siz de bunu hiç yadırgamadan o yönlendirmeye uyum sağlıyorsunuz. Babam lisede öğretmendi.”

-O zaman babandan da esinlendin. Rol modelin babandı yani.

“Baba ve öğretmenler…”

-Annen seni hayatında nasıl etkiledi?

“Ailemle çocukluğumdan beri mesafeli bir ilişki kurdum. Çok yakın ve sıcak bir ilişkim yoktu; fakat her ailede olduğu gibi karşılıklı etkileşimler oldu.”

Ahmet Hakan ülkenin en tartışmalı eğitim kurumlarının başında gelen İmam Hatip Liseli bir gazeteci. Şimdi çok uzaklarda kalsa, bu okulların “kalıcı etkileri” yadsınamaz. Özel koşulları farklı bir kültür oluşturuyor. Bu koşulların onun hayatındaki izleri merak konusu… Acaba bu kadar yıl sonra İmam Hatip yıllarını nasıl değerlendiriyordu?    

İMAM HATİP LİSESİ İNSANI SOYUTLUYOR
 

İmam Hatip sana ne kazandırdı veya ne kaybettirdi?

“Bana çok şey kazandırdı. Öyle düşünüyorum. Eğer hayata, toplumlara, insanlara farklı açılardan bakabilme becerisini geliştirmemiş olsaydım bunun bana çok büyük zarar vereceğini düşünürdüm. Fakat ben oradan sıyrıldım. Hayata farklı bakabilmesini öğrendim. Değişik ilgi alanlarına yöneldim. Toplumun değişik kesimleriyle iletişim kurdum. Dolayısıyla o benim için zenginlik kaynağı oldu. Benim için artı puandır!”

-Nasıl bir öğrenciydin?

“Çalışkan, iyi bir öğrenciydim. Fakat İmam Hatip’te okumak herkes için aynı sonucu vermez. Benim zenginlik olarak nitelendirdiğim şey, başkaları için aynı anlamı içermez. Kayıp yıllar olarak değerlendirenler olabilir.”

-Öyle gören arkadaşların var mı?

“Öyle olan yok da, benim öyle olduklarını düşündüklerim var. Öyle olanlar da var tabii. Toplumun değişik kesimleriyle ilişki kuramadığınız zaman, o okul sizi toplumdan soyutlayan, toplumun tek taraflı hayatına tıkayan bir okul haline dönüşüyor. Ondan sıyrılabilirseniz, avantaja dönüştürebilirsiniz. O biraz da sizin kişisel becerinize kalmış bir şey. Aslında bu okullar çocuklar kişisel becerisine bırakıyor toplum içinde doğru dürüst var olmayı. Bu da kötü bir şey. Beceren için iyi bir şey, beceremeyen için kâbus oluyor. Benim bu okullarla ilgili eleştirilerim de zaten bu noktada.”

Ahmet Hakan öğrencilik yılları boyunca yaşıtları gibi sporla, taraftarlıkla pek içli-dışlı olmamış. Enerjisini edebiyat alanına yoğunlaştırmış. Ama kıvamında bir Galatasaraylılık kalmış.
 

-Kanal 7 macerası nasıl başladı? Biz seni öyle tanıdık çünkü.

“Ben daha önce çeşitli gazetelerde çalıştım. Yerel gazetelerde, Ankara’da…TGRT’de ve yerel gazetelerde çalışmıştım. Büyükçekmece’de Hür Bakış’ta çalıştım. Günlüktü… Gazeteyi ben çıkartıyordum. Her şeyini ben yapıyordum. Yazı işlerini, Genel Yayın Yönetmenliğini. 22 yaşındaydım o zaman.  İki yıl sürdü. Yazı yazma alışkanlığını oradan kazandım. Sonra, iki yıl  Türkiye Gazetesi  Radyo Televizyon’u (TGRT-şimdi FOX oldu) çalıştım.”

-Ne yaptın orada?

“Yankı isimli bir haber programı yapılıyordu. Orada muhabirlik yapıyordum. Anadolu’yu dolaştım. Boğaziçi’nden bir Doçent vardı, o sunuyordu. Biz hazırlıyorduk, sunuyordu. Sivas’a gittim, 1 ay orada kaldım. Politik haberler yapıyordum. 1993 yılında, olayların sıcaklığının devam ettiği günlerde.”

Sivas Olayları için kente gittiğinde çok farklı düşüncelerle dönüyor. Olayların Sivas dışından getiriler “bir avuç çapulcu” tarafından çıkartıldığını düşünüyormuş. Ama olayların bütün taraflarıyla konuştuktan sonra, düşüncesi değişiyor:

“Sivaslılar girmişler bu işin içerisine. Büyük bir talihsizlik. Büyük bir pespayelik var. Kimse de çıkıp ne yapıyorsunuz dememiş. Gaflet, delalet vardı.”

İSLAMCI MEDYANIN ALİ KIRCA’SI 

-Kanal 7’ye ne zaman geçtin?

“1994’te geçtim. Çok sevdiğim Prof. Dr. Nabi Avcı çağırdı.  Şimdi Başbakan’a danışmanlık da yapıyor. Ben aslında 32. Gün benzeri bir haber programı yapacaktım öyle anlaştık. Önce haber merkezinde 1 – 2 ay muhabirlik yaptım. Daha yeni kurulmuş bir kanal olduğu için imkânları çok da kısıtlıydı. Boşluk olduğu için haber merkezinde çalıştım. 3 – 4 ay sonra da haber müdürü oldum. Haberleri sunacak birine ihtiyaç duyuldu. Bana dediler, birini bulana kadar sen geç diye. Hiç de aklımda yoktu aslında.”

O zamana kadar hiç ekran önünde haber yapmadın mı?

“Yapmadım hiç. TGRT’de de yapmadım. Alan muhabirliği de yapmadım. İlk defa orada ekran karşısına geçtim. Promter cihazı da yoktu, tamamen doğaçlama. Doğaçlama yapmak zor tabii. Sonra imkânlar gelişti, bu 1 ay falan sürdü. Sabahtan benim hazırladığım haberlerdi. Şaşırıyordum ama çok da başarılı değildim.”

-Türkiye’ye de Ahmet Hakan’ı armağan etti. Seni Ali Kırca’ya da benzettik.

“Özenmiyordum, öykünmedim ama öyle oldu. Ama tabii etkileniyordum. Türkiye’nin en iyisiydi o zaman. Şimdi Türk televizyon haberciliğinin içine girdiği dejenerasyondan mecburen payını alıyor. Ama o zaman 1 numaraydı!”

Kanal 7’den ayrılık nasıl oldu?

“Artık görevimi tamamlamış hissediyordum kendimi. Bir grup zorlu mücadelelerin içinden geçildi. Amatör bir heyecanla başladı. Sonra git-gide profesyonelleşti. Kanal 7 baskılar gördü. O dönemlerde ben hep orada kaldım. Kanalın genel çizgisinin getirdiği siyasal mücadeleyi hiç aksatmadım, onu da yaptım. Kanal 7 de ortalama bir televizyon kanallarından biri haline geldi. Eskiden daha misyon sahibi bir kanalken şimdi daha ortalama bir TV kanalı oldu. Ben de ortalama bir TV kanalında haber sunma işini sürdürmeli miyim, sürdürmemeli miyim noktasına geldim. Kanalın yöneticileri de böyle düşündüler.”

-Haber sunarken aynı zamanda Sabah’ta yazmaya başlamıştın, Kanal 7 sıkıntı yarattı mı?

“Kendi kişisel duruşunuzu koruyacaksanız her zaman belalı bir iştir. Dolayısıyla hem haber sunmak hem de yazı yazmak iki işi birden zorlaştırıyor. Bunların yarattığı sıkıntılar oldu. TV’de haber sunan adam kendi görüşlerini aktarmıyor, moderatörlük yapıyor sonuçta. Ahkâm kesmiyorsun. En fazla senin siyasal duruşunu belirleyen şeyler senin sorduğun sorular olabilir. Ben de her Türk gazetecisinin sorduğu soruları soruyordum aslında. Haber sunanın adamın ilişki biçimiyle, gazete yazısı yazan adamın ilişki biçimi aynı olmuyor. Gazete yazısı yazan adam her zaman kötü eleştiriyle karşı karşıya kalabilir; ama haber sunan adam için böyle bir şey söz konusu değil. İkisi arasındaki mahiyet farkı bir takım problemlere neden olmuş olabilir.”

Bu işi yaparken mutlaka diğer kanalları da izliyordun. Beğendiklerin kimlerdi?

“İki ismi çok önemsedim. Halen de tavrım devam ediyor. Ali Kırca ve Mehmet Ali Birand. Bizim öncülerimizdir. Bir rol model olarak önemsediğim iki kişidir.”

-Sabah da büyük bir gazete, Hürriyet de. Fakat Hürriyet’te yazdıklarınla daha fazla ses getirdin. Sabah’ta da aynı kamuoyu yaratabiliyor muydun?

“Sabah’taki dönemimi biraz stajyerlik dönemi olarak gördüm. Sabah’ta piştim, Hürriyet’te daha rahat hissettim. Gazetelerin de etki güçleri farklı oluyor. Her gazetenin de kendine göre bir etkileme gücü var. Hürriyet’te yazdıklarım daha fazla ön plana çıkıyor. Hürriyet öyle bir gazete. Onun etkisi de vardır.”

POLEMİKLERİM İŞE YARIYOR 

-Objektif habercilikten gelen biri olarak çok polemikçi bir yazar olarak ortaya çıktın. Yazıların internet sitelerine konuyor. Nasıl oldu bu? Soru işaretleri çok olan biri gibi gözükmüyordun.

“Yapay bir şekilde polemik olsun da gündeme geleyim diye tartışma çıkarmadım hiçbir zaman. Benim tartıştığım insanların yüzde 95’i tartışmayı başlatan yazıyı yazmıştır. Bu kadar iddialı konuşuyorum. Rahatsız değilim, evet polemikçiyim!.. Bu adam polemik çıkarmak için tartışma yaratıyor, gündeme gelmek için cümlesi beni rahatsız eder. Mesela, bu adam kendisiyle ilgili bir şey söyleyene adıyla sanıyla cevap veriyor dense ben hiç rahatsız olmam. Bab-ı Ali’de çeşitli gelenekler var. Kimisi kendisine sataşana hiç cevap vermez. Kimisi isim vermeden cevap verir. Ben bunların dışında daha çağdaş bir tutumu takınıyorum. Ben isim verme taraftarıyım. Bütün bunları topladığınızda sizin polemikçi olduğunuz ortaya çıkıyor. Ben de bu imajı yıkmak için çok da çaba sarf etmiyorum. Ben kendim, ne olduğumu biliyorum.”

-Zaman zaman ben buna uzun uzun yazacağıma şuna bir mektup yazayım dediğin oluyor mu?

“Yok, ben kamu önünde yapıyorum tartışmayı. Kamuyu hiç ilgilendirmeyen bir mevzu olsa, evet… Hıncal Uluç, Lübnan’daki kraliçenin başını açık olmasıyla, bizim liderlerimizin eşlerinin başlarının kapalı olmasıyla kıyaslayıp oradan bir sonuca varıyorsa ve ben de ‘Hıncal Uluç burada yanılıyor’ diyorsam, ben ona mektup yazmıyorum aslında, onun üzerinden bir siyaset tartışması yapıyoruz. Kişiselleştiği zaman da önemli, çünkü o zaman da bir takım insanları deşifre ediyorsun.  O tartışmaların her biri işe yarıyor bence.”

MUHATAPLARIM BENİM SEVİYEMDE DEĞİL

-Peki, muhataplarından memnun musun?

Hiç memnun değilim. Çünkü Ben biraz matematiksel yazmaya çalışıyorum bir formüle oturtmaya çalışıyorum yazdıklarımı. Önce bütün seçenekleri sayıyorum. Sonra bu seçeneklerin kabul edilebilir olanlarına vurguyu yapıyorum. Sonra kendi seçeneğimi koyuyorum ortaya. Bu yazı stili, muhatapları cevap vermekte zorluyor. Bu tür bir yazı stiliyle karşılaşan mutahap, fikri bir açıkla karşılaşmadığı için, kişiselleştirerek meseleyi halletmeye çalışıyor. Ben diyorum ki, senin söylediklerin şunlardır, söylediklerinde şu ve şu boşluklar vardır. Adam da bana şunu demesi gerekir. Senin yanlış dediklerin bu nedenlerden dolayı yanlış değildir. Hâlbuki böyle demek yerine, Ahmet Hakan dönek demeyi tercih ediyor. Böyle olunca tartışma devam etmiyor. Ben biraz mihazi, ironik bir üslup kullanıyorum. Aynı tarzda karşılık gelmemesi, hoş tartışma çıkmasına da engel oluyor. En munis kabul ettiğimiz adamlar bile benimle tartışırken kabalaşıyorlar!”

Düzey farkımız var diyorsun?

“Evet, var; ama keşke olmasa. Bu sadece gazetecilerle sınırlı da değil. Söz konusu ben olunca siyasiler bile kabalaşıyor. Dönek falan diye başlıyorlar.”

-Renkli hayatlar dünyasından olanlar da var. Onlara niçin takılıyorsun?

“Yazı yazarken benim için hayatın her alanı ilgiye değer. Çevremizde ne olup bittiğini görüyoruz. Dolayısıyla ben renkli hayatları da ilgiye değer buluyorum. Benim yapığım şey bu hayatın, magazin dünyasının kendine özgü bir dili var. Orada insanlar birbirlerine aynı üslupla yaklaşıyorlar. Bir magazin şahsiyetiyle, bir magazin gazetecisinin konuşma şekli aynı. Ben bu üslubun dışından bir şeyler söylemeye çalışıyorum. Bu da arıza çıkartıyor. Nasıl bir karşılık vereceklerini bilmiyorlar. Hâlbuki onların alıştıkları dilden bir karşılık versem, nasıl cevap verecekleri belli. Bir çıkmaza giriyorlar.”

-Hürriyet’e geçtiğin dönem senin için şöyle dedikodular dolandı: AK Parti’ye kontenjan açıldı. Bu iddialara ne demiştin, ne diyorsun?

“Ben gülüp geçiyorum, çok saçma bir şey. Biz gizli kapaklı bir iş yapmıyoruz. Yazı yazmak ve televizyonda program yapmak dışında bir faaliyetim yok. Bu tür şeyler kafanızdan geçebilir. Sonra bakarsınız, bu kontenjandan girmiş adam, öyle mi davranıyor, öyle mi yazıyor. Ben iktidarı da sert bir dille eleştiriyorum yeri geldiğinde. Bana Hürriyet’ten teklif geldiğinde, teklifi getirenlere şunu dedim: Benim Başbakanla aram iyi değil, bakanlarla hiç iyi değil. Sana bunun için teklif etmiyoruz yazarlığı dediler.” 

VAKİT TERBİYESİZLİK YAPIYOR

-Numaralı bir yazı stili oluşturdun. Ders notları, yasa maddesi gibi sıralıyorsun. Buradan yola çıkarak, kalıpları olan biri misin?

“Kafası net biriyim. Bir meseleyi ele alırken netleştirme taraftarıyım. Karmaşık bir meseleden net bir sonuç çıkartma çabası içindeyim. O da o stile yansıyor. Emin değilim doğrusu neye hizmet ettiğine. Yeri geldiğince sürdürüyorum, abartmadan. Kafası karışık biri olarak gözükmek istemiyorum. Bir konuyla ilgili net bir fikrim, tutumum yoksa o konuyla ilgili yazmamaya çalışıyorum. O stile o netlik yakışıyor belki de…”

-Senin cephen çok geniş. Hürriyet Gazetesi’nde olduğundan muhatapların var. Siyasetçiler var, Muhalefet Partileri var. Bir yandan da islamı referans almış yayın organları var. Onlarla da hem pozisyonun hem de fikirlerin itibariyle tartışıyorsun. Bu seni ne kadar zorluyor?

“Herhangi bir belaya bulaşmamak için yeteri kadar zekâya ve kıvraklığa sahip olduğumu düşünüyorum. Fakat bu dürüst bir şey olmuyor! Yazı işine girdiğin zaman bunları göze alacaksın, yoksa yazıya ihanet ediyorsun. Yazının bir namusu var. Yeni Şafak’ta gördüğüm bir duruma müdahale etmezsem, Milliyet’te gördüğüm bir habere de müdahale etme hakkına da sahip olmamalıyım diye düşünüyorum. Hesap kitap içinde olmamalıyım. Aksi takdirde bu işi yapmayacaksın. Elini korkak alıştıran tipte bir yazar olmak istemiyorum. Sonuçlarını biliyorum, göze alıyorum, her cephede savaşıyorum. Bunu da çok kahraman bir adam olayım diye de yapmayacaksın.”

-Vakit’le epey başın dertte o konuda?

“Bunların İslam adına yaptıkları savunma biçimi benimle örtüşüyor mu, hayır örtüşmüyor. Ben apayrı bir noktadayım. Onlar apayrı. Kişisel olarak kimsenin inancını yargılamak benim işim değil. Yadırgadığım nokta şu: Müslüman olmak, dindar olmak her şeyden önce ahlaklı olmaktır. Müslüman’ı şöyle tarif eder hadis. ‘Müslüman, başka insanların elinden, dilinden zarar görmeyecek bir insandır.’ Böyle tanımlanıyor, ilk tanım. Başka insanlara zarar vermeyeceksiniz. Hz. Muhammed’in ilk sıfatı ‘Emin’dir. Böyle bir anlayışın sözde bayraktarlığını yapan yayın organının üslubunun nasıl olması gerekir. Ama senin davanın öngördüğü üslupla senin üslubun dağlar kadar fark var. Sen insanlara hakaret ediyordun, etnik kökenleri nedeniyle, dini inançları nedeniyle aşağılıyorsun. Yazılamayacak kelimeler yazıyorsun, bir takım cinsellik içeren göndermeler yapıyorsun, terbiyesizlik yapıyorsun. Senin inandığın din böyle mi savunulacak?

-İnsan hakları konusunda parlak bir sicili yok, katılıyor musun?

“Türkiye’de insan hakları konusunda çifte standart var. Kendi saflarından gelmeyenlerin haklarını görmezden gelebiliyorlar. Böyle bir hastalığımız var. Bu sadece sola özgü bir hastalık değil, İslami kesimde de var. Bunu aşılması lazım. Ayrıca o gazete Metin Göktepe davasında onu öldüren polisleri savundu. Manisalı gençler davasında yine polisleri savundu. Vakit, İslami kesimi temsil eden bir gazete değil!”

Söyleşi siyasetten yorgun düşüyordu ki, başka alanlara kaymak şart oldu. Ahmet Hakan “özel yaşam” konusundaki bazı sivri sorularımı “bunlar insan haklarına aykırı” diyerek yanıtlamayacağını söyledi. Haklıydı. Çünkü o halka vaatlerde bulunarak oy isteyip seçimli bir yere gelmiş kamusal kişiliği olan biri değildi. Turizm, tatil ve coğrafyaya geçtik:

-Bu ülke yaşanır dediğin yerler var mı?

“Bir süre kalınabilir dediğim Londra var. Düzenli, oturmuş bir şehir. Durgun bir havası var ve bana uygun.” 

HINCAL ULUÇ GİBİ OLMAYACAKSIN

-Tatillerini nasıl değerlendiriyorsun? Senin gibi sıralayayım: a) Kum deniz b) Değişik coğrafyalar c) Kültür, tarih turizmi d) Hiçbiri?

“Hiç biri…Planlı tatil yapmıyorum. Düzenli ve planlı bir tatil yapmıyorum. Bodrum’a gidiyorum, Asos’a gidiyorum bir süre. Londra’ya gidiyorum. Bazen İtalya’ya gidiyorum. 3 – 4 yıldır  Nevroz’a Diyarbakır’a gidiyorum. Yozgatlıyım, her sene Yozgat’a giderim.”

-Televizyon programın mı yoksa gazete mi seni daha fazla tatmin ediyor?

“Elbette gazete yazarlığı! Öbürü bir tür moderatörlük. Oraya toplanan insanlarının anlaşılabilir olması için çaba sarf ediyorsun. Televizyon ekip işi. Ekibe ihtiyaç var. Kendisi ifade etmesi bakımından yazı yazmak daha ‘doğru’ ya da daha tatmin edici bir alan.

-Köşende özyaşamsal anekdotlar olacak mı?

“Ben hiç otel, motel yazıları yazmıyorum. Böyle Hıncal Uluç gibi hep pohpohlayarak yazmayacaksan, eğer eleştireceksen…  Onda bir sakınca görmüyorum!”

-Devletimizi koruyalım, yıpranmasın görüşüne nasıl bakıyorsun?

“Yanlış buluyorum ben. Evrensel habercilik ilkeleri açısından bakıyorum. Haber doğru mu, yanlış mı. Yoksa devletin çıkarlarına uyuyor mu uymuyor mu diye bir ölçüt getirilemez. Devletin ve milletin çıkarlarının nerede olduğu konusunda bir itilaf vardır ve bu itilaf çok doğru bir şeydir.”

ERDOĞAN ÇANKAYA’YI KAFASINA KOYDU

-Yabancı bir gazeteci gelse ve dese ki, Cumhurbaşkanı kim olmalı?

“Kim olmalı ve kim olacak, ikisinin de cevabı farklı olur. Önce olacak üzerinden bir cevap vereyim. Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olmayı kafasına koymuş durumda!.. Fakat tek istikamet cumhurbaşkanlığıdır şeklindeki yaklaşımını da kamuya yansıtmamaya çalışıyor. Evet, olmak istiyor; ama karşılaşacağı direncin boyutuna göre de başka bir Yol izleyebilir. Toparlarsak en yakın ihtimal Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasıdır, kendisinin bile tahmin etmediği bir dirençle karşılaşırsa başka bir yola sapma ihtimali var.

-Her söyleşide son söz konuğundur…

“Şunu söylemek isterim, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) yılın köşe yazarı ödülünü bana verdi. Bu çok önemli çünkü; ürüne ödül veren yegâne kuruluş TGC’dir! Beni çok onurlandıran bir ödül oldu.

Günün Önemli Haberleri