Ağzıyla kuş tutsa yaranamıyor

Abone ol

Yandaş medya etiketlenmesinden hayli müzdarip olanlardan biri de Ahmet Kekeç. Yenişafak yazarı tren kazasından hareketle tartışmaları okurlarıyla paylaşılıyor.

Yandaş medya tartışmasından hayli canı sıkılan Yenişafak Yazarı Ahmet Kekeç, bugünkü yazısında da örneklemelerle konunun tartışmanın derinine iniyor: "Öpsün seni Zeki Müren!" Ne yaparsan yap; "yandaş medya" etiketinden kurtulamıyorsun. Hükümet politikalarını da eleştirsen, "tezkere" oylamasında olduğu gibi en sert muhalefeti de yapsan, durum değişmiyor. Hadi, yandaş medya yakıştırmasını bir yere kadar kabul edelim; çünkü gazeteniz, tavrı, duruşu, manşete çektiği haberlerle zaman zaman (istemese de) böyle bir görüntü veriyor. Bunun, bir angajmana işaret etmediği, bir "editoryal tercih" olduğu, hükümetin sivil alanı genişletme çabaları (en azından bu yürütme döneminde) geniş kitlelerin talepleriyle örtüştüğü için, doğru bir tercih olduğu bile söylenebilir. Neyse, bu gazete yöneticilerinin sorunu; varsa bu konuda bir rahatsızlıkları, çıkıp açıklamasını yaparlar. Fakat, işin bir de "yazarlar" boyutu var. Bir sorumluluğunuz olmasa da, gazetenin editoryal tercihleri sizi bağlamasa da, değil mi ki "yandaş" suçlamalarına muhatap bir gazetede çalışıyorsunuz, siz de en hafifinden "yandaş yazar"sınız. O zaman, birtakım zevat, "neyi yazmadığınıza" bakarak hakkınızda hüküm çıkarabilir, olmadık suçlamalar yöneltebilir. Örneğin, yazdıklarında "ironi" vehmeden terbiyesizin biri, günün birinde karşınıza çıkıp, "Tren denince aklınıza öpsün seni Zeki Müren mi geliyor?" diye sorabilir. Dahası, Pamukova'daki hızlandırılmış faciayı yazmadığınız (bakın, "hızlandırılmış" diyorum; nasıl çatır çatır laf geçiriyorum), hükümete yüklenmediğiniz, ne bileyim Başbakan'ı, Ulaştırma Bakanı'nı, TCDD Genel Müdürü'nü, raylardan sorumlu teknisyenleri, makinistleri filan istifaya davet etmediğiniz için, sizi itin bilmem neresine sokar. Ardından, Nuray Mert'in paralel suçlamaları havi yazısını servise koyar, "Bakın, Nuray Mert sizi deşifre ediyor" diye. Bu tecessüs her zaman korkutmuştur beni. Neyi yazdığınızı değil, neyi yazmadığınızı, hatta "yazamadığınızı" kollayan, oradan hüküm çıkaran hastalıklı ruh hali... Hayır, Nuray Mert için söylemiyorum. Nuray içtenliğinden, samimiyetinden kuşku duymadığım; en azından ithamlarının hafiye merakından kaynaklanmadığını bildiğim bir arkadaş. Arkadaşım hatta. Dörtlü masada biraraya gelirsek, mahut kazayı izinli olduğum hafta içinde idrak ettiğimizi, dolayısıyla teknik olarak yazma imkanım olmadığını, kaza hakkında herşey yazıldığı/söylendiği, neredeyse didiklenmedik tarafı kalmadığı için de, ilk yazı günümde o gün için daha ehemmiyetli gördüğüm bir başka meseleyi köşeme taşıdığımı anlatır, konuyu bağlarız. Fakat, önyargıların iğvasından çekindiğim için, geç de olsa yazmak zorundayım. Belki bu vesileyle, "Tren denince aklınıza öpsün seni Zeki Müren mi geliyor?" diyen ironik arkadaşı da tatmin ederiz. Elimde hiçbir teknik bilgi, bulgu, veri yok. Kaza makinist hatasından mı kaynaklandı, yoksa konvansiyonel ray sisteminden mi? Bunu da bilmiyorum. Bunu, günlerdir köşelerinde ahkam kesen, hatta "suret-i hak"tan görünüp Pamukova'dan yeni bir "Susurluk", hatta yeni bir "28 Şubat" süzmeye çalışanlar da bilmiyor. Fakat, hissiyatım, kazadan ilgili bakanlığın (makinist hatası olsa bile) sorumlu olduğunu söylüyor. Çünkü adı üstünde, "Hızlandırılmış tren." Belki de önce "hızlı" olabilmesinin teknik, lojistik, rasyonel koşullarını hazırlamak gerekiyordu. Ama insan hayatının bu kadar ucuz olduğu bir ülkede, kim takar bilimi, tekniği. Hele, bağımsız inceleme komisyonları çalışmalarını tamamsın, raporunu yazsın, o zaman bakarız... Bakalım o zaman kimler neyi yazmıyor

Günün Önemli Haberleri