Başarılı yapımcı Acun Ilıcalı çok çarpıcı itiraflarda bulundu. Başarılı gazeteci Cengiz Semercioğlu'na içini döken Acun Ilıcalı özel hayatı, kariyeri ve çok özel bilgileri Cengiz Semercioğlu ile paylaştı. İşte o röportaj 'Türkiye’de “Survivor” yapıyordun. Sonra Yunanistan’da da yapmaya başladın... - Yunanistan’daki başarıdan sonra, dünyada karşılığımız olduğunu hissettim. Bunu rakamlar da gösterdi. Yunanistan’da 65 share yaptık geçen sene. 65 share’i Yunan televizyonları hiç görmemiş mesela. Bu aklın almayacağı bir başarı oldu orası için. Yunanistan’da hangi günler yayınlanıyordu? - Beş gün. Her gün mü 65 share alıyordu? - Evet, her gün. Son 2 ay boyunca her gün 65 share aldık. Bu da bana şöyle bir güven verdi; demek ki yaptığımız bu prodüksiyonun yurtdışında karşılığı varmış. Mutluluk verici bir olay tabii bu da. Ondan sonra dünyaya açılmaya karar verdim ve Meksika’ya gittik. Orada programın adı “Exathlon” oldu değil mi? - Evet... Meksika’da ilk denememizi yaptık. Ülkede hayat durdu bir anda ve herkes “Exathlon”u seyretti. Türkiye’de yaptığımız “Survivor”, Amerika’dakinden farklı. Amerika’da haftada bir kere, adada yaşanan macera üzerine bir yayın var. Bizimki zaten bir spor olmuştu yıllar önce. 7-8 yıl önce biz bu işi spor açısından yapmaya başlamıştık. Meksika’da bunu tamamen spora çevirdik. ‘Sports reality’ adı altında “Exathlon”u yaptık orada. Karşılığı aşırı yüksek olunca, bütün Amerika kıtası ilgilenmeye başladı. Latin mi? Kuzey mi? - İkisi de... Önce Kolombiya ile anlaştık. Bugünlerde de Arjantin’le sözleşme imzalayacağız. Ama en önemlisi Telemundo kanalı. Telemundo’yu Amerika’ya açılmanın yolu olarak mı görüyorsun? - Aynen. Telemundo ile anlaşma imzaladık. Amerika’da her evde olan bir kanal. İspanyolca konuşan 70 milyonun seyrettiği 1 numaralı kanal Telemundo. Aldığı reytingler NBC’ye çok yakın. Böyle bir kanalla anlaşma imzaladık. Bu sana Amerika kapısını açacak mı? - Açacak zannederken, Amerika bize geldi. Amerikan Fox kanalı, bizi Los Angeles’a çağırdı. Kariyerimde benim için en gurur verici toplantılardan biridir bu... Fox’taki tüm içeriklerin başındaki adam, Rob Wade. Meksika’daki “Exathlon”un Amerika’dakilerden hiçbir farkı olmadığını, kalite olarak çok yukarıda olduğunu ve dili anlamamasına rağmen çok iyi bir enerji aldığını anlattı. Fox’la masaya oturmak büyük iş... Heyecanlanmadın mı? - Sadece gururlandım... Düşün, Fox binasına girdikten sonra adamın odasına yarım saatte gidiyorsun. Adamlar “Bunu nasıl yaptınız?” diye hayretler içindeydi. Biz de bu işi 10 yıldır yaptığımızı anlattık. “Türkiye’de televizyonculuk bu kadar gelişti mi?” diye sordu Rob Wade. Biz de “Tekniğe çok yatırım yapıyoruz, bu işe çok kafa yoruyoruz” dedik. Çok ciddi ilgilendiklerini anlattı. Projeyi konuştuktan sonra bizimle tekrar temasa geçtiler. Önümüzdeki sene haftada 3 gün ikişer saat yayınlamayı düşündüklerini söylediler. Fox’un hiç yapmadığı bir şey bu. Önümüzdeki hafta Dominik’e gelecekler... Bu işin kırılma noktası neresiydi peki? Senin Dominik’te iyi bir set-up kurman mı? - Türkiye’deki televizyonculuk çok gelişti. Ben burada her gece 6-7 diziyle rekabet ede ede, içeriği başka bir boyuta taşıdım. Bizim ürettiğimiz ürün, her ne kadar sen çok seyretmesen de, şu anda çok başka bir boyuta geçmiş durumda. “Survivor”da seyrettiğiniz montaj, çekim ve oradaki ortamı ekrana yansıtma yeteneğimiz, bu kadar diziyle boğuşurken gelişti. Karşımızda her gece 6-7 dizi var. Bunlar dünya çapında diziler. Ortalama 1-1.5 milyon maliyetleri var. 2 milyon liraya çekilenler de var aralarında. Buna rağmen haftada 3 gün birinci oluyoruz. Kaçıncı yılımızdayız? 10’uncu... 10 yıla böyle gelebilmek için “öyle yapalım, böyle yapalım, şunu yapalım” derken kendimizi fazla geliştirdiğimizi düşünüyorum. Son yıllarda takip edemesem de, senin işlerinin bir kurgu harikası olduğunu başından beri biliyorum... - Aynen. O “Acun Firarda”dan gelen bir şey. Aynı kurgu ekibiyle mi çalışıyorsun hâlâ? - Aynı. Muhabirlik dönemimden beri çalıştığım montajcı Mustafa, bütün kurgunun başında şu an. Sen de gelmiştin “Survivor”a. Senin 7 yıl önce gördüğün ekip birebir aynı. Peki “Survivor”ın kendini tekrar ettiği eleştirilerine ne diyorsun? - Futbol da kendini tekrar ediyor o zaman diyorum. Benim “Survivor”da ve “Exathlon”da geldiğim level, projeyle ilgili büyük bir yenilik üzerine değil. Platformu ilgi çekici yapıp gelen karakterlerin yeniliği, değişikliği ve performanslarının merakı üzerine. O yüzden çekim kalitemiz de arttı. 1990’da futbol maçını dört kamerayla çekiyorlardı. Şimdi Şampiyonlar Ligi’ni 20 kamerayla çekiyorlar. Biz bu işin tekniği ve çekim şekli konusunda büyük gelişme kaydettik. O konudaki eleştirilere saygı duyuyorum ama çok büyük, radikal bir karar alıp da “Survivor”ın içeriğinde bambaşka bir şey yapmayı düşünmüyorum. Geçen gün Instagram’da bir paylaşım yaptın, aynı gün dört ülkede birinci olmuşsunuz... - Evet. O ülkelerden biri Romanya’ydı. Romanya’ya da yeni girdik Kanal D’yle. Dün geceki yayınımızla kanal birinci oldu Romanya’da. Bir Türk kanalının orada birinci olmasını sağlamak büyük gurur bizim için. Ortadaki enerji çok yüksek. Hatta orada Romanya takımıyla Meksika takımına maç yaptırdım. Maç inanılmaz bir boyuta gitti. Bütün Meksika’da bütün gece trend topic Romanya’ydı. Aslında “Exathlon”da yapmak istediğim, birçok ülkenin takımlarını bir araya getiren büyük bir organizasyon. Şu anda onun temellerini atıyorum. Eylülde belki 8 ülkeyi aynı anda çekeceğim. Belki önümüzdeki şubatta da 15 ülkeyi aynı anda çekeceğim. TV8’de olacak mı “Exathlon”? - Türkiye’ye “Exathlon”un gelmesi an meselesi diyeyim sana. Ama çok kritik bir karar o... “Survivor”ı baltalar diye mi? - Evet, biz de onu düşünüyoruz. Daha çözüm bulduğumuz bir konu değil. Türkiye’de “Survivor” alışkanlığı var ama “Exathlon”da da dünya şampiyonası olayı var. Ben Türk takımlarının dünya şampiyonası içinde olmasını istiyorum. “Bunu nasıl çözeceksin?” diye sorarsan, bugün onunla ilgili de toplantı yaptık. Sen gelirken onu konuşuyorduk. Yurtdışı gelirin buradaki gelirini aşma noktasına geldi mi? - Şu an yatırım sürecindeyiz. Ne kazansak yeni projeye yatırıyoruz. Başarı üzerinden anlaşmalar yaptık her ülkeyle. “Ne kadar başarı, o kadar gelir” olacak şekilde. Ama şu bir gerçek ki; 2 yıl içinde Acun Medya’nın bütçesinde Türkiye’den elde edilen gelirin oranı yüzde 5 olacak. Bir de benim önemli ülkelerde başarı sağlamam, ülkemiz açısından bir avantaj. A’dan z’ye benim yaptığım ürünün tüm dünyadaki evlere girebiliyor olması, Cumhuriyet tarihindeki en büyük reklamı yapmamızı sağlayabilir. Türkiye’nin tanıtımını mı yapacaksın? - Hem de en büyük tanıtımını... Televizyon gibi en önemli sektörlerden birinde ne büyük başarı sağladığımızı herkes görecek. Daha önemlisi biz o programlara ülkemizden birçok motifi entegre edeceğiz. Mesela Amerika’da bir “Exathlon” yapıyorum ve orada ödül olarak Kapadokya tatili ya da Boğaz turu veriyorum, düşünebiliyor musun tanıtımı? Çok iyi olur gerçekten... - Adamlar bir tane “Gece Yarısı Ekspresi” çekti, 30 sene kurtaramadık imajımızı. Böyle bir programla tam tersi bir etki yaratabileceğimizi düşünüyorum. Fox’ta program yaparsan, bütün Amerika’ya Türkiye’yi tanıtabileceğini söylüyorsun... - Evet... Gelecekteki hayalimi anlatıyorum sana. Yarın öbür gün Almanya’da da, İngiltere’de de yapacağım inşallah. Türk seyircisiyle yabancı seyirci arasında fark var mı? Yoksa her yerde seyirci aynı mı? - Yıllarca Türkiye’de yanlış anlaşılan bir konuydu bu... “Acun, Türk insanına göre program yapıyor, Türk insanını çok iyi çözmüş.” Ben de şunu iddia ediyorum; biz güzel program yapıyoruz. Güzel program yaptığımız için Türk insanı seyrediyor. Burada bir yanlış algı oluşturulmaya çalışıldı. Türk insanı sanki çok kaliteli ürünlerden anlamıyor da “Survivor” seyrediyormuş gibi. Yunanistan’da yaptık, çarpı 2.5 yaptı. Meksika’da yaptık, şu anda Türkiye’den daha fazla izleniyor. Romanya’da da öyle. Dün akşam 11.5 reyting almışız. Demek ki bizim ürün aslında iyiymiş. Seni hangi ülkenin seyircisi heyecanlandırıyor? - Meksika... Orada “Exathlon” başka boyuta gitti. Bizdeki Aleyna Tilki’vari bir durum söz konusu orada. Sabah programlarına falan çağırdılar beni. Birkaç programa da katıldım. Meksikalılar çok farklı insanlar. Aşırı sportifler. Hiç kavga yok. Herkes kaybedeni tebrik ediyor. Başka bir dünya. Bizdeki gibi gerilim yok. Romanya’daki gerilim yok. Meksika’daki “Exathlon”da tamamen huzur ve barış üzerine kurulu bir dünya var. Ben Meksika seyircisine bayıldım. Onlar da bizi sevdi. Sürekli dizileri ihraç ettiğimizi konuşuyoruz. Şimdi seninle beraber Türk formatını da ithal etmeye başladık... - Evet... Türk dizileri çok değerli. Ülkemizin tanıtımına faydalı olduklarını düşünüyorum. Ama ben turizmde direkt vuruştan bahsediyorum. Programda ödül olarak “Boğaz’da yemek” dedim mesela. Türkiye’yi oralarda nasıl gördüklerini bildiğim için, o olumsuz imajı yerle bir edecek bir güce ulaşmayı hayal ediyorum. Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Fonu bu konuda sana destek oluyor mu? - Bazı kanunlar var zaten. Tanıtım yapıyorsan, Turizm Bakanlığı sana destek oluyor. Önümüzdeki ay Cannes’daki fuarda “Exathlon”u tanıtacağız, bu konuda da destekler var. Ama ben daha olgunlaştırmadan o konuyu gündeme getirmek istemiyorum. Fox’la sözleşme imzalayayım ya da İngiltere’de bir kanalla anlaşayım, mutlaka bakanımızla konuşurum. İngiltere ve Almanya hayalin hayata geçebilecek mi? - Cannes’da çok önemli bir gövde gösterisi yapacağız. Her yer, dağ, taş “Exathlon” olacak. Orada minimum 15-20 ülkeye satacağımızı düşünüyorum. Ama konu o değil. Büyük ülkelere ulaşma olayı çok daha önemli. Amerika yayınındaki başarımız, benim dünyayı ele geçirmem demek televizyon konusunda. “Voice”tan bilebilirsin. “Voice” Amerika’da tuttu, 85 ülkeye gitti. Biz de Amerika’da tuttuğumuz anda, 100 tane talep alırız. O, Acun Medya’ya dünyanın en büyük prodüksiyon şirketi olma yolunu da açabilir. Kontrolsüz büyümekten korkmuyor musun? - Korkmuyorum. Çünkü muhabirlikten bu noktaya gelene kadar hep kontrolsüz büyüdüm. Hiçbir zaman kontrollü büyüyemedim zaten. Beni olaylar bir yere taşıdı. Olaylar kontrolümden çıktı aslında. Bu kadarını tahmin ediyor muydum? Ne bileyim... Ben muhabirken müdür olmayı hayal ediyordum. “Acun Firarda”yı yaparken “Prime time’a program yapar mıyız acaba?” diye düşünüyor, onu hayal ediyordum. Hep bir adım sonrasını düşündüm. Yurtdışına açılıp başarılı olunca da “Başka ülkede de yapar mıyız?” dedik. Şimdi telefon susmuyor. İki kanal birbirine girdi Arjantin’de “Bu programı biz alalım” diye. Bu da çok güzel bir olay ama asıl gol ne diyorsan, Amerika hedefin 12’si. Yarın öbür gün TV8’i satıp prodüksiyona döner misin? - Benim ruhum prodüksiyon. Ben televizyon kanalını rahat oyun oynayayım diye aldım. Çok da mutluyum televizyon sahibi olmaktan. Genel müdürlerle toplantı yapıp “Benim programı nereye koyacaksınız?” diye konuşmaktan sıkılmıştım. Bu oyuncağımla rahat oynayabilmek için televizyonu aldım. Allah’a şükür bu sene olağanüstü gidiyoruz fizibilite olarak. İlk senemizde uçağı kaldırana kadar zorlandık. İkinci sene açıkçası “Survivor”ın büyük yardımıyla bayağı bir toparladık. Şimdi ciddi kâra geçtiğimiz bir sene olarak görüyorum 2018’i. Öyle duruyor şu anda. Dizi de denedin kanalında... - Yine deneyeceğim ama çok garip bir şey oldu. Geçen sene bu zaman benimle konuşsan, biz gündüzleri bir şey yapamayız diye düşünürdüm. Çünkü ben gündüz seyircisiyle buluşamıyordum. Mental olarak gündüz hiç yayın yapmamışım. O yüzden gündüz matematiği çözememiştim televizyonculukta. Hep prime time’da geçmiş hayatım. Fakat Uygar ve İhsan’la beraber bir şey yapalım mı derken bir baktım şu anda gündüzde ikinci kanal durumundayız. Doğru, “Yemekteyiz”le gündüz kuşağını toparladınız... - Bizim gündüzümüzün geçen seneden bu zamana ne kadar büyüdüğünü biliyor musun? Üç katı... Şu an ikinci sıradayız OPT’de. Dizi yapmak gibi bir hevesim yok ama dizide de sanki bir yerde iyi bir şey denk gelecekmiş gibi duruyor. İrfan Şahin biliyorsun dizi sektöründe. Fatih Aksoy’la çok eskilerden bir abi-kardeş ilişkimiz var. Böyle önemli yapımcılardan dizi alacağız. Bir dönem genel müdürlüğünü yapan isimlere iş verir noktaya geldin. “Bir zamanlar bir muhabir çocuk vardı” diyerek dönüyor musun koltuğunda? - (Gülüyor) Hiç kötü anım yok eskiden kalma. Dikkat edersen o zamanki genel müdürler yapımcı şu anda. Ve ben kanal sahibiyim. Ben şimdi bu tarafa geçtim, onlar o tarafa geçti. Hayatta hep şuna dikkat ederim: Benden yaşça büyük herkes benim abimdir. Koltuğun o tarafına geçtiğimiz zaman bizim konuşmamızda bir tonlama farkı olmaz. Onlar benim hâlâ abim. O saygıyı her zaman gösteririm. Peki bu kadar işin arasında çocuklarına nasıl zaman ayırıyorsun? - Çocuklarıma bayılıyorum. Allah herkese böyle çocuklar nasip etsin. Büyük kızım Banu’yu zaten tanıyorsun. Bir melek o. Leyla ile Yasemin iki ayrı karakter. Birbirinden çok farklı, inanılmaz eğlenceliler. Devamlı birbirlerinden yakınıyorlar, onların laf sokuşturmalarını dinlemek bile ayrı bir keyif. Melisa zaten küçük ve her hareketi olay. Bakışları, konuşması, tepkileri, her şeyi... Melisa devamlı uçuyor benimle. Nereye uçtuğunu bilmiyor. Uçmayı normal bir şey zannediyor. Geçen gün Türk Hava Yolları’yla Miami’den büyük uçakla dönüyoruz. Uçağa baktı baktı, “Baba, bu senin uçağın mı?” dedi. “Hayır, bizim uçağımız değil” dedim. Onları kafasında oturtmaya çalışıyor. Kızlarımla özellikle şu son 1 sene zor bir dönem olduğu için daha az vakit geçiriyorum. Ama onlarla bir şekilde ilgileniyorum. Dört kızdan sonra bir erkek çocuğunun da olmasını istemiyor musun? - Bir çocuğumun daha olmasını isterim ama inan samimiyetle söylüyorum; erkek ya da kız olması konusunda insanların tahmin ettiği duygular içerisinde değilim. Evladın hayırlısı olsun. Hayatım boyunca bir şeyi çok isteyip yönlendirdiğim zaman, devamında iyi şeyler hissetmedim. Çok kaderciyim. Allah nasıl nasip ederse öyle olsun diye bakıyorum. Erkek çocuğumun olmasını isterim ama bunun için de öyle ayılıp bayılmıyorum. Kız çocukları da öyle güzel ki. Sen de kız babasısın, o duygu, enerji, onların baba demesi, sarılması, başka duygular. Son “Survivor”da çocukları olan yarışmacılara imtiyazlar tanıyorsun. Melisa yüzünden herhalde... - Melisa’nın etkisinden ziyade, yarışmacılar çocukla ilgili özlem çeksin istemiyorum. O bana işkence gibi geliyor. Annelik babalık başka şeyler. 6 yaşında çocuğun varsa “Survivor”da aylarca ondan haber almadan kalamazsın. Bunu kabul etmiyorum. Burada format falan takmam zaten. Bunu yapmıyordun geçmişte? - Eskiden bu kadar uzun çekmiyorduk. Mesela senin geldiğin zaman 2.5 aydı. Şimdi 4.5-5 aya çıktık. Şeyma Subaşı sosyal medyayı çok aktif kullanıyor. Paylaşımları için senden izin alıyor mu? - Bir kere korkunç bir enerjisi var Şeyma’nın. Hiperaktif birisi ve enerjisini şu anda efektif olarak kullanmak istiyor. Son 1 yıldır bu konuya ciddi kafa yoruyor. Bazen bana da danışıyor. Ben de ona bazı fikirler veriyorum. Kafasında üç proje var. Birincisi, moda konusunda bir uygulama. Artık son aşamasında. Çok iyi bildiği bir alan bu. Ben kıyafetlerini çok beğeniyorum. 10 saat düşünsem bir araya getiremeyeceğim kıyafetleri kendisine yakıştıran birisi. Bu konuda sana karışmıyor mu? - Karışıyor. Ama hâlâ hep siyah tişörtlüsün. - Şeyma da buna sataşıyor. Bu yüzden onun yanında her dakika siyah değilim artık. Şort ve terlik giymemden de hoşlanmıyor. Ondan öyle bir istek geldiği zaman ben de dikbaşlılık yapmam açıkçası. Kimse yanında devamlı şort-terlik giyen bir adamla gezmek istemez. O konuda haklı buluyorum. Bu yüzden yeni kıyafetler aldım. O da sağ olsun benim bazı isteklerimi her zaman ön planda tutuyor. Geçen gün Bebek’te kafe bakıyordunuz Şeyma’yla... - O da ikinci projesi işte. Healty food yani sağlıklı yemekler yapan restoranlar dünyada şu anda çok popüler. Şeyma’nın bu konuyla ilgili gezmediği yer kalmadı. Kaç yıldır bu işe kafa yoruyor. Şimdi bir kafe açmak istiyor. Çünkü o kafenin heyecanı onu mutlu edecek. Devamlı burada değil ki, nasıl işletecek orayı? Sürekli geziyor... - Daha çok kalacak bundan sonra. Niye geziyor şu anda? Çünkü gezecek vakti var. Vakti olmazsa, ona göre gezer. Biraz daha az gezsin diye sen mi böyle bir iş yarattın? - Gezmenin tadını çıkarabilmek için başka bir işle uğraşması gerektiğini kendisi düşünüyor zaten. Her gün gezdiğin zaman o zevki alamazsın çünkü. Bir işle uğraşıp gezdiğin zaman zevk alırsın gezmekten. Bu kadar çok gezerken Şeyma’yla nasıl görüşüyorsunuz? - O da yanıma gelip gidiyor. Aslında bu mobil durum faydalı bir şey bizim için. Şartların görüşmede zorluk yaratması, ilişkimize faydalı oluyor. Çünkü devamlı bir özlem giriyor araya. Göremediğin zaman devamlı göresin geliyor. Bazen o Miami’den Türkiye’ye gelirken sen başka yere uçuyorsun. “Ortada buluşalım” dediğiniz oluyor mu? - Havaalanında görüşmüşlüğümüz vardır mesela. “Havaalanında bir göreyim de seni, öyle git” demişliğimiz falan. Bu yılki iş yoğunluğu kontrolden çok çıktı. Mesela ben yarın sabah New York’a gidiyorum, oradan hemen Dominik’e gideceğim. Şeyma ile pazartesi Miami’de buluşacağız. Şeyma’yla evliliğinize kadar uzanan süreçte ikiniz de zaman zaman eleştirildiniz. Bu süreçte bizim bilmediğimiz ne var? - Ben hayatı boyunca birçok hata yapmış bir insanım. Hiçbir zaman kötü niyetli olmadım ama hatalarla yaşayan bir insanım. Şeyma’ya gelirsek... Ona arkadaşlık teklif eden benim. Sonrasında görüşmek isteyen benim. O anki pozisyonum itibarıyla hata mıydı, evet hataydı. Bunu kabul ediyorum. Bazıları anlamak istemiyor ama o günden sonra Şeyma’yı bırakmayan bendim. Bu olayın içinde olmak istemeyen oydu. Bu konuda ısrar eden benim. Bunun sonunda da zaten biliyorsun işi evliliğe kadar götüren de yine benim. Şeyma’nın aşkı sana bunları yaptırdı... - İlişkimizin hiçbir döneminde o bana arkadaşlık teklif etmedi, benim peşimde koşmadı. Ben âşık oldum. Ondan sonra da bırakmadım. Bazı kesimler tarafından sürekli Şeyma’nın benim peşimden koşmuş gibi lanse edilmesi beni son derece rahatsız ediyor. Denzel Washington’ın bir filmi vardı. Pilot herkesi kurtarıyordu. Filmin sonunda insanlar hostesi suçluyordu içki içiyordu diye ama pilot “Suçlu benim” diyordu. Bizim hikaye de biraz ona döndü. Bu işin suçlusu benim. Şeyma’nın hiçbir suçu yok. Hata yaptığımı da kabul ediyorum. Ama tek boşanan da ben değilim. İnsanların başına evlilik ve boşanma olayları geliyor. Benim başıma da böyle bir şey geldi ve boşandım. Şeyma senin hayatında neyi değiştirdi? - Şeyma tahmin edemeyeceğin derecede dürüst, içi dışı bir, özü sözü bir olan bir insandır. Bundan dolayı da hatalarını direkt olarak halka sunar. Bu kadar için dışın birse ve hiçbir zaman muhakeme yapmazsan, hata yaptığın anda bunu tüm Türkiye öğrenir. O yüzden hepimiz Şeyma’nın hatalarını görüyoruz. Ama mühim olan ne biliyor musun? Masumiyet. Hatada kötü bir niyet yok. Normal genç kadın hataları. Yanlış bir cümle ya da hatalı bir şey söyler, bir konuda yanlış fikir verebilir ya da bazı konularda bilgisi eksik olabilir vs. Bunlar olabilir. Şeyma’da seni yakalayan şey ne dersen, olağanüstü dürüsttür. Yalanın y’sini bilmez. İçi dışı bu kadar bir olan insan çok nadirdir. Beni buradan yakaladı. Düğününüzdeki tavırların çok konuşuldu. Sanki “Benim burada ne işim var” der gibiydin... - Normalde dans eden biri olsaydım, düğünde de ederdim. Bu övünerek söylediğim bir şey değil. Dans edemem, etmem de. Hoşlanmıyorum. Yapı meselesi. Böyle biriyle Şeyma gibi hiperaktif birinin buluşmasında ortaya bu tablonun çıkması normal. Ben orada bir şekle girmeye çalışsaydım, asıl o mizah beni rahatsız ederdi. Şeyma ikinci çocuğu istiyor mu? - İstiyor. Ben de istiyorum. Zamanla düşüneceğimiz bir konu. Bu yoğunlukta, Melisa uçaklarda yaşarken ikinci çocuk için biraz daha beklemek gerek. Şeyma televizyon işleriyle ilgileniyor mu peki? - Yok. O derece yakın birinin şirketimin içerisinde efektif olması, ilişkimize yansıyabilir. Bunu çok doğru bulmuyorum. Açıkçası onun da bu konuda hiçbir zaman ısrarı olmadı. Şeyma çok para harcadığı zaman karışır mısın? - Evet. Ara ara tatlı bir şekilde uyarırım. Moda tasarım mezunu olduğu için kıyafete düşkünlüğü var. Kadınların alışveriş düşkünlüğünün mağdurlarından biri de benim. (Gülüyor) Senin otomobil, motosiklet ve jet dışında lükslerin neler? - Daha ne olsun! (Gülüyor) Otomobile merakım var ama asıl motosiklete karşı büyük bir tutkum var. Kaç motorun var? - 10. Televizyon sektörünü nasıl görüyorsun? Sence sektörde bir daralma var mı? - Benim de oyuna girmemle birlikte pasta daraldı. O yüzden yüksek rakamlarda kârlara ulaşabilen kanallar olduğunu zannetmiyorum. Tahmin ediyorum birçok kanal şu anda zarardadır. Bizim avantajımız, içeriğimizin yüzde 80’inini üretiyor olmamız. 2019’da TV8’i ve diğer kanalları nasıl görüyorsun? - Televizyonculukta şöyle bir sıkıntı yaşandı; süreler uzadıkça program çeşitliliği azaldı. Artık prime time tek bir dizi ya da programla geçmeye başladı. Bu, çeşitliliğin azalması aynı zamanda. 6 diziyle bir gece geçiyor. İçerik çeşitliliği olmaması televizyonculuk açısından beni üzüyor. Kanalı almadan önce sezon sonunda hangi kanala transfer olacağın çok konuşulurdu. “Acun borsası” açılırdı neredeyse. O günleri özlemiyor musun? - Bunun aynısını yurtdışında yaşıyorum şimdi. Şili ve Arjantin’de iki ayrı kanal her gün şirketi defalarca arayarak “Bize gel” diyor. Şimdi onun tatmini içindeyim. Oralarda seni sokakta tanıyorlar mı? - Yunanistan’da herkes tanıyor. Çünkü orada sunuculuk da yaptım. Güney Amerika’da öyle bir tanınırlığım yok. Zaten oralarda sivrilmemek daha iyi gibi geliyor bana. Meksika’da bir gün toplantı yaparken Reuters şöyle bir haber geçti: “Meksika’da televizyon kanalının önüne insan kafaları bırakıldı.” Haberi internetten okudum toplantı sırasında. Gülümsedim ve toplantıya devam ettim... “O Ses Türkiye”nin yeni sezonunda bir sürpriz olacak mı? - Bu çok düşündüğümüz bir konu. “O Ses Türkiye” çok sevdiğimiz bir proje. Türkiye’de son 6-7 yılın tek müzik yarışması. Bu sene de bir değişiklik yapmayı düşünüyoruz. Sen olmayacaksın değil mi bu sene? - İlk turlarda olacağım. Sonra bir vasfımın olduğunu düşünmüyorum. İlk turda bazen mizahını bazen de değerlendirmesini yönetirken moderatör olarak iyi hissediyorum. Sonra müzikal değerlendirmede yarışmacıyla jürinin baş başa kalması daha doğru diye düşünüyorum. Yurtdışına yerleşmeyi düşünüyor musun? - Hayır. Türkiye’de en ağır saldırıya uğrayan birkaç isimden biriyim. Benimle ilgili sürekli birtakım iddialar ortaya atılıyor. Ekip olarak sabahtan akşama kadar televizyonculuk yapmaya çalışıyoruz. Kimseye sataşmışlığımız ya da savaş açmışlığımız yok. Ne oluyor da çirkin haberler yapılıyor, anlamış değilim. Son iddia da silah kaçakçılığı yaptığın... - Ona kahkahalarla güldük. Ama iş biraz çirkinleşti. Ben hayatımda silahı bir tek askerde gördüm. Biliyorsun gencecik kızlar uçak kazasında rahmetli oldu, onlar için bile neler yazıldı. Ben sosyal medyanın hayatımı yönlendirmesine asla izin vermeyeceğim. Ne kadar çirkin olursa olsun bunları hiçbir zaman dikkate almayacağım. Bunu diğer ünlü arkadaşlara da tavsiye ediyorum. İş hayatında tahammül edemediğin bir şey var mı? - Altındakini ezmek. Bu şirkette altındakini ezen barınamaz. Ben de hayatta ezmem. Şu an bulunduğun yeri hayal ediyor muydun? - Yarısının yarısını bile hayal etmiyordum. Hayal etseydim bu noktaya gelemezdim... Bugün bana mutlu musun dersen, mutluyum. Öğrenciyken de mutluydum, muhabirken de. Ben mutluyum zaten. Her şeyi alabilecek gücüm var. Allah’a şükür maddi anlamda çok ciddi bir evrim geçirdik. Ama inan hayatımda bunun bir etkisi hiçbir zaman olmadı. Ben küçük dünyamda mutlu olmayı becerebiliyorum. Kızlarımlayken çok mutluyum. Şeyma’yla sinemaya gittiğimiz zaman mutluyum. Play Station oynarken mutluyum. Dostlarımla birlikte yemek yerken mutluyum. Bunlar benim maddi gücümle değişikliğe uğramadı.