Müzakere sürecinde Öcalan – BDP görüşmesinin ikinci raundunun
başlaması an meselesi.
Kesin bir gerçek var ki, artık tüm taraflar birbiriyle görüşme
gerçekleştiriyor.
Mit Kandil’le, Kandil Erbil’le,
Erbil Türkiye yetkilileriyle,
Hatta İmralı – Kandil görüşmesi bile ihtimaller dâhilinde…
Yani çözüm arayışları adına yoğun bir temas trafiği söz
konusu.
***
Dün Radikal Gazetesi’nde Ezgi Başaran, “Başbakan ve
BDP’nin samimiyetinden bize ne?” adlı yazısında,
“Onun bunun çekişmesini bir kenara bırakıp, sonuca
odaklanalım. Çünkü huzur ve barışa ulaşmak, bunların hepsinden daha
önemli” tezine sahip bir yazı kaleme aldı.
Temel tezine benim de katıldığım bu yazıyı okuduktan sonra,
nedense aklıma şöyle bir soru geldi;
- “MİT
görevlileri, KCK yapılanmasının en yetkili organlarında görev
alacak kadar yükseldi ve teşkilatı yönlendirdi” iddiaları
dedikodudan ziyade bir itirafa dönüştüyse,
- Konusu “Adına Ergenekon
denilen örgütün, devlet organlarına müdahele etmesi ve ülke
dinamiklerini etkileyecek faaliyetlerde bulunması” olan
bir davanın mahkemesi, hala sürüyorsa,
- 28 Şubat soruşturması
kapsamında, “Askerin, var olan hükümeti yıkmaya yönelik
kurmaca irtica faaliyetleri ve aktörleri yarattığı”
iddiası varsa,
- “Hizbullah ve
derin devlet” iş birliği üzerine yazılmış kitaplar,
kuşkular, haberler, belgeler yıllardır devlet yetkilileri ve
gazeteciler tarafından dile getiriliyorsa,
- Susurluk olayıyla
birlikte, bürokrasinin en yetkili isimlerinin illegal kişi ve
örgütlenmelerle olan bağı alenen ortaya çıktıysa,
- Balyoz davasında
“TSK personellerinin yasal olmayan yollarla hükümeti
devirmeye yönelik darbe girişimi” mahkeme kararıyla
kesinleşmişse,
- Hrant Dink
cinayetinin ardında “devletin ilgili organlarının göz
yumması, işbirliği yada teşvik ve yardımı olduğu
şüpheleri” had safhadaysa,
- Başbakan Erdoğan son
günlerde birkaç kez açıkça “Artık derin güçler büyük oranda
temizlendi. Öcalan’la başkaları araya girmeden ve onu etkilemeden
görüşebiliyoruz” imasındaki cümleler kuruyorsa,
- Mehmet Ali Şahin,
“Geçmişte MİT, Öcalan’la görüşmek istedi ama asker
izin vermedi” beyanatında bulunuyorsa,
- 1993’de ateşkesin
arifesin de gerçekleşen 33 erin öldürüldüğü saldırı, Uludere gibi
sis perdesi barındıran yüzlerce olay tam olarak
aydınlatılmadıysa,
- Bölge halkının
ve askeri hizmetlerini doğuda yapanların anlattıkları türlü şehir
efsanelerinde derin devlet – PKK ilişkisine atıf yapılıyorsa,
- Uğur Mumcu, Abdi
İpekçi cinayetlerinin sorumlularının ve nedenlerinin tamamen ortaya
çıkarılamamasında “derin devlet ve PKK ilişkisine dair
ipuçlarına ulaşmışlardı” iddiası güncelliğini
koruyorsa,
- Avni Özgürel,
1960’larda MİT’e ait Ankara’daki Fikir Ajansı adlı yerde, Abdullah
Öcalan’nın çay servis etme gibi işlerde çalıştığını bizzat
gördüğünü açıklıyorsa,
Yani Türkiye’de tüm bu olaylar yaşanmışsa ve kirli ilişkilere
dair bu denli kuşkular var ise;
Zaten bu denli kire pasa bulanmış bir haldeysek,
Neden o zaman “PKK – Devlet bağlantısı, Abdullah Öcalan
– MİT ilişkisi” arşivler açılarak, gizli belgeler,
tanıklar ortaya çıkarılarak sorgulanmıyor?
Neden hiç bir savcı şüpelenip de bir adım atmıyor?
***
Evet, kabul edilmeli ki,
Artık Abdullah Öcalan ve PKK olsa yada olmasa devlet Kürt sorunu
gerçeğini görmüş durumda.
Yani onlar olmasa da bu sorunu çözmesi gerektiğinin
farkında...
Bu nedenle bu yönde atılması gereken adımlar mutlaka
atılmalı.
Ama diğer yanda da, ülkeyi kendi halkıyla 30 yıllık bir savaş
batağına sürükleyen gizli ilişkilerin varlığı söz konusuysa;
Bunların meydana çıkması da gerekmiyor mu?
Bu kadar şüphenin arasında,
Aynılarının bir daha yaşanmaması ve yeni temiz bir sayfanın
açılması adına,
Bir yüzleşmeye daha ihtiyacımız yok mu?