Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından dikkatler bir anda Erdoğan
sonrası “AK Parti’nin dizaynı nasıl olacak ve yeni başbakan
kim olacak?” sorularının cevaplarına yöneldi. Ki Abdullah
Gül’ün “Partime dönerim” çıkışından sonra da bir
tür Gül ve Eroğan savaşı mı yaşanacak yorumları siyaset gündeminde
önemli bir yere oturdu.
Daha en baştan açıklıkla söyleyeyim ki; ben bu durumun
kısa ve orta vadede bir krize dönüşeceği kanaatinde değilim.
Abdullah Gül tüm kırgınlıklarına rağmen tıpkı cumhurbaşkanlığı
görevi süresince kamuoyuna yansıtmadığı gerilimler gibi, görev
süresinin ardından da parti içi bir siyasal kriz yaratılmasına
müsaade etmeyecektir. Denge politikasını sürdürecektir. Keza
Erdoğan’da Ak Parti içinde bir ikililiğin mevcudiyet göstermesinin
ve çıkabilecek olumsuz söylentilerin önünü alacaktır. Yani
kardeşlik hukuku, daha bir süre mevzuatlar arasındaki kadim yerini
koruyacaktır.
Fakat tüm bunlara rağmen şunu belirtebiliriz ki; Sayın Gül’ün
cumhurbaşkanlığı makamında geçirdiği süre boyunca, AK parti mevcut
siyasal gelişmelerin neticesinde siyaset dilini ve yönetim
araçlarını değiştirdi. Bundan dolayı da geldiğimiz siyasal
konjonktürde, artık her iki liderin de üslup ve hedefleri
birbirinden çok farklı.
Birkaç örnek verecek olursak,
1-Daha öyle çok geriye gitmeden, ilkin dünkü
veda resepsiyonundan başlayabiliriz. Davetliler arasında AK
Parti’lilerin oldukça tepkisini çeken ve “paralel
medya” olarak tanımladıkları gazete ve TV’lerin
temsilcileri yer alıyordu. Gül, davet edilenler nezdinde CB
makamının dengeleri üzerinden eşitlikçi bir tutum takınmaya
çalıştı. Peki, Erdoğan benzer bir davette bunu yapar mıydı?
Zannetmiyorum.
2-Gezi sürecinin ilk günlerinde Gül
“Mesaj alınmıştır” derken, Erdoğan “Ne
mesajı” diyordu. Net bir bakış açısı farklılığı vardı.
3-Gül "Türkiye'yi yıkmak isteyen
uluslararası güçler varmış şeklindeki komplo teorilerine
inanmıyorum. Bu, 3. dünya söylemidir" derken, Erdoğan
alanlarda "Faiz lobisi, dış mihraklar"gibi
ifadeler kullanıyordu.
4-Erdoğan "Twitter'ın kökünü
kazıyacağız" derken, Gül Twitter'ın kapanmasının ardından
"Türkiye gibi AB ile müzakere yapan bir ülke için hoş
olmayan bir durum" beyanında bulunuyordu.
5-Gül, tutuklu vekiller ile ilgili "Tüm
milletvekillerinin kesin yargı kararları ortaya çıkıncaya kadar
yasama faaliyetine katılması gerektiğini" söylerken;
Erdoğan, CB Gül ile aynı fikirde olmadığını belirtiyordu.
Ki bu örneklerin sayısını daha da artırılabiliriz.
***
İfade etmeye çalıştığım bu siyaset dili farklılıklarının sebebi
ise; Erdoğan, özellikle Gezi olayları ve 17 Aralık sürecinin
ardından içerde cemaate, dışarıda ise bu süreçlere destek verdiğini
düşündüğü uluslararası camiaya karşı bir savaş psikolojisi
içerisine girdi. Tüm yaşananların, kendi şahsına yönelik olduğunu
düşünüp, bir tür harp psikolojisiyle “var
olup-olmama” mücadelesine soyundu. Bundan ötürü de
adımlarını bu denklemler üzerinden attı. Ayrıca bunlara paralel
olarak, içerisine çözüm sürecini de alacak şekilde anayasal bir
sistem değişikliğinin startını verdi.
Abdullah Gül ise biraz CB makamının getirdiği sorumluluklar,
biraz da olayların birinci öznesinin-hedefinin kendisi değil
Erdoğan’ın olmasından ötürü yaşananlara daha farklı bir tutum
geliştirdi. Siyasal sorumsuzluğun ve hedefte olmamanın kendisine
yarattığı açık alanın rahatlığıyla hareket etme imkânı buldu. Bu
nedenle ilgili süreçler devam ederken doğal olarak siyaset dilinde
farklılar zuhur etti.
İşte tüm bunlardan dolayı, Abdullah Gül ve Erdoğan arasındaki
söylem farklılıklarını bu günlerde medyada yer alan ve kolaya kaçan
“Eski ve Yeni Ak Parti” paradigması üzerinden
değerlendirmemek gerekiyor.
Çünkü Sayın Gül, 28 Ağustos’un ardından CB makamından ayrılıp
siyasetin çok unsurlu savaş arenasına döndüğünde ve onun
çarklarının açık bir hedefi haline geldiğinde; asıl o zaman
Erdoğan’ın siyasal reflekslerinden ne kadar uzak ya da ne kadar
yakın tavır sergileyebileceğini görebilme fırsatımız olacak.