ABD'nin İnsan Hakları Raporu'nda Türkiye'ye eleştiri! Dışişleri Bakanlığı raporunda bakın neler var?
Abone olABD Dışişleri Bakanlığı'nın dünyada insan haklarını irdelediği yıllık raporu yayınlandı. Türkiye kısmında "hükümetin 2018 yılında kabul edilen geniş kapsamlı terörle mücadele yasası ile temel özgürlükleri kısıtlamaya devam ettiği ve hukukun üstünlüğünden ödün verdiği" vurgulandı.
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan bu yılki raporda
ihlal olarak ele alınan örnekler arasında Boğaziçi Üniversitesi
protestolarına yapılan müdahaleler, polisin aşırı güç kullandığı ve
işkence uyguladığı iddiaları, cezaevleri ve gözaltı koşulları,
keyfi tutuklamalar, adil yargıya güvensizlik, Osman Kavala ve
Selahattin Demirtaş davaları var. Ayrıca bu davalarla ilgili AİHM
kararlarının uygulanmadığı için Avrupa Konseyi tarafından
başlatılan ihlal süreci de raporda yer alıyor.
Boğaziçi gösterileri...
BBC Türkçe tarafından yayınlanan ve ABD Dışişleri Bakanlığı
tarafından hazırlanan 93 sayfalık raporda Ocak ayı başında
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi
rektörlüğüne Melih Bulu’yu atamasının ardından polisin şiddet
kullanarak protestoları dağıttığı; polisin evlere baskın yaparak 45
öğrenciyi gözaltına aldığı hatırlatılıyor ve Uluslararası Af
Örgütü’ne göre öğrencilerin işkence ve kötü muameleye maruz
kaldıkları kaydediliyor.
Polisin güç kullanımı...
Özellikle İstanbul’da yıl boyunca protestoların devam ettiği, İnsan
Hakları İzleme Örgütü’ne göre polisin Ocak ayından bu yana en az 38
şehirde 700’den fazla göstericinin gözaltına aldığını tahmin ettiği
belirtiliyor. İnsan hakları örgütlerinin, polisin gözaltılar
sırasında sıklıkla aşırı güç kullandığı şikayetlerine yer
veriliyor.
Raporda hükümetin işkenceye karşı sıfır tolerans politikasını takip ettiğini iddia ettiği ve işkence vakalarında kısıtlama tüzüğünü kaldırdığı da hatırlatıldıktan sonra İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün 2021 yılı raporundan şu alıntı aktarılıyor: “Son dört yıl içinde polis gözetiminde ve cezaevinde işkence, kötü muamele iddialarındaki artış Türkiye’nin bu alanda saha önce sağlamış olduğu ilerlemeyi geriletti.”
‘Cezaevleri aşırı kalabalık'
Raporda Türkiye’deki cezaevlerinin fiziksel koşullar açısından
standartları genel olarak karşıladığı ancak aşırı kalabalık
olmasından kaynaklanan ciddi sorunlar olduğuna dikkat
çekiliyor.
İnsan hakları örgütleri ve Avrupa Konseyi İşkencenin Önlenmesi Komisyonu raporlarına göde, mahkumların sıklıkla temiz içme suyu, düzgün ısınma ve havalandırma, ışık, gıda ve sağlık hizmetlerine yeterli erişim sorunları yaşadığı kaydediliyor. Covid salgını döneminde risklerin daha da arttığı ekleniyor.
Mart ayında Medya ve Hukuk Araştırmaları Derneği’nin beş tesiste mahkumlarla yaptığı ankete katılanların yüzde 56’sının pandemi sırasında yeterli hijyen malzemelerine erişimi olmadığını söyledikleri belirtiliyor.
Keyfi tutuklama ya da gözaltılar
Türkiye’de yasaların keyfi tutuklama ve gözaltıyı yasakladığı ve
kişinin kanunsuz gözaltına mahkemede itiraz edebilme hakkının
bulunduğu, ancak çok sayıda güvenilir habere göre hükümetin her
zaman bunları uygulamadığının anlaşıldığı kaydediliyor.
Hukukun üstünlüğünü savunanların Türkiye’de yargılama öncesi
gözaltının özellikle siyasi temelli terör suçlamalarını içeren
davalarda geniş şekilde kullanılmasının bir tür yargısız
cezalandırma haline geldiğini not ettiği belirtiliyor.
Yargının çok yavaş olduğu, duruşmaların arasından aylar geçtiği,
yer yer yargılamanın, iddianamelerin hazırlanmasından yıllar sonra
başladığı ve sonuçlanmasının yıllar aldığı kaydediliyor.
Raporda Adalet Bakanlığı’nın Mayıs 2021’de açıkladığı
verilerine göre, 38 bin 34 kişinin, yargılama öncesi tutuklu
bulunduğu ve toplam cezaevi nüfusunun yüzde 13’ünü oluşturduğu
hatırlatılıyor.
Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş
davaları
Raporda geçen yılın Haziran ayında araştırma şirketi KONDA’nın
anketine katılanların yüzde 64’ünün adalet sistemine güvenmediğini
söylediği ve Kürt kökenliler arasında bu oranın yüzde 85’e
yükseldiğinin görüldüğü aktarılıyor.
Gözlemcilerin bazı yargılamaların sonucunun önceden belli olduğu
konusunda endişelerini dile getirdikleri ve yargıda müdahaleye
işaret ettikleri belirtiliyor.
“İnsan hakları örgütleri siyasi olarak hassas davalarda hakimlerin
sıklıkla gazetecilerin ve gözlemcilerin mahkeme salonuna girmesini
yasakladığını, sanıkların sözlerini kestiğini, konuşmalarına izin
vermediğini ya da sanığın açıklamasını dinlemeden karar verdiğini
aktardığını bildiriyor” deniliyor.
İş insanı Osman Kavala’nın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
(AİHM) serbest bırakılması ve 2020 yılındaki beraat kararına rağmen
cezaevinde kalmaya devam ettiği ve Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesi’nin bu nedenle Türkiye’ye karşı ihlal sürecini başlattığı
hatırlatılıyor.
Eski HDP eş genel başkanı ve 2018 seçimlerinde cumhurbaşkanı adayı
Selahattin Demirtaş’ın, AİHM kararlarına rağmen, Kobani davasıyla
bağlantılı terör suçlaması sebebiyle cezaevinde kalmaya devam
ettiği de hatırlatıldıktan sonra Anayasa Mahkemesi’nin 2020 yılında
Demirtaş’ın uzun süreli yargılama öncesi gözaltında tutulmasının
hak ihlali olduğuna hükmettiği ancak Kobani davası hakkındaki
soruşturma sebebiyle serbest bırakılmadığı belirtiliyor.
‘AİHM kararları nadiren uygulanıyor'
Geçen Aralık ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin Osman
Kavala ve Selahattin Demirtaş davalarında AİHM kararlarını
tanımadığını söylediği ve kararların hükmü olmadığını savunduğu da
hatırlatılıyor.
Alt mahkemelerin zaman zaman Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararları
görmezden geldiği ya da kararların uygulanmasını ciddi ölçüde
geciktirdiği de kaydediliyor. Hükümetin Avrupa Konseyi üyesi olarak
zorunlu olmasına rağmen AİHM kararlarını nadiren uyguladığı ifade
ediliyor.
Avrupa Uygulama Ağı adlı sivil toplum örgütüne göre, Türkiye’nin
önceki 10 yıl içinde AİHM kararlarının yüzde 64’ünü uygulamadığı
belirtiliyor.
İfade ve basın özgürlüğü
ABD Dışişleri
Bakanlığı raporunda hükümetin muhalefet ve bağımsız medyadan
gazeteciler hakkında soruşturma açması ve gazetecilerin cezaevine
konulmasının ifade özgürlüğünü engellediği, medya çalışanları
arasında otosansürün yaygın olduğu kaydediliyor.
Hassas konularda ya da hükümeti eleştiren şekilde yazan ya da konuşan kişilerin soruşturma, ceza, suçlama, işini kaybetme ya da hapis cezası riskiyle karşı karşıya olduğu belirtiliyor.
Ana akım medyanın büyük ölçüde hükümet yanlısı şirketler tarafından kontrol edildiğinin belirtildiği raporda, Press in Arrest adlı sivil toplum örgütüne göre savcıların 2018 yılından bu yana gazeteciler aleyhinde açılan davaların yüzde 10’unda ömür boyu hapis cezası talep ettiği aktarılıyor.
Gazeteci Levent Gültekin’e yönelik saldırı, AFP foto muhabiri Bülent Kılıç’ın İstanbul’da Onur Yürüyüşü’nü takip edip haberleştirdiği sırada gözaltına alınması gibi örnekler de aktarılıyor.
Gösteri ve yürüyüş hakkı
Geçtiğimiz Mart ayında polisin İstanbul’da
düzenlenen Dünya Kadınlar Günü yürüyüşüne yasaklama
getirdiği ve 13 kadının gözaltına alındığı hatırlatılıyor.
Savcıların gösteriye ilişkin görüntüleri inceledikten sonra cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla gözaltı emri verdiği kaydediliyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün bildirdiğine göre sorgular sırasında polisin “Tayyip, kaç kaç kaç kadınlar geliyor” sloganını cumhurbaşkanına hakaret olarak değerlendirdiği de hatırlatılıyor.
Raporda geçen yıl Mart ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadına Karşı Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Mücadele Edilmesi Sözleşmesi’nden çekilme kararını açıkladığı ve bu durumun kitlesel protestolara yol açtığı anımsatılıyor.
Bunu protesto etmek için 1 Temmuz’da İstanbul’da valiliğin izniyle düzenlenen gösteriye binlerce göstericinin katıldığı ancak polisin ikinci sıra polis bariyerini aşmaya çalışan protestocuları dağıtmak amacıyla göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi kullandığı belirtiliyor.
Hükümetin yerel insan hakları örgütlerine yönelik ciddi baskısı olduğu öne sürülüyor.
Kadınlara ve ulusal, ırksal, etnik azınlık gruplarına, LGBTQ+ bireylere yönelik şiddetteki artışa dikkat çekiliyor.
Hükümetin insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak güvenlik gücü mensupları ya da diğer yetkililerle ilgili soruşturma, yargılama ve cezalandırmaya yönelik adımlarının çok sınırlı kaldığı, cezasızlık sorununun sürdüğü kaydediliyor. Ayrıca hükümetin üst düzey yolsuzluk iddialarıyla ilgili adımlarının da çok yetersiz kaldığı kaydediliyor.