Abdi İpekçi röportajı ilk kez medyada
Abone olYılmaz Çetiner, öldürülmeden 15 gün önce Abdi İpekçi'yle yaptığı röportajı ilk defa yayımlıyor. Bugün İpekçi'nin Demirel ve Ecevit'i buluşturma planı var.
Yılmaz Çetiner, öldürülmeden 15 gün önce Abdi İpekçi'yle yaptığı
röportajı ilk defa yayımlıyor. Çetiner'in Milliyet Gazetesi'ndeki
köşesinde yayımladığı röportajın ilk bölümü 'Demirel ile Ecevit'i
buluşturmak istedi' başlığını taşıyor.
Yazı: Yılmaz Çetiner
Kaynak:
12 Eylül'ün öncesinde ekonomik ve siyasi buhranın hâkim olduğu,
terörün azıttığı bir ortamda İpekçi, bir türlü uzlaşmayan Demirel
ile Ecevit'i 'barıştırmak' istiyordu. İki liderin anlaşmasıyla
sorunların çözüleceğine inanıyordu
Abdi İpekçi'yle yapılan son röportaj - 1
Sunuş
Abdi İpekçi ile gazeteciliğe aynı yıllar başladık. Bir ara Yeni
Sabah'ta beraber olduk. Sonra ben Vatan'a girdim. Yaklaşık 30 yıl
Babıâli'de meslektaş, dost olduk. Bu, bize ayrıca da özel
arkadaşlık kazandırdı.
Yıllar sonra ben onun Ankara temsilcisiydim, sonra röportaj yazarı.
Hiçbir siyasi ve ticari çıkarı olmayan mesleğinin âşığı, okuyan,
yeniliklere açık, ileriyi gören aydınlık bir gazeteciydi Abdi.
Bir gün, benim dizi röportaj ve inceleme tutkumdan olacak
Milliyet'in belgesel bir tür romanını yazmamı istedi. Tabii
Ercüment Karacan da beraber. Altı aydan fazla serbest kaldım,
çalıştım eseri tamamladım. Bu arada Babıâli'nin eski ustalarıyla
tanıştım onları dinledim.
1915'ten 1975 yılına kadar Babıâli'de geçen olayları tespit ettim,
yazdım.
Abdi İpekçi'yle her gün karşı karşıya idik, hatta bazı akşamlar
beraber çıkıp otomobiliyle Nişantaşı'na kadar gidiyordum. Ama bir
türlü onu konuşturmak mümkün olamıyordu. "Akşama görüşürüz", "Yarın
sabah görüşürüz", uzayıp gidiyordu...
Nihayet bir gün yakaladım aziz arkadaşımı... Kaçamadı ama
takipçiliğim hoşuna gitti, gülmeye başladı.
- Ama, dedi; Turhan'ı (Aytul) da çağıralım Milliyet'teki bazı
olayları hatırlatır.
Tamam dedim... ve başladım sorularımı sormaya.
Aradan tam 27 yıl geçti. Yazdığım 3. hamur kâğıtlar bile
gevrekleşti... ama 21 sayfalık anı-röportaj sakladığım yerde demir
gibi duruyordu.
Hani bazı yaşlı hasisler vardır! Birçok değerli eşyalarını ortaya
çıkaramaz, üzerine oturur. Yoksa öyle miyim? Güldüm kendi
kendime.
Geçen gün inanın biraz da heyecan içinde gazeteye gittim. 30 yıldır
çalıştığım Milliyet'ten yaklaşık bir yıl uzak kalmıştım. Ohh hayat
varmış!
Genç yönetmenimiz Sedat Ergin ile odasında sohbet ediyoruz.
Sehpanın üzerine koyduğum şeffaf dosya içindeki sararmış kâğıtları
gördü, "Ne bunlar ağabey" dedi... İşte tam gazeteci merakı!
Abdi İpekçi 27 yıl önce hayatını anlatıyordu bana. Nasıl gazeteci
olduğunu. Milliyet'e girişini... Gazete içindeki olayları... Asıl
önemlisi niçin ortanın solunu tuttuğunu... Ecevit'i bu konuda nasıl
donattığını, kendisinin orta solun neresinde olduğunu...
"Dur dur" dedi, genel yönetmenim. Hayret dolu bakarak. "Bugüne
kadar neden yazmadınız?" dedi.
Önce böylesine süratli önsezisini düşünememiştim. Geç kalmak bizim
meslekte affedilmez, biliyorum. Yalnız şunu söyleyeyim, Abdi
olsaydı aynı manzara karşısında o da böyle yapardı. Hatta bir odayı
kapatır, hazırla şu yazıyı derdi.
Ve işte Abdi İpekçi'yle ölümünden iki hafta önce yapılan 27 yıllık
konuşma...
Demirel ile Ecevit'i buluşturmak istedi
Abdi İpekçi Ankara'ya gidecekti. Başkentte siyasi hava hayli
karışıktı. Büyük illerde ve Doğu'da sıkıyönetim vardı. İki büyük
parti, Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi hiçbir asgari
müşterekte anlaşıp bir araya gelemiyorlardı. Diyalog kopmuştu.
Halk her gün şiddetlenen terör olaylarından, işlenen siyasi
cinayetlerden ürkmüştü! Öte yandan ekonomik yoksulluklar içinde
kıvranıp duruyordu.
Akaryakıt, şeker, yağ tüm ihtiyaç maddeleri piyasada yoktu. Üstelik
fiyatlar ulaşılamayacak kadar yüksekti.
İşte bu ortamda Abdi İpekçi, Demirel ile hükümetin başı olan
Başbakan Ecevit'i bir araya getirmek istiyordu.
İki lider arasında anlaşmayı sağlarsa halledilmeyecek sorun yoktu.
Terör kesilirse halkımız rahat nefes alırdı, ekonomi
düzelebilirdi.
Ecevit'i eleştiriyorduk
Abdi İpekçi'nin ertesi sabah Ankara'ya gideceğinin gecesi,
tesadüfen ben de bizim meşhur yazı işleri müdürlüğü masasındaki
arkadaşları Nişantaşı'nda Corc'un yeni açtığı Kulis'e davet
etmiştim. Benim pazarım dahil ömrüm bu arkadaşlarımın yanında
geçerdi...
Turhan Aytul, Doğan Heper, Tufan Türenç ile Pınar Türenç, Azer
Bortaçina, Erhan Akyıldız, Faik Akın hep beraberdik... Hasan Pulur
gelememişti.
Daha kadehlerimize içki koymadan gayet neşeli Abdi İpekçi geldi
oturdu aramıza. "Çocuklar çok iyi yaptınız, biraz kafanız dinlenir"
dedi. Hepimiz mutlu olmuştuk!
Birkaç dakika sonra havamızı bulduk! Ben Bülent Ecevit'i fazla
eleştiriyor, okuyucuların da şikâyetlerini aktarıyordum. Gazetenin
yöneticileri olarak Doğan ile Tufan örnekler vererek Ecevit'i
eleştiriyorlardı. Fakat, Abdi gayet rahat tartışıyor, eleştirilere
kızmadan cevaplar yetiştiriyordu.
Demirel 'Kal' demiş...
Daha önce odasında bir gün, kendisine şöyle söylemiştim:
- Abdiciğim, Bülent Ecevit şöyle şöyle söyleyecek ama... diye
yazıyorsun, mazeret beyan ediyorsun! Ne olur bu kadar açık savunma
Ecevit'i diyordum.
Gülüyordu. "Sahi mi söylüyorsun. Ben bu kadar mı fazla Ecevit
taraftarı görünüyorum? Eğriye eğri, doğruya doğru diyorum
sadece..."
Yazı İşleri Müdürü Hasan Pulur'un, Doğan Heper'in, Turhan Aytul'un
düşünceleri de gazetenin fazla Ecevitçi olduğu şeklindeydi. İpekçi
son aylar dozunu azaltmıştı savunmasının ama Ecevit sıkışınca yine
dayanamıyor... "yarattığı lideri" kurtarmaya çalışıyordu.
İşte az sonra Kulis'ten ayrılan Abdi arkadaşımız Ankara'ya Başbakan
Bülent Ecevit ile Süleyman Demirel arasında bir anlaşma bir
yakınlaşma sağlamak umuduyla gidiyordu.
Şu kadarını söyleyebilirim, Ecevit buluştuklarında o ortamda bile,
Abdi İpekçi'ye, "Nurlu ufuklar"dan bahsetmiş, "Taze para
bulunabileceğini her şeyin düzeleceği"ni anlatmış!
Süleyman Demirel ise Abdi'ye İstanbul'a gitmemesi için çok ısrar
etmiş, "Kal burada, bu meseleyi konuşalım tartışalım" demiş.
Ama yola çıkmış, kaderine koşmuş Genel Yönetmenimiz Abdi
İpekçi...
Milliyet için ikna ettiler
ÇETİNER- Gazeteciliğe nasıl başladınız? Ali Naci Bey'le
nasıl tanıştınız?
İPEKÇİ- Gazeteciliğe Galatasaray'ın ortaokul sınıflarında iken
amatör olarak başladım. Önce spor dergilerine karikatür çiziyordum.
Sonra mizahi dergilere de karikatür çizmeye başladım. Spor
dergilerindeki çalışmalarım, karikatürcülüğün yanı sıra yazarlık
olarak da gelişti. Lise son sınıflarında spor dergilerinde
sekreterlik de yapmaya başladım. Liseyi bitirdikten sonra Hukuk
Fakültesi'ne devam ederken, günlük gazetelerde profesyonel olarak
ilk çalışmalarım başladı.
Yeni Sabah gazetesine muhabir olarak girdim. Daha sonra Yeni
İstanbul'da sekreter olarak çalıştım. Yeni İstanbul'da yanında
çalıştığım Mithat Perin, İstanbul Ekspres gazetesini kurduğu zaman
beni Yazı İşleri Müdürü olarak aldı. Orada Yazı İşleri Müdürü
olarak çalıştım ve bu arada askerlik görevini yapmak üzere ara
verdim. Yedek subaylığımı Kore'de yaptım. Kore'den dönünce İzmir'de
Osman Karaca beni karşıladı.
Birkaç haftalık tereddüt
Milliyet gazetesinin yeni bir hazırlık içerisinde kendini
yenileyerek çıkacağını ve Yazı İşleri Müdürü olarak beni almak
istediklerini söyledi. İzmir'den geldikten sonra bir süre tereddüt
dönemi geçirdim. Bu birkaç hafta sürdü. Daha sonra işte sağdan
soldan gelen haberler üzerine...
ÇETİNER - Milliyet olmasaydı nereye girecektin? Yahut ne
yapmak isterdin?
İPEKÇİ - Benim aslında geçirdiğim tereddüt şuydu: Milliyet
olmasaydı, nereye gireceğimi düşünmedim de, geldikten sonra
Babıali'de dolaştım. Yani İstanbul Ekspres'ten resmen ayrılmış,
kopmuş değildim aslında. Fakat bilmiyorum neydi o tereddüt tam
olarak.
Çok kuvvetli bir şahsiyetti
Öyle bir şey kalmış hafızamda bir iz olarak. Ha, iyi bir şey yapmak
istiyordum. Mesleğe daha ciddi olarak girmek istiyordum. Bunun
imkânları ne olabilir, diye düşünüyordum. İşte o arada Osman
Karaca'nın söylediği davet, sağdan soldan daha ısrarlı gelmeye
başlayınca, bir kere gideyim, konuşayım dedim. Belki dedim,
Milliyet'ten gelen bu daveti başında biraz tereddütle karşılamış
olmam, eski Milliyet, yani 1950 yıllarındaki Milliyet'in havası,
tutumu, politikası ile bana çok çekici gelmeyen bir gazete oluşu, o
davete derhal sevinerek, isteyerek koşmamı önlemişti.
Şimdi hafızamda öyle kalmış, bilmiyorum. Fakat bir kere git,
mutlaka konuş diye ısrar edilince, gittim, konuştum. O konuşma
sonucunda...
ÇETİNER - Kiminle? Ercüment Bey'le mi, Ali Naci Bey'le
mi?
İPEKÇİ - Hatırladığım kadarıyla her ikisi de vardı. O konuşma
sonunda tereddütlerim giderildi. Yani, yenilenen Milliyet'in
1950'nin başında çıkan Milliyet'ten her bakımdan çok farklı
olacağına inandım. Politikası bakımından, tutumu bakımından,
gazetecilik yapma olanakları bakımından, yeni bir yaratma hevesini
tatmin bakımından, kapıların açık olduğunu gördüm.
Gerçi o zamana kadar Naci Bey'le tanışmışlığım, konuşmuşluğum
olmamıştı ama, tanıyanların bildiği gibi Naci Bey sempatik bir
adamdı, o yönüyle de beni etkiledi. Sonra çok heveslendirdi, bir
insanı gazeteciliğe teşvik, heveslendirme bakımından çok kuvvetli
bir şahsiyete sahipti Naci Bey. O yönüyle de etkiledi.
ÇETİNER - Nerede olmuştu bu?
İPEKÇİ - Eski binada...
YARIN
İpekçi hayalindeki gazeteyi yapabildi mi?
Milliyet'in yeni çizgisi konusunda gazetenin sahipleriyle nasıl
anlaştı?
Milliyet'e başladığında Abdi İpekçi'ye neden tepki
gösterildi?