ABD usta, Türkiye satranç tahtası
Abone olSon günlerde ağızlara pelesenk olan bir söylem var. "ABD-Türkiye ilişkileri geriliyor." diye. Peki, bu ilişkileri geren kim? ABD suçluyu çoktan bulmuş, şimdi onu sindiriyo
Şöyle biraz gerilere gitsek, dönem dönem ABD ile Türkiye
ilişkilerinin gerçekten gergin dönemler geçirdiğini görebiliriz. Ve
her gergin dönemin ardından Türkiye'nin ABD'ye daha bir
bağlandığını görürüz... En iyi örnek ise Kıbrıs Barış Harekatı
öncesi, sırası ve sonrasında olanlardır... Türkiye'ye her türlü
(Genellikle eskimiş olsalar bile) askeri araç, gereç ve teçhizatı
sağlayan ABD, harekata göz yuman ABD ve harekatın ardından
Türkiye'ye ambargo uygulayanda ABD idi. Sadece bu bile Amerikan dış
politikasının anlık üretildiğini düşündürebilir. Ama tam tersidir.
ABD hamlelerini bir satranç oyuncusu gibi düzenlemekte ustadır.
Çünkü iki dünya savaşında ve ardından gelen soğuk savaş döneminde
bu özelliğini geliştirmiş ve pekiştirmiştir. Üstelik dünyada güç
dengeleri sürekli değişirken, siyasal, ekonomik ve askeri güç
olarak ayakta kalan tek ülke olmayı da başardı. Şimdi, dünyayı
yeniden şekillendirme görevini yerine getiriyor. Bu görevi kimlerin
verdiği konusunda çok sayıda isim ortalarda dolaşıyor. ABD, dünyayı
şekillendirmek için çok hassas bir noktayı bundan en az 30 yıl önce
belirledi. Bu nokta bugün ABD'nin demokrasi havarisi kesildiği
IRAK'dan başkası değildir. Çünkü bu coğrafya çok hassas siyasi
dengeler üzerinde yaşamaktadır. Önce Irak'da Saddam iktidara
taşındı. Ardından ABD için bölgede en telhikeli unsur olan,
Avrupa'nın desteği ile ülkesinde İslam Devleti kuran Humeyni'nin
İran'ı ile savaşa tutuşturdu. Sonra güçsüz düşen Irak'ın Rusya ile
yakınlaşmasını engellemek için Kuveyt işgaline göz yumdu. Ve
ardından da müthiş bir kampanya ile Irak'ı ve tabii ki Saddam'ı
dünyadan soyutladı. Daha o gün yok edebileceği Saddam'ı elinde
tuttu tuttu ve nasıl yaratıldığ hale şüpheli olan 11 Eylül
saldırılarının ardından defteri kapattı. Bu defteri dürüp atarken,
dünyayı peşinden sürüklemesi için çok geçerli bir sebebi de vardı.
Terör. Afganistan dümdüz edildi. Ladin ve adamları yerin bin kat
dibini mesken tutarken, ikinci suçlu Saddam tarihe gömüldü.
Hedef... Çok insani idi. Irak'a demokrasi getirmek. Ama herkesin
bildiği gerçek farklıydı. Petrol. Irak petrolünü kontrol etmek. Ama
hedef asla bununla sınırlı olamazdı. ABD sadece Irak petrolleri
için bu kadar masrafa ve riske girmemeliydi. İşte bu sırada
Ortadoğu Projesi'ni masaya koydu. Küçük Asya yeniden
şekillenecekti. İran ve Suriye iki çıban başı idi. Uyarıldı, tehdit
edildi. Minik minik operasyonlar bile yapıldı. Körfezin güneyi
zaten sinmiş sıranın kendilerine gelmesinden korkuyordu. Kendileri
için radikal sayılabilecek ataklar yapıyorlardı, demokrasi adına,
çağdaşlık adına. Bu bile ABD'nin bölgede kısmi sempati toplamasını
sağlamalıydı. Ama böyle olmadı. Özellikle Irak'taki direnişin
sertleşmeşi, ABD'yi bölge politikalarını yeniden gözden geçirmeye
sevketti. İşte o an birşey farketti ABD... Yıllardır iniş çıkışlı
bir grafik içinde ilişkisini sürdürdüğü dost Türkiye'den yeterince
destek göremediğini anladı. Hatırladı. İki tezkere, üslerin yeniden
organizasyonu gibi konularda ters düştüğü Türkiye'de yükselen ABD
karşıtlığını sorgulamaya başladı. Çünkü dost Türkiye'nin ayağını
sürümesi, hem Irak'ta hem Türkiye'de karşıtları
cesaretlendiriyordu. Önce açık açık kendinize gelin uyarısı yaptı.
Sonra Medya aracılığı ile halkı yanına çekme kaygısına düştü.
Amerikan Gazeteleri aracılığı ile Türkiye'yi kendi halkına şikayet
etti. İlişkileri germeye başladı ve son olarak bu akşam ağzından
baklayı çıkardı. Sorumlu AK Parti idi. Washington'daki muhafazakar
araştırma kurumu American Enterprise Enstitüsü'nde görevli Ortadoğu
uzmanı Michael Rubin, `Middle East Quarterly' dergisinde `Yeşil
Sermaye ve Türkiye'de İslamcı Politika' başlıklı bir yazı kalem
aldı. Yazıda özetle AK Parti'nin İslam'a yakın duruş belirlemiş
sermaye guruplarına yakın durduğu imajı verilmek isteniyor. Hedef
ise kuşkusuz, ülkede 3 Kasım sonrası yavaş yavaş erozyona uğramaya
başlamış olan asker-siyasetçi gerginliğini kaşımak, laiklik vurgusu
ile iktidarla-asker arasına kara kedi sokmak. İşte Rubin'in yazısı
özellikle zamanlama açısından çok iyi irdelenmelidir. ABD AK
Partiyi dizginlemek istemektedir. Bunu yaparken Türkiye'deki
demokrasi ya da ekonomik geleceği düşündüğünü sanmayın. Tek hedefi
AKP'nin şu anki siyasal gücünü Orta Doğu ve tabii ki Asya'daki
emelleri doğrultusunda kullanabilmektir. Ve bunun için ne
gerekiyorsa yapacaktır. Yoksa ABD'nin Türkler tarafından sevilmek
gibi bir kaygısı hiçbir zaman olmamıştır. Çünkü onun
politikalarında duygusallık değil, bir satranç ustasının hamle
zenginliği vardır.