ABD-Türkiye gerginliğinin iç yüzü
Abone olHürriyet yazarı Sedat Ergin, ABD ile Türkiye gerginliğin perde arkası ve Irak'ın geleceği ile ilgili son noktayı yazdı.
TÜRKİYE ile ABD arasındaki Irak pazarlığı, dün Amerikan
tarafının askeri konulardaki müzakerelerden çekilmesi, karşılığında
Türk tarafının da geri adım atmamasıyla oldukça dramatik bir
aşamaya girdi. Bu aşamada tarafların müzakere pozisyonlarında
nerede durduklarını şöyle açıklayabiliriz: BİR PAKET, DİĞER İKİYİ
REHİN ALDI Pazarlık, bilindiği gibi ekonomik, siyasi ve askeri
olmak üzere üç ayrı pakette yürütülüyor. Ekonomik paketin hem
içeriği, hem de rakamsal büyüklüğü üzerinde önemli görüş
ayrılıkları var. Siyasi ve askeri paketlerde ise hálá anlaşmazlık
konuları bulunmakla birlikte, bu pürüzlerin daha kolay
halledilebileceği anlaşılıyor. Nitekim Dışişleri Bakanlığı
Müsteşarı Büyükelçi Uğur Ziyal'in, dün ANAP yöneticilerine verdiği
brifingde ‘‘siyasi ve askeri konularda yüzde 5'lik bir sorun
kaldı’’ demesi bu durumu teyit ediyor. Sonuçta, siyasi ve askeri
paketteki son sözlerin söylenmesi için ekonomik paket üzerindeki
uzlaşının beklendiği söylenebilir. IMF KOŞULU RAHATSIZLIK YARATIYOR
Ekonomik pakette iki büyük sorun var. Birincisi, Washington'un
hazırladığı ekonomik yardım önerisinin büyüklüğü üzerinde. Türkiye,
6 milyar dolarlık hibeyi yetersiz buluyor, ABD'ye ‘‘yukarı çıkın’’
diyor. İçerikteki en önemli pürüzü ise ABD'nin vereceği 6 milyar
doların kullanımının IMF programıyla ilişkilendirilmesi
oluşturuyor. ABD, 6 milyar doların yürürlükteki IMF istikrar
programını sarsmamasını, programın getirdiği mali disiplinin dışına
çıkılmamasını istiyor. Washington, imzalanacak ekonomik mutabakat
belgesinde bu koşulu güvence altına alacak ifadelere yer
verilmesini istiyor. Türk tarafı ise 6 milyar dolarlık hibenin
anlaşma metninde IMF koşuluna bağlanmasına itiraz ediyor. SİYASİ
BELGEDE FEDERASYON YOK Irak'ın geleceğine ilişkin ilkelerin yer
aldığı siyasi belgede parantez içinde bekleyen bazı pürüzlü
konulara karşılık, önemli ölçüde görüş birliği sağlandığı
anlaşılıyor. Belgenin girişinde, ‘‘Irak'ın bağımsızlığının,
egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve ulusal birliğinin
korunacağı’’ konusunda kuvvetli bir taahhüde yer veriliyor. Önem
taşıyan bir nokta, belgede ‘‘federasyon’’ kavramına herhangi bir
şekilde atıf yapılmaması. Bunun yerine, ‘‘Irak halkının tümünün
onayını vereceği’’ bir siyasal yapının oluşturulacağı belirtiliyor.
Ancak yine de yeni siyasal çerçevenin etnik temelde tanımlanmaması,
ileride etnik bölünmeye zemin oluşturmaması için belgede emniyet
sübabı işlevi görecek bazı cümlelere yer verilebilir. Örneğin,
‘‘belli bir kentin belli bir bölgeye ait olamayacağı’’ şeklinde bir
ifadenin metinden çıkması şaşırtıcı olmayabilir. TEK BİR ULUSAL
IRAK ORDUSU Ankara'nın büyük bir hassasiyetle yaklaştığı bir başka
konu var: Belgede, ‘‘Irak'ın tek bir ulusal orduya sahip olacağı’’
ilkesi çok açık ifadelerle belirtiliyor. Bu durumda, Saddam Hüseyin
sonrası dönemde Barzani ve Talabani'ye bağlı silahlı birliklerin
akıbetinin ne olacağı sorusu gündeme geliyor. Ancak, belgedeki ilke
hayata geçirildiği ve bütün Irak'ta yetkili olacak tek bir ordu
kurulduğu takdirde, bu grupların ya lağvedilmeleri ya da Kürt
bölgesinde kolluk kuvveti düzeyine indirilmeleri gerekecek.
SİLAHLAR KÜRTLERDEN GERİ ALINACAK Siyasi belgede getirilen tek ordu
düzenlemesi, askeri mutabakat muhtırasına ek bir protokolde ele
alınan bir başka düzenlemeyle pekiştirilecek. Bu da, 1991
tecrübesinin ışığında Türk tarafının başından beri çok ısrarcı
olduğu Kürt grupların ‘‘silahsızlandırılması’’ konusu. Buna göre,
Barzani ve Talabani birliklerinin savaş öncesinde ABD tarafından
hafif silahlarla donatılması süreci Türk askerlerinin gözetiminde
gerçekleşecek. Savaş sonrası dönemde bu silahların geri alınması da
yine benzer şekilde Ankara'nın gözetimi altında olacak. Metnin bu
bölümüne son şeklinin verilmediği, ancak Türk ve Amerikan askeri
makamları arasında bu konuda zımni bir mutabakatın şekillendiği
anlaşılıyor. TÜRKMENLER KURUCU UNSUR OLACAK MI? Siyasi belgede
çözüm bekleyen önemli bir mesele, Türkmenlerin yeni dönemdeki
statülerinin hangi ifadelerle tanımlanacağı sorusunda beliriyor.
Belgede Türkmenlere açıkça atıf yapılacak. Hatta, Türkmenlerin
bütün diğer etnik gruplar gibi ‘‘tüm siyasal haklardan
yararlanacakları’’ kayda bağlanacak. Buradaki pürüz, belgenin
Türkmenlerden ‘‘Irak'ın asli, kurucu unsuru’’ olarak söz edip
etmeyeceği. Irak anayasalarında Araplar ve Kürtlere bu statü
verilirken, Türkmenlerin statüleri ya Devrim Komuta Konseyi
kararlarında (1970) ya da Bağdat'ın 1930'ların başlarında Milletler
Cemiyeti'ne yaptığı bildirimlerde tanımlanmıştı. Türk tarafı,
çıkacak nihai metinde Türkmenler'in ‘‘asli unsur’’ olarak
tanımlanması konusundaki ısrarından vazgeçmiş değil. YENİ BİR
SYKES-PICOT OLMAMALI Belge, Irak'ın petrol kaynaklarının bütün ülke
tarafından kullanılacağını belirtiyor, petrolün sahipliğine coğrafi
ve etnik bir düzenleme getirilmesine kapıyı kapalı tutuyor. Peki
Amerikan tarafı, Ankara'nın Irak petrolünün dış pazara çıkışında
Kerkük-Yumurtalık boru hattına öncelik tanınması yolundaki
talebinin belgeye konulmasını neden geri çevirdi? Bir diplomatik
kaynak, bu soruyu ‘‘Bu metni hazırlarken yeni bir Sykes-Picot
anlaşması görüntüsünün verilmemesi gerekirdi’’ diye yanıtladı.
Bilindiği gibi, İngiltere ve Fransa, Birinci Dünya Savaşı sırasında
1916 yılında yaptıkları gizli Sykes-Picot anlaşması ile Osmanlı
İmparatorluğu'nun parçalanmasını karara bağlamışlardı. Belli oluyor
ki, bu konudaki Türk-Amerikan siyasi mutabakatının, Sykes-Picot
anlaşması benzeri çağrışımlar yaratmasından endişe ediliyor. Yine
de, bu mutabakatın, Saddam Hüseyin sonrası dönemde ortaya çıkacak
Irak'ın yeni anayasasının ana hatlarını çizeceği söylenebilir.