ABD mafya lideri gibi
Abone olProf. Dr. Ferit Hakan Baykal, Türkiye, dünya hükümetinin kurulması için öncülük yapmalı diyor.
Iraklıların, aldıkları savaş esirlerine “Irak halkı sizi
çiçeklerle mi karşıladı silahlarla mı?” sorusu Amerika’yı
sinirlendirip, aklına aniden “hukuku” getirince, herhalde gülmekle
ağlamak arasında kararsız kaldınız siz de benim gibi. Gerçi,
Cenevre Sözleşmeleri’ne göre savaş esirine sadece adı ve birliği
sorulabiliyor ve teşhir edilemiyor ama uluslararası hukukun savaşın
kendisini suç saydığı hiç hatırlanmıyor. Hukukçuların sadece
“karınlarından konuşarak” savaşı seyrettiği bir dünyada hukuk,
elbette hakkın gücünü değil, gücün hakkını korur hale geliyor. Ben
bu uluslararası hukukun ne işe yaradığını anlamadım. Mesela savaş,
cinayet işlemek için alınan bir temiz kâğıdı mı? Esasen,
uluslararası hukukta savaş yasak. BM anlaşmasında diyor ki; bir
devletin başka bir devletin ülkesel bütünlüğüne, siyasi
bağımsızlığına ve egemenliğine karşı kuvvet kullanmak, kuvvet
kullanma tehdidinde bulunmak yasaktır. Bu uluslararası hukuk
prensibi, zamanla örf ve adet hukuku kuralına, oradan da emredici
hukuk kuralına dönüşüyor. Bu kural konduktan sonra, savaş nedeniyle
hangi devlet cezalandırıldı? Kaybeden devletler. Hukuk, kaybedeni
mi cezalandırıyor? Maalesef öyle. Uluslararası hukukta kuralı
kendiniz koyuyorsunuz, baştan karşı çıkmak kaydıyla istemediğiniz
kurallara uymama şansınız var. Bir yasama ve yürütme organı yok.
Yargı organı var ama mecburi değil. Yani, bir devlet, diğer bir
devleti hukuka aykırı davrandı diye Adalet Divanı’na, ya da diğer
uluslararası mahkemeye götüremez. Götüremez, iç hukuktaki gibi
değil. Bunun için iki devletin de onayı olması lazım. Uluslararası
hukukun en zayıf yanı bu. Öyle bir sistem ki, kendiniz kuralı
koyuyorsunuz, ihlal edilip edilmediğine kendiniz karar
veriyorsunuz, yaptırımını da kendiniz uyguluyorsunuz. Yani kendiniz
çalıp, kendiniz oynuyorsunuz. Özetle işine geldiği zaman
kullanılan, işine gelmediği zaman bir polemik aracı hukuk. Hiç
yoktan iyi ama. Hukukun olmadığını düşündüğümüzde inanın, dünya çok
daha korkunç olur. Savaş esirleri ile ilgili kurallar ne zaman
konulmuş? İlk defa 1856 yılında deniz savaşlarına ilişkin kurallar
kabul edilmiş. 1907’de Lahey’de 13 sözleşme kabul edilmiş. Birinci
Dünya Savaşı’nda, savaş esirlerine yapılan gaddar muamelelerden
sonra “artık yazılı hale getirelim bu kuralları, devletler hukukuna
bağlansın” denmiş. İkinci Dünya Savaşı’nda yine, savaş esirlerine
kötü muamele yapıldığı tespit edilmiş. Ve 1949’da Cenevre
Sözleşmesi kabul edilmiş. 1949’da dört tane Cenevre Sözleşmesi,
1977 yılında da iki tane protokol kabul edilmiş. 1977 tarihli
protokole biz taraf değiliz. Irak da taraf değil. ABD, İngiltere
bunlara imza atmış, ama onaylamamış. Yani, sözleşmeden kaynaklanan
bir uyma yükümlülüğü yok. Ama 1949 Cenevre sözleşmelerine Irak,
ABD, İngiltere taraf. 1949’dan 2003’e kadar kimi ne kadar bağladığı
ortada! Ama bu kurallar olmasa Irak, Amerikalı esirleri mesela
gözlerine şiş sokarak gösterecek herkese. Eski çağlarda öyleydi
biliyorsunuz. Yakalıyor, esir alıyor, kazığa oturtuyor. Küba’daki
Guantanamo kampında Amerika’nın Afganistan savaşında aldığı
esirlere yaptığı farklı mı? Amerika onları savaş esiri kabul
etmiyor. Bu da Amerika’nın hatasıdır. Diyor ki, “Onlar terörist,
hukuktan yararlanamaz.” Peki teröriste işkence yapma hakkı var mı?
Yok tabii. Adi suçlu da olsa, gözaltına aldığınız bir kişiye
işkence yapamazsınız. Ona adil yargılanma imkanı vereceksiniz. Hele
o şahısları alıp, başka bir ülkede tecrit etmesi kabul edilebilir
bir şey değil. Afganistan’ın yargılamasına izin vermiyor. Biz
Apo’nun gözüne şiş mi soktuk, 30 bin kişiyi öldürdü. Hâlâ deniyor
ki, adil yargılamadın. Amerika’ya ise bir şey diyen yok. Rusya’nın
Çeçenlere yaptığı tiyatro baskını da insanlık dışı bir eylemdi.
Türkiye Güneydoğu’daki çatışmalarda, kimyasal silah kullansaydı,
tüm dünya üstümüze gelirdi. O zaman hakkın gücü değil, gücün hakkı
oluyor işte. Teşhisi koydunuz. Çelişki şurada: Hukukta güç
kullanmak yasak ama uluslararası politikada temel kriter güçtür.
Mafya liderlerinin kullandıkları tabirle ne kadar “rüzgâr
yaparsanız”, o kadar etkin olursunuz. Amerika bir yerde mafya
lideri gibi. Belirli devletleri sindirmek için, güç gösterisi
yapmak zorunda. Savaş esirlerinin teşhiri yasak mı gerçekten?
Cenevre Sözleşmesi’ne göre, savaş esirleri, her zaman vahşete,
aşağılanmaya, hakarete ve kamu merakına karşı korunacak. Yani
teşhir etmemeniz gerekiyor. Yalnız, başlangıçta teşhir eden
Amerika’dır. Irak’ın, esirlere sorduğu sorular hukuka uygundur. 17.
madde diyor ki, “Her savaş esiri sorgulandığında, kendi soyadını,
adını, rütbesini, doğum tarihini, ordusunu ve şahsi kimlik
numarasını bildirmek durumundadır.” Esirlerin teşhiri bence o kadar
da kötü değil. Bana göre de bu kuralı da tersine çevirmek
gerekiyor. Bu şahıslar televizyonda gösterilince aileleri sağ
olduklarını görüyorlar. Gösteren devletin şahısları öldürme şansı
kalmıyor. İki tarafın da objektif olarak, aldıkları esirlerin
fotoğraflarını veya görüntülerini göstermesini zorunlu hale
getirmek lazım. Misilleme, savaş esirlerine karşı yasaklanmıştır.
Halbuki uluslararası hukukta misilleme serbest. Size hukuka aykırı
bir davranış yapılırsa, siz de buna karşılık hukuka aykırı bir
davranışla cevap verirsiniz ve o hukuka uygun addedilir. Viyana
Sözleşmesi’ne göre savaş esirlerinin hakları neler? Savaş
esirlerine kimlik vereceksiniz, bir bilgi bürosu oluşturacaksınız,
rütbelerini koruyacaklar, bunlara maaş bağlayacak, şahsi paralarını
muhafaza edeceksiniz. Adil yargılanma hakları var. Esir,
bırakıldığında bir daha cepheye geçerse, ona artık esir muamelesi
yapılmaz. Esir olan şahıs, kişilerin değil devletin esiri. Hatta
baştan esir olursanız esir olmak çok avantajlı. Yalnız onursuz bir
şey olarak kabul ediliyor. Iraklılar İngiliz pilotları düştükleri
nehirde yakmak istediler. O da Saddam’ın politikası. Para veriyor.
Diyor ki, “bunları ölü yakalarsanız şu kadar, diri yakalarsanız şu
kadar”. Yakında Türkiye’den de Amerikalıları yakalayıp Irak’a
götürecekler! Cenevre Sözleşmesi’ne göre, savaş esirlerini çok kısa
bir sürede tarafsız bir yere transfer edeceksiniz. Bunların
hastalanmamasını, ölmemesini temin edeceksiniz. O zamana kadar
kamplar oluşturabilirsiniz ama her zaman insanca muamele
edeceksiniz. Aksi, savaş suçudur. Amerika ve İngiltere galip
gelirse, Iraklıları yargılayacak. Irak galip gelirse öbürlerini
yargılayacak. Bu yanlış işte. Objektif, üçüncü bir yargı sistemi
lazım. Öyle bir sistem 2002’de kuruldu. Uluslararası Ceza
Mahkemesi, Lahey’de faaliyete geçti. Sözleşmeye taraf olan
devletler, bundan böyle mahkemeye savaş suçlularını teslim
edebilecek. Ama Amerika dedi ki “Ben bu sözleşmeyi de bu mahkemeyi
de tanımıyorum”. E tabii tanımaz! Çünkü bugünlerin hesabını
yapıyordu. Dünyanın her yerinde kuvveti var ve operasyon yapıyor.
Böyle bir şeyi kabul etse, her operasyonda askerleri yargılanır.
Amerika Irak’ı kimyasal silah kullanıyorsun diye dövüyor ama
kendisinde nükleer silah var. Çin’de var, Rusya’da var. Amerika’nın
kendini savunma hakkı varsa, Irak’ın da var. Hani bir tabir var ya;
“Bunlar kendine Müslüman.” O tabiri “Bunlar kendine Hıristiyan”
diye değiştirmek lazım. Gerçekten öyle. Amerika kendi kurduğu BM
örgütünün ilkelerinin tamamını ihlal etmiş. Ama işine gelmediğinde
birkaç televizyon görüntüsü sebebiyle Cenevre Sözleşmesi’ni ihlal
etmekle suçluyor Irak’ı. Yavuz hırsız, ev sahibini bastırır hesabı.
Irak da masum değil ama. Irak da milli gelirini halkına aktarmıyor.
Rusya, Çin, Fransa, Almanya, Irak’a çok silah sattılar. Amerika,
Rusya’yı da tehdit etmeye başladı. Dedi ki, “sen silah satmışsın
arkadaş”. “Ben satacağım, satarsam” diyor yani. Tabii. 1991’deki
Körfez Savaşı sonrasında, o bölgedeki devletlerin her birine 100’er
milyar dolarlık silah satmış Amerika, Türkiye de dahil. Yani
dövüyor sizi, dövünce çevredekiler de korkuyor. “Aman biz de alalım
şuradan silah” diyor. Ulus devletlerin geleceği nasıl görünüyor?
Sonunda dünya devletine gidilecek. BM, bir dünya parlamentosuna
dönüştürülecek. Her devletten, o dünya parlamentosuna
milletvekilleri gidecek. Onlar hükümeti oluşturacak. Bir dünya
mahkemesi ve dünya ordusu olacak. Bunun öncülüğünü Türkiye
yapabilir. BM’de bu konuda bir girişimde bulunabilir ya da
devletlerin dışişleri bakanlarına tek tek bu öneriyi sunar. Der ki
“Gelin dünya hükümeti kuralım, gelin İstanbul’da bir konferans
yapalım. Bunu tartışalım.” Çok ütopik değil mi? Değil. Şu anda
Amerika’nın kucağındasınız ama, önemi yok. Kucaktan atlayabilirsin.
O kadar çocuk var ki kucağında, artık hangisini seveceğini de
bilemiyor. Bu arada siz sıçrayacaksınız. Bu yapıyla bir dünya
ordusu oluşturursanız, beş milyon kişilik bir ordu diyelim, Çin de
buna destek verir, Rusya da. Amerika o zaman kabadayılık yapabilir
mi? Bu hükümet bunu yapsa sansasyon yaratır. Böyle bir barışçı
öneriyi ortaya atan bir devlet olarak bence Türkiye büyük mesafe
almış olur. ‘Çanakkale, esirler açısından örnek bir savaştır’
Tarihin seyri içinde esirlere karşı nasıl davranıldı? İnsan
haklarının gelişim süreciyle orantılı olarak esirlere uygulanan
kurallar da değişim gösterdi. 1215 Magna Carta belgesi ile önce
soylulara birtakım haklar tanındı. İngiltere’de 17. yüzyılda “Benim
Kişiliğim Var” belgesi ile vatandaş temel hak ve özgürlükleri
tanındı. 1789 Fransız İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile de
insan hakları tanındı. Bu süreçten sonra esir hakları gündeme
geldi. Yani esirler, insan hakları zincirinin bir halkası. Tabii.
İlk ve orta çağda henüz vatandaşına, kölesine ve yabancı uyruklu
insanlara temel hak ve özgürlükleri tanımayan devletlerin esir
haklarını gündeme getirmesi düşünülemezdi. Temaşvarlı Osman Ağa 17.
Yüzyılda Sırplara esir düşmüştü. Hatıralarında anlattığına göre;
kendisine insanlık dışı muamele yapılmış ve ağır işlerde
çalıştırılmış, kaçarak canını zor kurtarmış. Osman Ağa şanslı
esirlerden biridir. Çünkü bu çağlarda esirlerin çoğunluğu işkence
görmüş veya öldürülmüştür. Çoğunlukla savaşların faturası esirlere
çıkmıştır. Yakın tarihimize baktığımızda örneğin Balkan Savaşı’nda
Bulgarlar esir aldıkları Türk askerlerinin burunlarını ve
kulaklarını kesmişlerdir. Osmanlı Devleti’nde esirlerle ilgili
nasıl bir uygulama vardı? Osmanlı’da esirler, iki türlü hukukla
karşılaşıyorlar. Örfî ve şer’î hukuk. Sultan Birinci Murad
döneminde devlet adına 1/5 oranında şer’î hukuka göre alınan
esirler, Yeniçeri ocağına asker yetiştirmek için Gelibolu’da
kurulmuş bulunan Acemi ocağına gönderiliyor, bir süre sonra,
Yeniçeri ocağına alınıyorlardı. Fakat bu esirler, firar edip
memleketlerine gittikleri için bu sistem değiştirildi. Savaşlarda
esir edilen küçük yaştaki Hıristiyan çocukları bu amaçla
yetiştirilmeye başlandı. Bunlardan ümera (askerî) sınıf
oluşturuldu. Bunlar müsadere edildikleri için mülkiyet hakları
yoktu. Fatih Sultan Mehmet döneminde sadrazam da bunlar arasından
seçildi. Bu sadece Osmanlı Devleti’ne has bir durumdu. Yani yarı
özgür insanlar, özgür insanları idare ediyorlardı. Bu sistem
Osmanlı Devleti’nin büyük bir imparatorluk haline gelmesinde etkili
olmuştur. Çünkü devleti idare edecek insanlar küçük yaştan itibaren
özel bir eğitimle yetiştirilmişlerdir. İslâm hukukunun ganimetlerle
ilgili prensiplerinden doğmuş olan pencik(1/5) Osmanlı Devleti’nin
ilk kuruluş yıllarında uygulanmıyordu. Harpler sonunda ele geçen
diğer ganimetler gibi esirler de gazilere taksim ediliyordu.
Gaziler, hisselerine düşen esirleri, İslâm hukuku gereğince
istedikleri şekilde istihdam edebiliyor, istihdam yeri olmayan da
onları satabiliyordu. Şer’î hukuka göre esirlere iyi davranmak
gerekiyordu. Evlenme durumunda azat edilmesi esastı. 19’uncu
yüzyılda, Kızılhaç’ın kurulması sanırım esirler için bir dönüm
noktası oldu. Evet Kızılhaç’tan sonra insancıl hukuk diye bir hukuk
ortaya çıkıyor. O dönemde, savaş alanlarında esirler, yaralılar
kişilerin inisiyatifine kalıyor, isterse yardım ediyor, isterse
etmiyor. Kızılhaç’ın kuruluş amacı, savaş alanlarında yaralılara,
zor durumda insanlara yardım etmek. Ve onun devamı olarak, esirlere
iyi davranma, onlara belli haklar tanıma ortaya çıkıyor. Daha sonra
New York sözleşmeleri, Cenevre sözleşmeleri, Paris sözleşmeleri, ek
protokollerle gelişmiş. Yakın tarihimizde esirlere nasıl
davranıldığının örnekleri var mı? Birinci Dünya Savaşı’nda mesela,
esir düşen İngiliz subayları Büyük Ada’ya getirilmiş, orada
ağırlanmış. Daha sonra savaş bitince Mondros’a geri gitmişler
bunlar. Çanakkale Savaşı’nda, Cenevre sözleşmelerine uygun
davranılmış. Örneğin, Sargı Yeri Şehitliği var Çanakkale’de. Orada
askeri hastanede İngiliz ve Türk yaralılar beraber aynı çadırlarda
kalmış. Sonra İngiliz deniz topçusu yanlışlıkla orayı bombalamış.
Türkleri ve İngilizleri öldürmüş. Araştırmacılar tarafından
esirlere uygulanan insancıl kurallar açısından Çanakkale Savaşları
hep örnek gösterilir. Örneğin çıkartmadan sonra esir alınan iki
Anzak subayı 57. Alay Komutanı’nın çadırına getirilir. Alay
komutanı onlara izzet ü ikramda bulunur. Anzak subayı daha sonraki
yıllarında şu sözleri söyler: “Alay komutanı bize misafir gibi
muamelede bulundu. Bugünümüzü ona borçluyuz..” İstiklal Savaşı’nda
neler oldu? İstiklal Savaşı’nda Yunan ordusunun komutanı Trikopis,
savaştan önce bir röportajda Kayseri’nin Talas ilçesine kadar
geleceğini, kahvesini orada içeceğini söylemiş. Savaşı kaybedip
esir düşünce, Atatürk ve arkadaşları da bu esir kampını Talas’ta
kurmuşlar. Orada yaklaşık, binin üzerinde esir subay evlerde
ağırlanmış. Trikopis’e müstakil bir ev verilmiş. Köylülerle arkadaş
olmuş, kahve içmiş, çay içmiş. Onlarla beraber ava gidermiş. İki
sene sonra serbest bırakılmış. O süre zarfında da, TBMM bütçesinden
esir subaylara maaşları ödenmiş. NURİYE AKMAN / ZAMAN