AB Türk medyasını da değiştirecek
Abone olAvrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerinin bundan sonraki seyrinde pek çok değişimin kaçınılmaz olacağına dikkat çeken Dumanlı, bundan medya da payını alacağını söyledi.
Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bundan sonra
yoğunlaşarak ivme kazanacağına dikkat çeken Zaman Gazetesi Genel
Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, "Türk medyası da değişmek
zorunda" yazısında değişimin medyaya da yansıyacağını öne
sürdü:
- Geçen hafta tarihî bir hadiseye şahit olduk. Avrupa Birliği,
Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlama kararı aldı.
Bu karar, sadece Türkiye için değil; Avrupa için de yeni bir
dönemin başlaması, yeni bir sayfanın açılması anlamına geliyor.
Avrupa ilk defa Müslüman bir ülkeyle bu kadar yakınlaşmış oluyor.
Nereden bakılırsa bakılsın dünya tarihi açısından önemli bir
adım...
Ekim 2005'te başlayacak müzakereler yıllarca sürecek. Bu arada pek
çok şey değişmeye mecbur. 31 başlık altında toplanan müzakere
konularına bakıldığında anlaşılıyor ki Türkiye pek çok alanda
yeniden yapılanmak zorunda. 17 Aralık zirvesine gelene kadar
Kopenhag Kriterleri için çok büyük adımlar atılmıştı. O adımların
izlerini günlük hayatta görmeye başlayan kamuoyu, değişimin hızla
mesafe aldığına da şahit olacak... Şimdi herkes merak içinde.
Sokakta kokoreç satılacak mı, pilav üstü döner meydanlarda
yenilebilecek mi, mahalle arasında kurban kesilebilecek mi?..
Türk basını, hadiseleri basite indirgemeyi ve magazin sayılabilecek
ayrıntılarla süslemeyi seviyor. AB müzakere süreci de yine bu tür
algılama biçimleriyle dile getiriliyor. Belki halk da teorik
kehanetler yerine, daha somut örnekler görmek istiyor. Dolayısıyla
medya, konuyu çarpıcı misallerle hülasa ederek diyor ki: "Ey halkım
AB hedefi için bazı alışkanlıklarından vazgeçeceksin. Sen iyisi mi
yeni standartlara şimdiden alış!"
Gerçekten de halk, bu yeni duruma alışmak için yoğun bir gayret
içinde. Neredeyse her mevzua, "AB sürecinde bu iş nasıl olacak, ne
değişecek?" diye bakıyor. Aslında halkta böyle bir intiba uyandıran
basının kendine şu soruyu yöneltmesi gerekiyor: Gelecek 10 yıl
içinde Türkiye büyük bir değişim yaşarken Türk medyası bu
gelişmelerin neresinde yer alır? Daha doğrusu "Nerede yer
almalıdır?" Avrupa Birliği'ne üye olmanın en temel esprisi,
standartlarla kuşatılmış bir hayat tercihine dayanıyor. Böyle bir
kuşatmadaki maksat, zaman, şahıs, çevre şartlarının bahane edilerek
keyfî uygulamalar yapılmasının önüne geçmek...
Medyayı bekleyen zorunlu değişim
Müzakere başlıklarında basın ile ilgili doğrudan bir madde yok.
Tabii ki bazı maddeler (şirketler hukuku, rekabet, telekomünikasyon
ve bilgi teknolojileri gibi) sektörel değişimi beraberinde
getirecektir. Ancak AB müzakerelerinde karşımıza yeni bir medya
modeli çıkmayacak. Zaten AB ülkelerindeki basın, temel meslekî
standartlarda büyük benzerlik gösterse de ülke şartlarına göre
değişik tarzlar ortaya koyuyor...
Açık konuşmak gerekirse, önümüzdeki 10 yıl içinde Türkiye çok
değişecek. Siyasette, ekonomide büyük değişimlere şahit olacağız.
Bu hızlı değişimden en çok etkilenecek sektörlerin başında medya
geliyor. Çünkü AB vesilesiyle yaşanacak süreç, sektörel
dayatmalardan ziyade, zihnî değişimi şart koşuyor. En temel AB
felsefesi, bireyin hakları üzerine kurulu. Tek bir ferdi devletle
adeta eşitliyor. O yüzden devletlerin "Mal da benim, mülk de benim;
dilediğimi yaparım" gibi bir felsefeyle bireye yaklaşması mümkün
değil. Devlet, baba rolünden sıyrılmak, ferde hizmet sunmanın
yollarını aramak zorunda. Hal böyle olunca ideal birey, devlete her
konuda boyun eğen, ona kendini feda eden bir şahsiyet olmaktan
çıkıyor; devletten daha doğru hizmet bekleyen, umduğunu
bulamadığında onu eleştiren, hatta şikayet edip hak talep eden bir
karaktere bürünüyor...
Medya gelecekte etkin bir şekilde karşısına dikilecek yeni insan
modeline göre kendine yeni bir yol bulmak zorunda. Bireyin inancı,
hayat tarzı ve tercihi, her geçen gün biraz daha dokunulmaz bir
alana kayacak. İnsanları yaftalamanın, sorgulamanın, aşağılamanın
zorlaşacağı bir döneme giriyoruz.
Medya, insanları kategorize edemeyecek
21. yüzyıl, düşünce suçlarının ortadan kalkacağı, malî suçların
daha sıkı denetim altına alınacağı bir çağ olacak. Uluslararası
terörizmin meydana getirdiği şaşkınlık, bu tezi zayıflatıyor gibi
görünse bile, panik havasının giderek dağılacağı ve marjinal
gruplara karşı inanç özgürlüğüne dokunulmayacak bir yolun
bulunacağını söylemek mümkün.
Medyadaki değişim rüzgârları, sadece bireyin kazanacağı yeni
pozisyona dayanmıyor. AB süreci bireyi demokratik örgütlenmelere
teşvik edecek. Sivil toplum kuruluşlarının ağırlığı, hiç olmadığı
kadar derinden ve yakından hissedilecek. Sivil toplum kuruluşları
denince bu ülkede hâlâ akıllı, uslu (daha doğrusu sistem tarafından
besli) dernekler anlaşılabiliyor. Bu ülkede kendini sivil toplum
kuruluşu diye tanıtan pek çok organizasyon, sırtını devlete (bazen
de derin devlet diye nitelendirilen meçhul kudrete) dayamak zorunda
hissediyor. Oysa Avrupalının anladığı sivil toplum kuruluşu,
bireyin özgür (bazen de aykırı) görüşünden gücünü alıyor ve resmî
otoriteden olabildiğince uzak bir mesafede duruyor.
O yüzden bu tip kuruluşlara NGO (Non-Governmental Organization)
deniyor. Mana itibarıyla 'sivil toplum kuruluşları' diye tercüme
edilse de, seçilen sözcüklerin ruhundan "devlet dışı organizeler"
anlamını çıkarmak mümkün. Dolayısıyla sivil toplum kuruluşlarının
kendine çekidüzen vermesi, bireyin haklarına odaklanması, sistem
bağlantısından sıyrılarak, daha özgürlükçü, daha demokratik bir
yapıya kavuşması gerekiyor. Bu yapı, devlet düşmanlığı, rejim
karşıtlığı gibi anlama da indirgenemez; çünkü bu gelişim,
kargaşadan ziyade uzlaşıya dayanıyor...
Birey ve toplum daha özgürlükçü ufka doğru yürürken, insanların
düşünce ve inançlarından dolayı medya aracılığıyla kategorize
edilmesi, onların potansiyel suçlu olarak sunulması, hezeyan dolu
yakıştırmalarla kampanyalar düzenlemesi vs. mümkün olmayacak...
Bir de kendini herhangi bir ideolojik grubun arkasına alarak oradan
serbest atış yapmayı huy edinmiş bir tür gazetecilik var
Türkiye'de. Soğuk Savaş bitti, onlar hâlâ savaş rüyalarıyla
yaşıyor. Global terör, insanlığı topyekûn tehdit ediyor, onlar hâlâ
eski savaş şarkılarıyla sermest... İdeolojik şartlanmaya, grup
taassubuna dayanan medyayı zor günler bekliyor.
Basının bir dünya görüşü olabilir; hatta bu görüş, ona bir fikrî
derinlik ve zenginlik de katabilir. Ne var ki bunu kin ve nefretin
ocağı haline getirmek, alevleri gökyüzünü yalayacak bir yangına
körükle yaklaşmak demektir. Artık yeryüzünün küçük bir adacığında
yakılan bir kibrit, bütün insanlığı tehdit edebiliyor. O yüzden
demokratik disiplinlerin yaptırımları, her geçen gün sosyal hayatı
kuşatıyor. Bu kuşatma, otoritenin cenderesini daha sağlam kayıtlar
altına almasına değil; bireyin daha sağlam bir zeminde daha net bir
pozisyon kazanmasına bağlı. Bu duruma medyanın da bir an önce
alışması, toplumla barışması, tahammül kültürünü demokratik bir
zemine taşıması gerekiyor...
Basının AB süreci içinde ticaretteki gelişmelere ayak uydurması,
Batı medyası ile daha reel rekabet imkânına kavuşması vs. hiç de
zor değil; yeter ki AB kriterleri çerçevesinde zihnî gelişimini
tamamlamış olsun...
Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: www.zaman.com.tr