AB için ayrı televizyon önerisi
Abone olAB Genel Sekreteri Büyükelçi Murat Sungar, AB müzakere süreci için kurulacak yapıda Türkiye'nin şartlarının dikkate alınması gerektiğini belirtti.
AB Genel Sekreteri Büyükelçi Murat Sungar, AB müzakere süreci
için kurulacak yapıda Türkiye'nin şartlarının dikkate alınması
gerektiğini belirterek, ''Yapı, hiçbir kamu kurumunun itiraz
edemeyeceği bir statüde olmalı ve bunun için özel bir yasa
çıkarılmalı'' dedi. Doğuş Üniversitesi'nin, AB Komisyonu, Türkiye
Kalite Derneği ile Ekonomi ve Dış Politika Forumu desteğiyle Ceylan
Intercontinental Otel'de düzenlediği Uluslararası Jean Monnet
Konferansı, ''Türkiye'nin AB ile Müzakere Süreci: Siyasi, Ekonomik
ve Sosyal Dönüşüm'' başlığı altında gerçekleştirildi. Konferansın
açılışında konuşan Sungar, son dönemde Türkiye-AB ilişkilerinde
özellikle belli konuların sürekli kamuoyunun gündeminde tutulmaya
çalışıldığını ve sonuçta AB'nin gittikçe eksik, yanlış ve
saptırılmış şekilde algılanmaya başlandığını kaydetti. ''Bu, sadece
AB'nin kokoreç yemeye engel olduğunu düşünenler için değil, AB ile
yakından ilgilenenler için de geçerli'' diyen Sungar, artık AB
deyince ''Kıbrıs, Ermeni ve azınlıklar konusu ile Ruhban Okulu'nun
açılması ve Fener Rum Patrikliği'nin ekümenik statüsü'' gibi
konuların akla geldiğini söyledi. Sungar, bu konuların bazı AB
kurumları tarafından da değişik amaçlarla gündemde tutulduğunu
ifade ederek, ''Ama, nedense AB ile mali işbirliği, çevre, tarım,
kırsal kalkınma, bölgelerarası farklılıkların giderilmesi gibi hem
bizim hem de AB'nin önemsediği konular gündeme gelmiyor. Birkaç
ağaca bakarak ormanı görmezden gelmemeliyiz'' dedi. ''SESSİZ
DEVRİM'' 1999 Helsinki Zirvesi ile Türkiye'de bir ''sessiz
devrim''in başladığını ve gerçekleştirilen reformlarla devlet ile
vatandaş ilişkisinin yeniden tanımlandığını dile getiren Sungar,
devletin ''üretici'' olmaktan ''düzenleyici'' konuma getirildiğini
kaydetti. Sungar, bu süreçte ekonomi ve siyasi alanda
gerçekleştirilen yasal düzenlemeleri anlatarak, ''Yapılan yeni
düzenlemelerle, zaten yıllardır var olan toplumsal talepler
karşılanmış olup, geri dönülmez bir yola girilmiştir. Önümüzde
müzakere süreci var. Bu süreçte, bireyleri doğrudan ilgilendiren
tüketici hakları, sosyal güvence, güvenlik gibi konular
tartışılacaktır'' şeklinde konuştu. Türkiye'nin uyum çalışmalarını
yürütürken AB'nin bazı mali kaynaklarını da kullandığını ve bazı
ülkelerden de çeşitli alanlarda uzman yardımı aldığını belirten
Sungar, AB destekli mevcut 117 projenin toplam bütçesinin 1 milyar
avro civarında olduğunu belirtti. BAŞMÜZAKERECİNİN BELİRLENMESİ
Sungar, şöyle devam etti: ''Başmüzakerecinin belirlenmesinde
hükümet henüz bir karara varmadığından, bununla ilgili konuşmayı
yararlı görmüyorum, ancak bazı ilkeleri özetlemek istiyorum.
Müzakere süreci için kurulacak yapıda başka modellerden ziyade,
Türkiye'nin şartları dikkate alınmalı. Yapı, hiçbir kamu kurumunun
itiraz edemeyeceği bir statüde olmalı ve bunun için özel bir yasa
çıkarılmalı. Diğer ülkeler böyle bir yasal düzenlemeye gerek
duymadılar ama Türkiye için buna imkan yok. Benim başında
bulunduğum sekreterlik bile Başbakanlık'a bağlı ve AB ile ilgili
bütün koordinasyonların sorumluluğunu üzerine alan bir kurum
olmasına rağmen çok büyük zorluklar geçiriyor. Brüksel'deki daimi
temsilcilik de bu yapıya dahil edilmelidir. Sekreterliğimiz, DPT ve
diğer ilgili müsteşarlıklardaki uzmanları da içinde barındıran bir
yapı olmalı. Başmüzakerecinin temel görevlerinin başında, belli
konulardaki toplumsal konsensüsü sağlamak olmalıdır. Bu nedenle,
başmüzakerecinin her türlü yetkiye sahip olması gerektiğini
düşünüyorum.'' DİĞER KONUŞMALAR UNESCO Milli Komitesi Başkan Vekili
Pulat Tacar da müzakere tarihi yaklaştıkça AB'nin taleplerini
giderek artıracağını ve bunu yapmaya başladığını ifade ederek, bu
taleplerin, sözde Ermeni soykırımının tanınması gibi siyasi konu
ağırlıklı olacağını kaydetti. Tacar, son 18 yılda AB müktesebatının
sadece yüzde 15'inin Türkçe'ye çevrildiğinin bilindiğini de ifade
ederek, bu tercümelerde de çeşitli kavram kargaşalarının ortaya
çıktığını ve buna meydan verilmemesi için devletin koordinesinde
tercüme çalışmalarının yapılması gerektiğini vurguladı.
İngiltere'nin Cardiff Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Okulu'ndan
Kenneth Dyson ise Fransa ve Hollanda'da yapılacak referandum ile
Almanya ve İngiltere'de yaklaşan seçimlerin Türkiye için bir
belirsizlik nedeni olduğunu ve bu ülkelerin ''veto potansiyeli''ne
sahip olduğunu anlattı. Avrupa'nın da sürekli bir değişim içinde
olduğunu ve 10 yıl sonrasının bugünkünden çok daha farklı
olabileceğini vurgulayan Dyson, Türkiye'nin kendisini değişimlere
sürekli uydurması gerektiğini, yapılan reformların bazen yetersiz
kalabileceğini söyledi. Dyson, çevre, sınır güvenliği, sosyal
güvence ve istatistiki verilerin Türkiye'nin önündeki sorunlar
olduğunu ifade ederek, ''Özellikle istatistik konusunda, ülkelerin
'sizler de Yunanistan gibisiniz' demesine izin vermeyin. İstatistik
çalışmaları yapan kurumların bağımsız ve gerçekçi veriler sunmasını
sağlayın'' dedi. Gazeteci Mehmet Ali Birand da AB üyeliği konusunda
Türkiye'nin geri dönülmez bir yola girdiğini anlatarak, ''Bu
süreçte çok bağırılacak, çağrılacak, ama 'bunun tadını çıkarmakta
yarar var' derim. Ya yıllardır hep şikayetçi olduğumuz statüko
devam edecek ya da değişeceğiz'' diye konuştu. Bütün koşulları
yerine getirmiş bir Türkiye'nin yarı yolda bırakılmayacağına
inandığını kaydeden Birand, ''Bu yolda ödün de vermiyoruz, olması
gerekene kendimizi uyduruyoruz. Yapılan her şey Türkiye'nin lehine
olacak. 'İşkence olmadan sorgu olmaz' diyemeyiz artık. Her şeyin
bir kuralı olacak'' şeklinde konuştu. Birand ayrıca, AB üyeliği
sürecindeki enformasyon yükünü medyanın tek başına
kaldıramayacağını da belirterek, bu amaçla bir televizyon kanalının
kurulması ve bu kanalla toplumun sürekli bilgilendirilmesi
gerektiğini sözlerine ekledi.