Hava pırıl pırıl, gök masmavi karşımda Ağrı Dağı bembeyaz
yükseliyor. Sabah ayazı insanın yüzünü ısırıyor.
Dükkanların kepenkleri gürültüyle açılıyor. Kahvelerde tek tük
insanlar –Ramazan münasebetiyle- çaysız, sigarasız masalarda
düşünceli oturuyor.
Doğubayazıt’ta bir tatil günü başlıyor.
Caddeler ve sokaklar yeni ıslatılıp, süpürülmüş…
Nuh Otel’in yanından yukarı doğru yürümeye başlıyorum. Necla
Zarakolu Kadın Sağlık Merkezi’nin yanından sağa kıvrılıyorum. Paket
taşlarla yapılan caddeler bitiyor. İlerledikçe konutlar tek katlı,
kerpiç evlere dönüşüyor. Yana doğru uzanan küçük toprak yolun
başındaki tabelada “eskimeyen” bir tanıdıkla karşılaşıyorum:
“Kenan Evren Sokak!”
İlçenin en mütevazı sokağına verilen bu isim sanki “12 Eylül
şakası” gibi…
Doğubayazıt’ın dış mahalleleri de bitiyor. Dere yatakları arasından
kırsal alana çıkıyorum. Kerpiç köy evlerinin önünde toplanmış
çocuklar beni selamlıyor:
-Hello,ula hello babo!
Onları “günaydın” diyerek yanıtlıyorum. Ama ısrarla bir “yabancı”
olmamı tercih ediyorlar.
Diğer taraftan ilkokul öğrencisi Sedat geliyor. Sabah yürüyüşünü
“sağlama” almak için soruyorum:
-Buralarda köpek var mı?
-Var.
-Saldırıyorlar mı?
-Saldırıyorlar.
Öte yandakiler hâlâ İngilizce’de park etmişler.
Sedat’a “bu çocuklar niye böyle bağırıyorlar” diyorum. Sedat
“Türkçe bilmiyorlar” yanıtını veriyor. Belli ki okula
gitmiyorlar.
***
Birkaç gündür Doğubayazıt ve Iğdır köylerindeki okulları
dolaşıyorum. Genç öğretmenler bölgedeki “Sekiz yıllık zorunlu
eğitim” uygulamasının fiili boyutunu anlatıyorlar:
-Dördüncü, beşinci sınıflarda okuyan erkek öğrencilerin tamamı
okula başlamadılar.
-Neden?
-Hayvana gidiyorlar!
Çocukların çobanlık yapması, okula gitmelerinden daha önde gelen
bir öneme sahip…
Zaten “sekiz yıl” da teoride kalıyor. Köy okullarının büyük
çoğunluğu 5. sınıfa kadar. 6,7 ve 8. sınıflar için çocuklar
Doğubayazıt’a “Orta okula” geliyorlar.
Ama bölgedeki köy okullarında “iyi şeyler” de var.
Sınıfların bir köşesinde büyük kolileri gösterip açıklıyorlar:
-Bunlar bilgisayarlarımız.
-Niye kurmuyorsunuz?
-Okulda elektrik yok!
Okul var mı, var. Öğretmen var mı, var. Bilgisayar var mı, var.
Alın size “bilgisayarlı sekiz yıllık eğitim” tepe tepe
kullanın!
***
Yürüyerek Doğubayazıt’ın epece dışına çıkıyorum. İlerde Meryemana
köyünün evleri görünüyor. Köyün erkekleri ikişerli üçerli gruplar
halinde şehre iniyorlar.
Selamlaşıp soruyorum:
-Köyde okul var mı?
-Var.
-Öğretmen var mı?
-Valla hiç bilmiyoruz!
Adamların arkasından sırtında bir fıçıyla gelen küçük çocuk doğru
yanıtı veriyor:
-Beş tane öğretmen var.
Ağrı Dağı’na dönüp bakıyorum. Zirvenin hemen altında bulutlardan
bir kaşkolü boynuna dolamış olanca haşmetiyle dim dik duruyor.
Ağrı Dağı, buraların en yüce değeri.
Örneğin Nuh Otel’in sahibi Ömer Yiğit, sevdiklerine iltifat etmek
isterse Ağrı’nın zirvesini kerteriz alıyor:
-Abi sen benim için Büyük Ağrı’sın!
Merkeze dönüyorum, caddeler daha kalabalıklaşmış. Önemli geçim
kaynağı olan sepetli motosikletlerin çiğ ekzost gazları geniz
yakıyor.
Doğubayazıt’ta Ağrı’sı - sızısıyla bir cumartesi sabahı
başlıyor…