40 idam cezası veren hakim
Abone olO eski bir Sıkıyönetim Mahkemesi Hakimi. Adı Ali Fahir Kayacan. 12 Eylül döneminin hakimlerinden.
O eski bir Sıkıyönetim Mahkemesi Hakimi. Adı Ali Fahir Kayacan. Şimdi Askeri Yargıtay Onursal Üyesi sıfatıyla emekliliğini yaşıyor. Hüküm verdiği davalar ise Türkiye’nin yakın tarihini şekillendiriyor.
40 idam cezası vermiş, dört infaza katılmış. TGRT HABER TV, o dönemin bilinmeyenlerini şu an Ankara’da Askeri Yargıtay Onursal Üyesi sıfatıyla emekliliğini yaşayan Ali Fahir Kayacan’la konuştu.
-Türkiye’nin yakın tarihinin en önemli tanıklarından birisiniz. Öncelikle bu zor görevi nasıl aldınız? Sıkıyönetim Mahkemesi’ne hakim olarak atanma sürecinizi anlatabilir misiniz?
Aslında başka bir arkadaşım bu göreve atanacaktı. Hatta kendisiyle sıkça şakalaşıyorduk. Fakat ne olduysa, son anda tayin emri bana tebliğ edildi. 29 Aralık 1978 tarihinde, Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi hakimi olarak atandım. Sivil adliyelerden gelen, sayıları binlerce ifade edilen dosyaları arkadaşlarımla birlikte ele aldık ve çalışmalara başladık.
-Kaç kez kalem kırdınız?
Ben hiç kırmadım. Fiilen. Kalem kırma anlamında. Yasaların ölüm cezasını gerektiği suçla ilgili yargılama sırasında ölüm cezasına hükmettim. Ama kalem kırarak değil. Kalem kırma tabirinin yasal bir dayanağı yok. Bu temenniden öteye gitmeyen ve bazı hakimler tarafından uygulanan bir davranış biçimi.
- Ben mecazi manada kastetmiştim. İdam kararı vermenize rağmen kalem kırmadınız mı? Size batıl bir inanç gibi geldiği için mi kırmadınız kalemi?
Hayır kırmadım. Bunun özel bir nedeni de yok gerçekten. O an aklıma gelmedi. Samimiyetle söyleyeyim.
- Peki kaç kez kalem kırmadan ölüm cezasını hükmettiniz?
14 senelik bir yargılama sürecim var. Bunun bir kısmı Diyarbakır. Bölücü terör örgütüyle ilgili davalar var. 11 seneye yakını da Ankara. Hepsini toplarsak sanırım 40 kadar. Kesin sayıyı tam olarak hatırlayamıyorum. Davaların niteliklerini bildiğimden bu sayıyı verebiliyorum. Zaten sadece bir siyasi davadan 12 kişiye ölüm cezası verdim. Bölücü terör örgütüyle alakalı olanlar var. 40 civarında olabilir. Aşabilir de.
-Bir insanı ölüme gönderen kararı vermek nasıl bir psikoloji... Bize anlatır mısınız?
Bakın idam kararını verirken önünde iki alternatif vardır, eğer suç sabitse. İdam ya da müebbet. Yani hakim sadece takdiri indirimi değerlendirir. Takdiri indirim sebebi varsa müebbet, yoksa idam verir. Hakim keyfi ve serbest hareket tarzında değildir. Aslında uygulama yönünden, icraat yönünden en bağlı olan kesimler hakimlerdir. Anayasada yer alıyor çünkü. Başbakan bir icraat yaptığı zaman bunu açıklamak zorunda değildir. Ya da cumhurbaşkanı, ya da siyasetçi, ama hakim açıklamak zorundadır. Fakat somut olarak kendisine karşı bir eylemde bulunmamış, devlete karşı eylem yapmamış (Aksini haklı görüyorum anlamında söylemiyorum), hiçbir suçu olmayan, günahsız kişileri sadece siyasi görüş farklılığı bahanesiyle (Ki bir çoğunda bu da yok. İlginç olan tarafı da bu zaten) acımasızca öldüren, 5 kişinin, 7 kişinin, 10 kişinin hayatına son veren bir sanık için ben şahsen vicdanı kanaat yönünden takdiri indirim uygulanmasını uygun görmedim. Biz olaya sadece idam cezası olarak bakmadık. Yasa neyse, yasal gerekçesiyle uyguladık.
-Kararı sanıkların yüzlerine okurken genelde neler yaşandı?
İstisna olabilir. Bir çoğu slogan attılar, küfür ettiler. Bağırış çağırış şeklinde. Bizlere hakaret ettiler. Özellikle de bölücü örgüt davasında hem bizlere, hem Türkiye Cumhuriyeti devletine. Beklenen şeylerdi. Aileleri tarafından da oldu. Onlara da herhangi bir işlem yapmadık. O psikolojide normaldi.
-Baktığımızda 28 yaşında böyle önemli kararlara imza atmışsınız. Size göre hakimlik için böyle bir yaş uygun mu?
Teknik olarak 24 yaşında bir insanın hakim olabilmesi mümkün. Ama Türkiye’de hakimlik yaşı erken. Ben bunu kendimde yaşadım. Her insanda belirli yaşın verdiği olgunluk vardır. 25 ile 45 yaş arasında düşünce yapınız farklıdır. Tahammül sınırınız, toleransınız artar. Torunum var. Babayken çocuğuma göstermediğim anlayışın bin katını çocuğuma gösteriyorum. Hakimlikte böyle. 25 yaşında bir insanı hakim yapabiliriz.
- 40’ı aşkın ölüm cezası verdiniz. Peki kaç infazda bulundunuz?
Toplam 4 infazda bulundum. Bu dört infazın ikisinin kararında benim imzam vardı. 12 Eylül sonrasında ilk infaz sanırım 8 Ekim’de gerçekleşti. Aynı gün oldu iki infaz da... Bunlardan birinin kararında vardım. Diğerinde yoktum. İnfazlarda yasa uyarınca hükmü veren mahkemeden bir hakim bulunmak zorunda. Bu tabir kararda imzası olandan daha geniş bir kavram.
- Kimdi efendim ilk infazınız.... Daha doğrusu bir gecede iki infaz olduğuna göre, infazlarınız?
Necdet Adalı ve Mustafa Pehlivanoğlu... Adalı solcu, Pehlivanoğlu sağcıydı. Mamak Askeri Cezaevi’nden ayrı ayrı infazın gerçekleştirileceği Ulucanlar Sivil Cezaevi’ne getirildiler. Niçin getirildikleri orada açıklandı. Gerçi kendileri anlamışlardır. Yani önceden “Sizi şuraya götürüyoruz” demediler. İlgili kişiler bulunuyor infazda.. Cezaevi müdürü, infaz savcısı, hakim, adli tabip, din görevlisi ve isterse avukatı... İlk infazımız olması sebebiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Elveren de katıldı. Eski bir savcıydı. Çünkü hiç kimsenin tecrübesi yoktu. Bir tek Mehmet Elveren’in tecrübesi vardı. Adi suçlarla ilgili idamlara da katılmış.
-Bu arada aynı gece niye bir sağdan bir soldan... Zamanın şartları gereği toplumsal bir denge miydi gerçekleştirilen?
Böyle yorumlar çıktı. Bu tamamen tesadüf. Bir kere Askeri Yargıtay o sebeple denge sağlamak amacında olmadı... Bu iki dosya tesadüf aynı daireye düştü. Askeri Yargıtay’da görev yaptığım için çalışma düzenlerini bilirim. Dosyalar gündeme konur ve görüşülür. İki dosyanın da kararı aynı gün kesinleşti. O zaman da Milli Güvenlik Konseyi var, burada da aynı gün onandı. Efendim, birinin sağ, diğerinin sol olması tesadüf... Her iki dosyada uygulama maddesi aynı. TCK’nın 149’uncu maddesi. Bu maddeyi uygulayan ilk mahkemelerden biriyiz biz. Türkiye ahalisini karşılıklı çatışmaya teşvik etmek. 12 Eylül öncesi bütün eylemler sağ, sol kritik yapmadan, bütün şiddet eylemlerini hepsini aynı madde içerisinde değerlendirdik. Siyasi bir ayrıcalık tanımadık. Denge falan düşünülmedi.
- İki infazınızı dinledik. Ya diğerleri...
Üçüncü infazım, aslında direkt benim sorumluluğumda değildi. Resmen bir arkadaşım katılacaktı. Moral anlamında, destek olsun diye yanında bulundum... Resmiyette tutanağa o imza attı. Dört infazımdan üçü resmi. Biri fiilen... Sırf arkadaşımı yalnız bırakmamak adına. İlk defa katılacaktı. Ben önceden iki taneye katılmıştım. O nedenle... Arkadaşlık yapayım diye...
-Takdiri indirim nerelerde kullandınız genelde...
Bir adamın gözlüğünü alacağına, gözünü çıkar derler. Evet doğru. Zorla bir malı gaspetmenin en basit hali 10 sene. Gece olursa 15, ikiden fazla olursa 20. Gözünü çıkarmak 5 sene. Buyurun. Hakimin yapacak bir şeyi yok ki. Hırsızlıkta malın değerinin azlığı, indirim sebebi. Gaspta yok. Takdiri indirim işte burada uygulanır. Yasayı benim yorumlama yetkim yok. “Yasa yanlış” deme lüksüm yok. Cana kıyılan eylemlerde ben, istisnai durumlar dışında, takdiri indirim görmedim.
- Ya dördüncü infazınızı uyguladığınız mahkum kimdi?
Ali Bülent Okran. Piyangotepe katliamı. Onun da kaderi böyleymiş. Yüzüne de söyledim. Saldırgan olmayan, efendi bir çocuktu.
- Kaç tanesi infaz edildi?
Ben 4 infaza katıldım, ama kararda benim imzam olan 2 idam infaz oldu...
-İç dünyanızda idama karşı mısınız?
Yeri geldiği zaman da ölüm cezası çağdışı diyoruz. Her görüşün kendine göre haklılık payı var. Esas önemli olan insanın olaylara kendisini yaraladığı, kendi ailesini etkilediği zaman ki kanaatidir. Bu soruyu bölücü terör örgütünün saldırısında şehit düşenlerin yakınlarına sorduğunuzda nasıl bir cevap alırsınız. Doğru kime göre doğru? Ben ölüm cezası kalkmasın diye bir şey söylemiyorum. İnfaz yasası çok önemlidir. Dönüp baktığımızda bugün müebbet alan bir insanı 10 sene sonra karşınızda görmeyeceğinizin hiçbir garantisi yok. Bunu o kişinin mağdur ettiklerine nasıl anlatırsınız?
- İdam cezası geri dönsün mü?
İnsan olarak soruyorsanız “evet” diyorum, ama hukukçu olarak bunu değerlendirme durumunda değilim.
-Kararlarınızda o dönemki ortamın etkisi oldu mu? Malumunuz sıkıyönetim vardı, halka bir mesaj kaygısı yaşandı mı?
Ben hiçbir zaman o ortam sebebiyle idam cezası vermedim. Çünkü sıkıyönetimden sonra da idam cezası verdim. Normal askeri mahkemeye döndüm. Normal adi bir suçtan idam verdim. O da Askeri Yargıtay tarafından tasdik oldu. O da meclise gitti. Tam bu sırada 1991 yılında 3713 sayılı yasa çıktı. Yasa çıkmasaydı o da infaz olacaktı. Hiçbir siyasi olay değildi üstelik. Bir bayanı öldürdü. 36 yerinden bıçaklayarak. Hamile bir bayanı. Maktulun kendisi bile bilmiyordu hamile olduğunu. Otopside çıktı. Bir üsteğmenin eşi. Ve hunharca bir cinayet. Evin resimlerini bir görseniz, işlenen salonunun halini. Kadın can havliyle balkona koşmuş, orada beş tane vurmuş. Duvarlara kanlar fışkırmış. Ben ona da uygulamadım takdiri indirimi. Buyurun uygulayın. Pişmanlık yok. İtiraf var. Olmasa da deliller var. Benim sözüm net. Eğer bir suçun cezası idam ise, takdiri indirim sebebi görmüyorsam, ben veririm ölüm cezasını. İdam cezası o kadar kötüyse siyasi irade neden düne kadar tuttu yasalarda bunu. Hep kararı veren hakim suçlanıyor. “Neden hakim bunu verdi” deniyor. Peki neden Meclis tasdik ediyor? İşte en son bölücübaşı örneği. Demek ki olabiliyor. Ben olaya böyle bakıyorum. Ben yasa neyse onu uygularım. Yetki tamamen hakimdeyse, benim bütün idamların infaz olması gerekiyordu. Sorarım neden verdiğim 40 idam cezasının tamamı infaz edilmedi.