33 askerle ilgili Öcalanın sözleri!
Abone olKemal Burkay Öcalan'ın kendini öne sürmesi doğru değil, DTP siyasi parti olamayacaksa çekilsin diyor ve eski duyduklarının aktarıyor.
İsveç'te yaşayan Kürt aydın ve siyasetçi Kemal Burkay,
Türkiye'deki son gelişmeleri ve demokratik açılım sürecini
değerlendirdi.
Stockholm'deki bürosunda dün Cihan Haber Ajansı'na özel mülakat
veren Burkay, son şehit haberlerini değerlendirirken çarpıcı
açıklamalarda bulundu.
Terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan ile yaptığı bazı konuşmaları
da aktaran Burkay, yaşanan acı olayların arkasındaki "derin
yapıya" işaret etti.
Geçmiş yıllardaki tecrübelerine dayanarak, son olayların arkasındakilere ve oynanan tezgâha işaret eden Burkay, artık halkın bu oyunlara gelmeyeceğini ve birlik içinde bunların aşılabileceğini kaydediyor.
Öcalan'ın hapishane şartları bahane edilerek yapılan sokak
olaylarının perde arkası da dahil, DTP'nin içinde bulunduğu durum
ve parti kapatma ihtimalini değerlendiren Burkay, önemli
tespitlerde bulunuyor. Burkay'ın sorularımıza verdiği cevaplar
şöyle:
33 ERİ PKK SAHİPLENMEK ZORUNDA KALDI
-Türkiye şehit haberleriyle sarsılıyor. Bir yerlerde
molotofkokteylli saldırılar oluyor, askerlere pusu kuruluyor. En
son Tokat Reşadiye'de şehit edilen askerler... Cumhurbaşkanı Gül,
son gelişmeleri değerlendirirken "Ne zaman çözüm konuşulsa
bir yerlerde patlamalar oluyor" diyor. Bu son gelişmeleri
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Sayın Cumhurbaşkanı'nın dediklerine katılıyorum.
Reşadiye olayı da bana göre bir provokasyon.
Başbakan da aynısını söylemiş ve "Tertip ve provokasyon" demişti.
Benim bunda hiçbir kuşkum yok. Olay, 1993'deki 33 askerin
öldürülmesi olayına aynen benziyor. Biliyorsunuz, o
dönemde de bir yumuşama süreci vardı ve Özal eliyle başlatılmıştı.
Silahların susturulması amaçlanıyordu, Kürt sorununa bir çözüm
bulunması amaçlanıyordu. Hem iç hem de dış kamuoyunda umutlar
belirmişti. Gerçekten de çok iyi bir ortam oluşmuştu. O süreç 33
askerin ölümüyle birlikte bıçak gibi kesildi. O zaman da bu olayın
bir provokasyon olduğunu düşünmüştüm ve nitekim bizim o dönemde
Öcalan ile bir protokolümüz vardı, telefon irtibatımız da vardı.
Önemli durumlarda birbirimize telefon açabiliyorduk. Bu olaydan
sonra ben kendisine telefonla bu 33 askerin öldürülmesi olayını
sormuştum ve bu olumlu havanın, 33 askerin öldürülmesiyle birlikte
bozulduğunu söylemiştim. Bunu niye yaptıklarını sorduğumda bana
aynen şunları söyledi: "Benim de haberim yok ama sahip
çıkmak zorunda kaldım."
-Bunları bizzat Öcalan mı söylemişti size
telefonda?
Evet, tabii.
KİMİN YAPTIĞINI SÖYLEMEDİ
-Askerleri aslında kimlerin öldürdüğünü söyledi mi peki?
Onu söylemedi, ben de sormadım kendisine. Sadece bu sürece zarar
verdiğini söyledim ona. O da sahiplenmek zorunda kaldıklarını ifade
etmişti. Ben Öcalan'ı şahıs olarak iyi tanıyorum. Bence o
konuda doğru söylüyordu. Yani saldırılardan onun bile haberi
yoktu. Ama neticede o zamanki yumuşama dönemi bıçak gibi
kesilmişti. Ben o dönemde Avrupa Parlamentosu'nda bir konuşmak
yapmak için davet edilmiştim, bu olaylardan 2 gün sonra bir konuşma
yapmıştım. Bu 33 askerin katli olayı büyük tepki oluşturmuştu. Hem
iç hem de dış kamuoyunda dönemin hükümetince demokratik bir çözüm
bulunması yönünde olumlu bir beklenti vardı. Özal da çözüm yanlısı
bir insandı ama o provokasyon ile çözüm kesintiye uğradı. Savaş
yeniden hızlandı ve çok kanlar döküldü yine.
REŞADİYE OLAYINI BEKLİYORDUM
-Bugün de benzer haberler kamuoyunu sarsıyor.
Evet, şimdi benzer bir durum var. AK Parti'nin başlattığı açılım
süreci, umutlar yarattı; hem yurt içinde, hem de yurtdışında. Ama
ne yazık ki statükocu güçler, savaş lobisi, barış karşıtları ilk
günden itibaren sürece çok büyük tepki gösterdiler, bu malum.
En başta da MHP-CHP ve de Baykal-Bahçeli. Bunlar sürekli
olarak kamuoyunu kışkırttılar, kamuoyunun korkularına
seslendiler. Oysa hükümet iyi niyetlerle bir açılım
başlatmıştı ve gerçekten de çözüm yönünde adımlar atmak istiyor.
Karşı olanların ise hiçbir projesi yok, sadece engellemeye
çalışıyorlar. Bu ortamda Reşadiye olayının gelmesi sürpriz
olmadı. Böyle bir şeyin olmasını bekliyordum şahsen ve
bundan kaygı duyuyordum. Bir çok kimsenin de aynı kaygıları
duyduğunu zannediyorum. Her yumuşama döneminde, her demokratik bir
adım atılması aşamasında böylesi olaylar oluyor.
-Bundan önceki röportajınızda da 'Muhtemel provokasyonlara karşı
hazırlıklı olunması' uyarısında bulunmuştunuz.
Evet. Çünkü her böyle bir gelişme ardından ya bir bomba patlıyor,
ya insanlar katlediliyor, suikastlar oluyor, ya karakol baskınları
oluyor. Ve hep süreçler sabote ediliyor, kamuoyu da -yeniden savaş
yönünde- kışkırtılıyor.
33 ASKER, KORUMASIZ ÖLÜME GÖNDERİLDİ
-1993'te 33 erin şehit edilmesi meselesini Öcalan'ın
"Üstlenmek zorunda kaldığını" söylediğini aktardınız. Peki, bugünkü
olaylarla birlikte geçmiş olayları da göz önünde bulundurursak, bu
işin asıl failleri kimler sizce?
Benim düşüncem şu; o dönemde ateşkesle birlikte çözüm yönünde
çabalar başladı ve savaş yanlısı çevreler sıkıştılar. Hem
içerde, hem de dışarıda savaşa şartlanmış olanlar, bundan menfaat
umanlar… Hem militarist kesimden, hem de bu durumlardan
faydalanmak isteyen dış mihraklar. İşte bunlar, el birliğiyle bunu
sabote etmeye çalıştılar ve ettiler de.
-Bu nasıl yapıldı peki?
Bir kere, bu 33 asker korumasız olarak gönderildi Bingöl'e
ve Bingöl yakınlarında yolları kesildi. Ordu aynı
dönemlerde operasyon yapmaya devam ediyordu. Yani yumuşama
süreciyle hiç de uyuşmayan bir şekilde. Bingöl çevresinde köyler
yakılıyordu, siviller öldürülüyordu… Şimdi böylesine bir ortamda o
kadar asker, 33 asker korumasız bir şekilde otobüsle gönderiliyor?
Üstelik, uçakla gönderilmeleri istendiği halde, bu yönde
bir karar olduğu halde. Ben bunların kurban olarak PKK'ya teslim
edildiğini ve PKK'nın içinde irtibatta oldukları
kimselerle bu cinayetin, bu akıl almaz cinayetin işlendiği
kanısındayım. Sonradan ortaya çıkan kanıtlar da bu kanımı
destekledi. Bizzat o saldırıdan yaralı olarak kurtulan
askerlerin verdiği bazı bilgiler var. Yani bu olayın üzerinde çok
ciddi kuşkular var. Bu işin önceden planlandığı, bu
insanların süreci sabote etmek için kurban seçildikleri ve planın
çok acımasızca, vicdansızca olduğu anlaşılıyor.
DAĞLICA VE AKTÜTÜN'DE DE AYNI OYUN OYNANDI
-Dağlıca ve Aktütün baskınlarıyla ilgili de benzer tartışmalar
gündemde.
Evet, Aktütün'de de, Dağlıca'da da benim kanım oydu; nitekim Taraf
Gazetesi de konuyu kamuoyunun gündemine getirdi ve daha sonra da
bunun kanıtları ortaya döküldü. Yani bu askerler korunmadılar,
baskın olacağı belli olduğu halde komutanları yoktu.
Subayların hiçbirisi ortada yoktu; kimisi düğüne, kimisi
bir başka yere gitmişti. Yardımlar çok sonra geldi. Bu ve
buna benzer bilgiler… Böylesine acımasızca oyunlar oynanıyor,
yumuşamayı sabote etmek için, bu savaşın durmaması için. Ne yazık
ki bunlar kamuoyunun gözleri önünde yapılıyor ve birtakım çevreler
bütün bunlara rağmen kamuoyunu kışkırtmak için uğraşıyorlar. Çünkü
bana göre bu, onların son çareleri. Yani Ergenekon, kuyruğu
kıstırmış durumda. Çünkü önemli adamları şu an yargılanıyor, daha
henüz yakalanmayan epey de insan var, bu Ergenekon yapılanmasının
içerisinde. Şimdi bu adamlar kuyruklarını, paçalarını kurtarmak
için eski yöntemleri deniyorlar, yani yeni suikastlar, yeni
kışkırtmalar... Böylece bu süreci sabote etme. Kanımca, bu
yalnızca Kürt halkına karşı değil, Türk halkına karşı da bir
düşmanlık. Zira böylece ülke barış yüzü görmüyor, kan
dökülmeye devam ediyor, sağlığa, eğitime, iş imkânlarına
ayrılabilecek dev kaynaklar bu savaşa gidiyor. Şimdi bunda ne Kürt
halkının, ne de Türk halkının bir yararı var. Türkiye
demokratikleşemiyor, istikrara kavuşamıyor bir türlü. Yani belli ki
bazı derin odaklar savaşa koşullanmış. Bu yaptıkları da suçluların
telaşıdır.
BUNDAN SONRA OLACAKLARIN VEBALİ BAYKAL ve
BAHÇELİ'NİN…
-Muhalefetin de bu dönemeçte çok kritik açıklamaları var. Bahçeli
daha önceden Türk halkından dağa bile çıkılabileceğinden
bahsetmişti, şimdilerde ise Türk halkının da ayağa
kalkabileceğinden bahsetti. Baykal da bütün olayların açılım
çalışmalarından kaynaklandığı mealinde açıklamaları oldu.
Muhalefetin bu tür yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gerek Bahçeli'nin, gerekse Baykal'ın tutumlarını çok sorumsuzca
buluyorum. Onların tavırları da ne Türk halkına, ne de Kürt halkına
bir hizmet etmiyor. Bu demokratik açılım sürecini sabote etmeye
çalıştılar, bu çok açık. Ta başından beri kitlelerin korkularına
seslendiler, kitleleri kışkırttılar. Bu Reşadiye olayıyla buna daha
da bir hız vermiş durumdalar, ellerine bir fırsat geçmiş gibi.
"Açılım artık sona erdi" filan diyorlar, neredeyse bayram
yapıyorlar. Bu, sorumlu olan politikacıların yapacağı iş değil.
Ülkesinde barış isteyen, istikrar isteyen politikacıların
yapacağı işler değil bunlarınki. Bahçeli ve Baykal geçmişte
yaşıyor, bu çağda yaşamıyorlar. Statükoyu korumak için
böylesine sorumsuzca davranıyorlar. Şimdi yeni şehitler üzerine
tekrar bir hareket başlattılar, bence timsah gözyaşları döküyorlar.
Çünkü bu insanların ölmesi, onların izlediği politikaların bir
sonucudur.
-Gazete manşetlerine de yansıdı geçenlerde, şehit olan askerlerin
yakınları, "Ölen de öldüren de bizim çocuklarımız, bu kan
durdurulsun artık" dedi. Gerçekten canı yananlar bu işin makul
çözümünden yana.
Doğru; şehit aileleri, bu savaşın ne kadar anlamsız olduğunun
farkındalar. Ve onların sesleri yavaş yavaş yükseliyor. Buna
rağmen, politikacıların yüreği taşlaşmış! Bu insanların ölmesinde
onların çok büyük sorumluluğu var. Çünkü çatışmanın ve akan kanın
durmasını engelliyorlar. Hükümetin başlattığı bu süreci
desteklemeleri gerekiyordu, destekleselerdi bu çatışmalar çoktan
durmuştu, bu insanlar da belki de ölmeyecekti. Bundan sonra da
insanlar ölecekse, iki taraftan da kanlar akacaksa bu; savaş
yanlısı olan, çözüm ve açılım karşıtı olan çevrelerin
sorumluluğunda olacaktır. Bu insanlar, bunu vatan millet edebiyatı
eşliğinde yürütüyorlar; Baykal veya Bahçeli.
-Bundan sonra olacakların vebalinin onların üstünde kalacağını mı
söylüyorsunuz?
Evet, aynen öyle söylüyorum.
DTP, DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE ÜZERİNE DÜŞEN ROLÜ ARTIK
OYNAMALI
-Bir de dağdan inme süreci vardı. Bu konuya gelmek istiyoruz. İlk
dağdan inen grubun karşılanmasında kamuoyunun tepkisine yol açan
bazı 'zafer' kutlamaları oldu, görüntüler halkın bir kesiminde
tepkiye yol açtı ve iniş süreci akim kaldı. Siz de o dönemde bu
davranışları tasvip etmediğinizi söylemiş ve sorumsuzca davranışlar
olarak nitelemiştiniz. Şimdi, bu aşamadan sonra demokratikleşme
süreci içerisinde bu dağdan inişler nasıl olmalı, bundan sonra
neler olur acaba?
Tabii ki, herkesin bu açılım sürecine destek sunması lazım. Eğer
yetersiz buluyorsak, kendi önerilerimizi sunarız, yani hükümeti
daha ileri adım atmaya teşvik ederiz. Şahsen benim tutumum da
budur. Ama kanımca DTP gereken rolü oynayamadı. Yani Kürt tarafında
birçoklarının Kürtleri temsil ettiğini düşündüğü ve kendilerinin
daha olumlu bir katkı ve rol beklediği DTP, ne yazık ki üzerine
düşen bu rolü iyi oynayamadı. DTP, önemli bir kitleselliğe sahip.
Aslında istese; dağdakilerin bir an önce inmesi, bu çatışmanın
tümden durması, sorunun çözümü noktasında önemli adımların atılması
ve demokrasinin gelişmesi adına önemli bir rol oynayabilirdi yani.
Çok katkısı olabilirdi ama yapmadı ve ne yaptığını da bizler
bilemedik. Mesela bu açılım sürecinin başında Öcalan'ı adres
göstermesi olacak şey değildi. Legal bir parti olarak aslında
"Kürtleri ben temsil edebilirim" demesi lazımdı. Yani muhatap
olmaya talip olması gerekiyordu. Ne yazık ki, kendisine güvensiz
bir hâl içerisinde.
DTP, "BUNLAR YANLIŞ EYLEMLER" DEMELİYDİ, AMA
YAPMADI
-Neden bu noktaya geldi acaba? Eşbaşkan Emine
Ayna da tabanın kendilerini dağa yönlendirdiğini söyledi. DTP'nin
açmazı nedir, neden üzerine düşen siyasi rolü oynayamıyor
sizce?
Evet, mesela Emine Ayna çok olumsuz şeyler söyledi; tabanın
kendilerini dağa gitmeye önerdiğini söylemesi gibi…
Tabanın arkasından sürüklenmek değil, ona yön göstermeleri gerekir.
Politikacının görevi budur. Farz edelim ki birtakım sokak eylemleri
oluyor ve bunlar yanlış, nitekim çığırından çıkmaya da müsait
şeyler, nitekim çıktı da. Taşlı sopalı, hatta Molotof kokteylli
gösterilere dönüştü; Öcalan'ın sağlık durumları, hücre koşulları
gerekçe gösterilerek. İmralı'daki şartlar ileri sürülerek yapılan
eylemler çığırından çıktı; böyle bir durumda DTP gibi bir parti,
Kürtlerin yanlışa sürüklenmesini engellemeli, onların arkasından
sürüklenmemeli. Yani, açıkça: "Bunlar yanlış eylemlerdir" demesi
gerekirdi. Ne yazık ki bunu yapamadılar, adeta korkuyorlar, baskı
altındalar. Bu arkadaşlar, ne yazık ki en başından beri bağımsız,
özgür bir politika izleyemediler, legal bir parti olarak kendi
rollerini oynayamadılar. Kürt halkının taleplerini dile
getiremediler. Şimdi sorun, Öcalan'ın durumuna kilitlenmiş
görünüyor, onlar açısından.
DTP KÜRTÇE EĞİTİM İÇİN BİLE YÜRÜMEDİ AMA…
-Şu an onların bütün ülke meselelerine, Kürt
meselesine bakışı biraz İmralı'daki şartlara, kaldığı odanın
santimetrekaresine kilitli…
Tabii. Sanki bütün ülkenin, halkın kaderi ona bağlandı. Şimdi,
Öcalan'ın orada durumu nedir, ne değildir ben bilemem. Ama o konuda
hükümet iyi niyetli davrandı ve, "Gözlem ekipleri gelip bakabilir
onun durumuna" dedi. Kaldı ki Öcalan'ın durumunda bir değişiklik
yok, hatta onun soyutlanmaması için oraya PKK'lı hükümlülerden
oluşan bir grup gönderildi. Ha, olumsuz bir durum varsa; bu barışçı
bir şekilde dile getirmeli. Hatta barışçıl gösterilerle tepki
göstermek mümkün, ama yapılan bu değil. Burada Öcalan
sadece kendi durumuyla meşgul, Öcalan eğer bir liderse, yaptığı hiç
uygun bir şey değil, bir lidere yakışan bir durum değil.
Kendi durumunu her şeyin önüne koymak, böylesine bir açılım
sürecinde… Açılım sürecini de boş verin, sağlık koşullarını
gündemin başına koymak ve adeta tabanı kışkırtmak; bu, olacak şey
değil.
DTP, böylesine olağanüstü bir dönemde ona destek
vereceğine, haklı taleplerle Kürt halkının taleplerine dile
getirmeliydi. Ki, böyle yapmıyor. Mesela biz DTP'nin
Kürtçe eğitim için bir yürüyüş düzenlediğini görmedik, kitleleri
bir araya getirdiğini görmedik, bunu yapabilirdi oysa! Kürtler için
istenenler, son derece küçük şeyler. DTP, Kürtler için ciddi
taleplerle ortaya çıkmıyor. Kürtçe eğitim için yürümeyen
DTP, Öcalan için pek çok eylem yaptı, Öcalan'ın durumu gerekçe
gösterilerek içinde şiddet de içeren birçok eylemler
yapıldı. Bunlar olacak şeyler değil. Kürt halkının durumu,
kaderi bir Öcalan'ın durumuna endekslenemez.
REŞADİYE'Yİ TEZGAHLAYANLAR, ÖCALAN'I DA BAHANE EDEREK
SÜRECİ KİLİTLEMEYE ÇALIŞIYOR
-Peki sizin tavsiyeleriniz nelerdir, yani bir empati kuracak
olunursa; ne yapmalıydılar, bundan sonra ne yapmalılar sizce?
Bence sorun, Öcalan'ın şahsi durumu değil; Öcalan'ın durumu sadece
bir bahane olarak kullanılıyor. Yani bu açılım sürecini sabote
etmek isteyen kesimler, nasıl ki Reşadiye olaylarını
tezgahladılarsa, Öcalan'ın durumunu da, taraftarlarını kışkırtmak
için kullandılar. Geçmişte de oldu bu, şimdi de oldu. Yani, Öcalan
gerçekte zor durumda olduğundan değil. Bence evet, Öcalan'ın sağlık
durumlarıyla ilgilenilmeli, yani her tutuklunun, her hükümlünün
hakkı olacak şekilde. Hatta Öcalan için biraz daha fazla da
ilgilenilebilinir, taşıdığı siyasi hüviyet itibariyle. Ama şu anki
sorun, onun şahsi durumundan kaynaklanmıyor, bu bir kışkırtmaya
dönüştü. Taraftar kitlesi adeta onu puta dönüştürmüş ve bu
kesimlerde kışkırtma sebebi yapıldı, onun sağlık meseleleri.
Yapılan sokak eylemleri çığırından çıktı ve can almaya başladı; bu
da açılım sürecini sabote ediyor. Bu; açılımı engellemek
isteyenlerin, Ergenekoncuların, savaş lobisinin ekmeğine yağ
sürüyor, sadece onlara hizmet ediyor. Kürt halkının mücadelesine
hiçbir faydası yok!
DPT KAPATILIRSA, ERGENEKONCULAR BAYRAM EDER
-Bu son düzlemde DTP, kapatma noktasına geldi, terörle ilintili
olma gerekçeleriyle. Bu noktada ne olur sizce; parti kapatılır mı,
kapatılırsa neler olur?
DTP'nin kapatılmasına karşıyım, genel olarak da parti kapatılmasına
karşı olduğum gibi. Ama tabii ki bir parti açıkça şiddeti savunur,
şiddet yöntemlerine sarılırsa o farklı bir durum, ki hiçbir
partinin buna hakkı yok. Demokrasiden, legaliteden faydalanan her
parti de kurallara uygun davranmalı. DTP şu an bu durumda şiddete
yönelmiş bir parti diyemem, bazı yönlerini eleştirsem bile. Onun
için, DTP'nin kapatılmasını yanlış bulurum. Parti kapatma,
geçmişten günümüze hiçbir sorunu çözmedi, yanlış ve antidemokratik
bir tutum olduğu için. Ama DTP'nin kapatılması, kaos isteyen,
gerginliği büyütmek isteyen güçlerin işine yarar. İnanıyorum ki DTP
kapatılsa, en çok Ergenekon yanlıları, demokratik açılım
karşıtları, demokrasi karşıtları bayram yaparlar. Bunu da
kullanmaya çalışırlar, nasıl ki Öcalan'ın sağlık sorunlarını
kullandılar, kitleyi kışkırttılar. Diğer yandan, DTP de
toparlanmalı.
DTP SİYASİ PARTİ OLAMAYACAKSA, SAHNEDEN ÇEKİLMESİ DAHA
İYİ
-O zaman DTP öncelikle kapatılmak isteyip istemediğini
netleştirmeli. Nitekim gazetelere, bir DTP yöneticisinin "Parti
kapatılacaksa kapatılsın da kurtulalım" dediği yansıdı. Bu parti
yapısı da daha önceden birkaç kez kapatma olayını yaşamıştı. Sizce
DTP'nin bu noktada da bir kafa karışıklığı mı var acaba?
Şimdi, DTP ve ondan öncekiler (HADEP vb.) benzer çıkmazlara
düştüler; cesaretli davranamadılar, legal partiler olarak
kendilerine düşen rolleri oynayamadılar. DTP de ne yazık ki o
durumda şu an. Onun için diyorum, DTP kapatılmamalı ama DTP de
politikalarını düzeltmeli. Yani kendisine güvenmeli, adres olarak
Öcalan'ı veya PKK'yı göstermemeli. Gerçekten kendine güveni olan
bir parti olmalı ve Kürt halklarının haklarına sahip çıkan bir
parti olmalı. O ya da bu etkiye göre davranan, ürkek, ne yaptığı
belli olmayan bu konumdan kurtulmalı. Ha bunu yapabilirse bir
yararı olabilir, yoksa evlerine çekilip oturmaları daha iyidir.
Sahneden çekilip gitmeleri daha iyidir, eğer bu rolü
oynayamayacaklarsa, yani legal, bağımsız bir parti olarak bunu
omuzlamayacaklarsa evlerine çekilip oturmaları daha iyidir. "Parti
kapatılsa da kurtulsak" diyenlere düşen; parlamentoda grupları var,
100'e yakın belediye başkanlıkları var ellerinde, önemli bir kitle
desteği var. Böyle bir partiyi yönetenler cesur olmalılar,
gerçekten cesaretle sorunların çözümüne talip olmalıdırlar ve
katkıda bulunmalıdırlar. Yok, ürkeceklerse, Öcalan'dan gelecek
işaretlere göre davranacaklarsa, bunlar iktidarsız demektir. O
zaman bunların varlıkları semboliktir, göstermeliktir.
-Son olarak, yine gündemdeki şehit haberlerine gelmek istiyorduk,
bu askerlerin katledilmesinde kimler rol oynuyor?
Ben bu çatışmayı, hem Türkiye'nin bütün bakımdan, hem Kürt halkı
açısından tezgâhlanmış bir olay olarak görüyorum. Kürtler dağa
çıkmayabilirdi, Kürtler demokratik taleplerini barışçı yöntemlerle
dile getirebilirdi, Kürtlerin hakları barışçı yöntemlerle
tanınabilirdi. Yani bu sorun böyle büyümeden, savaşa varmadan,
bunca kan dökülmeden, ülke alt üst olmadan, yanıp yıkılmadan
çözülebilirdi. Bu sorunu başımıza saranlar, savaş güçleridir. 80
yıldır hep şiddet politikalarını çözüm görenler.
BU OYUNU GÖRÜYORUZ VE MİLLET OLARAK TUZAĞA DÜŞMEYİZ
ARTIK
-CHP de sorunların çözümünde Dersim örneğini
işaret etmişti.
Dersim'den, Şeyh Said olayına kadar hep... Bu direnişler de
olmayabilirdi. Yani Kürtlerin hakları, Cumhuriyet'in ilk kuruluş
sürecinde her iki halkın kardeşçe birliği içinde tanınsaydı, bu
ayaklanmaların da hiçbiri yaşanmazdı. Ama neydi; toplumu tek renge
bürüme, adeta topluma üniforma giydirmek, teki biçim vermek isteyen
anlayış 85 yıldır bu ülkeyi böylesine bir cendereye soktu. Ve
Kürtler baskıya uğradılar, Kürt ayaklanmaları da bu güne kadar
geldi. Bugün de bu sorunu iyilikle çözmek mümkündür. Bu açılım
bence bu yolda yeni bir anlayışı, bir dönüm noktasını temsil
ediyor. Ama o eski anlayışa koşullanmış olanlar, bu anlayışı
engellemeye çalışıyorlar, mesele budur. Türkiye'de iki taraf var
bugün bana göre; bir tarafta sorunların barışçı çözümlerini
isteyen, demokrasi yanlısı, çoğulculuğu, çok renkliliği savunan
kesim. Diğer yanda ise, eski yöntemlerle toplumu kışla usulü
yönetmek isteyen, tek tipçi, baskıcı, statükocu kesim. Yani bu;
değişim güçleri, statüko güçleri arasında bir mücadeledir. Bana
göre Türkiye bir değişim noktasındadır ve statükocu kesimlerinin
son çırpınışları olarak görüyorum son olayları. Yine de umutluyum,
şu an içine düşülen sıkıntıya rağmen. Bence bu kez bu oyunu boşa
çıkarabiliriz, çünkü oyunun farkındayız, geçmişten farklı olarak.
Yani hem hükümet bu oyunun farkında, hem birçok aydın çevreler bu
oyunun farkında, hem de medyanın bir kesimi farkında ve bunu dile
getiriyor. Bu oyunun eskisi gibi başarıya ulaşması artık zor. Yani
bu kez bu oyunu görüyoruz ve bunu önleyebiliriz diye
düşünüyorum..
- Türkiye'dekilere bir mesajınız var mı?
Mesajım, umutsuzluğa kapılmadan değişime omuz vermek gerekiyor. Her
barışsever insan, her demokrasi ve özgürlük isteyen insan; Kürt,
Türk, Alevi ya da her kim olursa olsun, hangi görüşte insan olursa
olsun üzerimize düşen görev budur. Biz barışçı, özgür bir ülke
yaratabiliriz. Bunun için de el ele vermemiz gerekiyor.