31 Temmuz 2013 İngiltere Basın Özeti
Abone olABD'li ifşaatçı Er Bradley Manning'in yargılanması, AB dış politika şefinin Mısır'ın devrik lideri Mursi'yle görüşmesi, Suriye'deki durum, "orta sınıf devrimleri" tartışması ve sosyal medyadaki tehditler İngiltere gazetelerinin sayfalarında.
ABD ordusunun Irak ve Afganistan savaşlarıyla ilgili binlerce
belge ve kaydı Wikileaks aracılığıyla kamuoyuna sızdırmakla
suçlanan Er Bradley Manning hakkındaki mahkeme kararı, tüm İngiliz
gazetelerinin birinci sayfalarında.
Guardian, “düşmana yardım” suçlamasından beraat etmesine rağmen, suçlu bulunduğu bir dizi suçlama nedeniyle 100 yıldan fazla hapis cezası alması muhtemel olan Manning’in haberini manşetten geniş bir fotoğrafla vermiş.
Haberde, insan hakları kuruluşlarının Manning’e destek olmayı sürdürdüğü belirtiliyor.
James Ball’ın yorumunda ise, “Askerin yargılanması gösterdi ki kendi yanlışlarıyla karşılaştığında ABD’nin zevali elçiye” deniyor.
Manning’in sızdırdığı kayıtlarda; çocuklarını okula götüren bir
babanın, ABD helikopterinden açılan ateşle öldürülmesinin;
Afganistan’daki ölüm mangalarının; Guantanamo kampındaki bazı
Taliban tutsaklarının bunamış olduğunun gözler önüne serildiğini
hatırlatan Ball, bu yüzden Manning’in milyonlarca kişi tarafından
“kahraman” olarak görüldüğünü hatırlatıyor.
Yazar, verilen bu kararla ABD’nin “her zaman gazetecileri ve aktivistleri hapse atan ve onlara saldıran” ülkelere şu mesajı verdiğini söylüyor: “İş ezmeye geldiğinde, hür dünyanın sözde lideri hiç de farklı değildir.”
Independent, Manning’in 2010’da tutuklanmasından bu yana davadaki gelişmeleri sunuyor ve 25 yaşındaki erin ABD ve Britanya’daki Galler ülkesinde geçen zorlu gençlik yılları hakkında bilgi veriyor.
Gazetenin başyazısında, devletlerin ve askeri teşkilatların “kırlı sırlarını” saklamak istediklerini ancak bilgi edinme özgürlüğünün bir demokrasinin köşe taşı olduğunu ve Manning gibi ifşaatçıların hür toplumların işleyebilmesinde hayati önem taşıdığı vurgulanıyor. Diğer yandan, Manning ve Wikileaks kurucusu Julian Assange’ın, gizli belgelerde isimlerini açıkladıkları bazı kişilerin hayatını tehlikeye atması eleştiriliyor.
Owen Jones ise makalesinde, “kahraman” olarak nitelendirdiği Manning’i “en azından” Amerikan dış politikasını tartışmaya açtığı için kutluyor.
Jones şöyle diyor: “Manning’e acımamalıyız. Cesaretine gıpta etmeli ve hükümetlerimizin hem burada hem de uzak ülkelerde bize danışma ihtiyacı duymadan neler yaptığını irdelemek için ondan ilham almalıyız. Daha adil bir dünya düzeni için mücadeleye bir nebze katkı için yapmamız gereken, ’e olabildiğince minnet göstermektir.”
Ashton-Mursi görüşmesi
Avrupa Birliği dış politika şefi Catherine Ashton’ın Mısır’da devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ile , Times ve Independent gazetelerinde ayrıntılı olarak ele alınıyor.
Times’tan David Charter, deneyimsiz diplomatın göreve gelişinin dördüncü yılında, “zayıflığını güce dönüştürdüğünü” belirtiyor.
Ashton’ın “yavaş yavaş” yaklaşımının, ordu ve muhalefet desteğiyle oluşturulan yeni yönetimin yetkilileriyle görüşmeden önce, yaklaşık 1 aydır nerede tutulduğu belli olmayan Mursi’yle görüşme şansı sağladığı belirtiliyor analizde.
Independent’ın kıdemli Orta Doğu muhabiri Robert Fisk ise Ashton’ın, Mursi’nin durumunun iyi olduğu dışında hiçbir açıklama yapmamasını eleştiriyor.
Ashton’ın devrik lidere, “Cumhurbaşkanı Mursi” diye mi, “Bay Mursi” diye mi, yoksa sadece “Bayım” diye mi hitap ettiği sorusunu soran Fisk, İngiliz diplomatın bu düşük profilinin Kahire’de hoş karşılandığını belirtiyor.
Kıdemli muhabir-yazar; Mursi’nin son döneminde, 2011’deki halk isyanıyla devrilen Hüsnü Mübarek’e benzetildiğini; Mursi’yi deviren General Abdülfettah el-Sisi’nin ise Mısır’ın efsanevi darbeci lideri Cemal Abdül Nasır’ı andırdığını belirterek, Catherine Ashton’ın “ayakları yere basan”, “evcimen”, “vaaz vermeyen” tavrını ise kendi annesine benzetiyor.
Robert Fisk, Mısır’daki tabloyu şöyle özetliyor: “2011 devrimi – ve onun mesela Suriye’ye kıyasla barışçıl sonucu – on yıllar süren diktatörlükten sonra bile Mısırlıların ne kadar olgun olduğunu gösterdi. Fakat Müslüman Kardeşler aynı olgunluğu gösteremedi ve bunun içindir ki – hatırlayalım – Tahrir Meydanı’nda yerini almak yerine Mübarek ile görüşüyordu. Ancak meşruiyet kelimesini kaptılar. Mısır ordusu da aynısını yaptı. Peki bu Ashton Hanımefendi’nin değindiği bir kelime miydi? Bahse girerim Mursi değinmiştir.”
Suriye'de bölünme üstüne bölünme
Telegraph gazetesi için makale kaleme alan Royal United Services Institute araştırmacısı Shashank Joshi, Suriye’deki parçalanmanın eski haline dönemeyeceğini vurguluyor.
Devlet Başkanı Beşar Esad’ı savunan ordu güçlerinin ve onları destekleyen Hizbullah milislerinin, başkent Şam ile rejime sadık Alevi nüfusun yaşadığı kıyı bölgesini birbirine bağlayan Humus kentini isyancılardan geri aldığını hatırlatıyor yazar.
“Aslında Esad, savaştığı yerde kazanıyor” diyen Joshi, isyancıların ise kuzey ve doğu kesimini terk edecek gibi gözükmediğini belirtiyor.
Uzman, diğer yandan rejime karşı savaşan başlıca gruplar olan Özgür Suriye Ordusu ve El Nusra Cephesi arasında olduğu gibi, El Kaide’nin Irak ve Suriye kolları arasında yer yer çatışmalar yaşandığına dikkat çekerek, kendi kentlerinde özerk yönetimler kuran Kürtler ile İslamcı militanlar arasında da çatışmalar patlak verdiğini bu tabloya ekliyor.
Ayrıca, 60 ülkeden 5 bin civarında Sünni militanın bulunduğu Suriye’nin, 1980’lerdeki Afganistan’ı anımsattığını, ayrıca Şii türbelerini savunan binlerce amatör savaşçının ülkenin çeşitli yerlerine konuşlandığını belirtiyor uzman.
Joshi’nin Suriye için öngörüsü pek parlak değil: birbiriyle uzun süre savaşabilecek derebeylikler ve emirlikler.
‘Orta sınıf devrimleri’
Guardian’ın yorum sayfalarında, Türkiye’nin içinde olduğu bazı ülkelerdeki kitle hareketleriyle ilgili bir makale dikkat çekiyor: “İşçiler bu küresel ‘orta sınıf’ devrimlerinde büyük rol oynuyor.”
Richard Seymour, özellikle Brezilya örneğinden hareketle, “yeni küçük burjuva” kesiminin isyanlarının söz konusu solduğu yönündeki görüşleri eleştiriyor.
Geleneksel “ana akım sosyal teoride”, orta sınıfın “istikrarın ve işçilerle sermayedarlar arasındaki çelişkinin nötr hale getirilmesinin” aracı olarak görüldüğünü hatırlatan yazar, göstericilerin daha çok liberalizm isteyen “i-Pad sahipleri” diye resmedilmesine itiraz ediyor.
Seymour şöyle diyor: “Güney Afrika’da polis vahşetine karşı isyan, üyeleri Sharpeville’den beriki en kötü katliamında vurularak öldürülen emekçi hareketi tarafından ileri taşınıyor. Mısır’da, Mahalle grevleri ve emekçilerin örgütlenmesinde yükseliş olmadan hiçbir devrim mümkün olmazdı. Latin Amerika’da, Arjantin’den Brezilya ve Bolivya’ya kadar, demokratik hareketler yoksulların omzunda.”
Geçen yüzyılda yapısı değişen orta sınıfların teknolojiyi daha iyi kullandığını ve medyanın gözü önünde olduğunu belirten Seymour şöyle devam ediyor: “Gördüğümüz sadece ‘orta sınıf devrimleri’ değil. İşçiler bu küresel hareketlere politik olarak öncülük etmeseler de; Mısır’da, Türkiye’de, Brezilya’da önemli devinim ve güç kattılar. Bulgaristan’da tasarruf tedbirlerine, özelleştirmeye ve yolsuzluğa karşı karmaşık ayaklanmada bile emekçi hareketi tehdidi fark yaratıyor.”
Yazar makalesini, işçi sınıfının bu isyanlarda pasif destekçi olmak yerine, kendi çıkarları temelinde geniş bir halk ittifakına giriştiği iddiasıyla tamamlıyor.
YouTube üzerinden hakaretler
Telegraph’taki bir başka haber, sosyal medya aracılığıyla tehditlerin engellenmesi katkı sunuyor.
Şimdiye kadarki tartışmalar, üzerinde yoğunlaşıyordu.
Telegraph’ın haberine göreyse, İngiltere kabinesinin birçok üyesi aylardır YouTube üzerinden hakarete, hatta tehditlere maruz kalıyor. Gazetenin muhabiri bunu, paylaşım sitesi üzerinde yaptıkları araştırmayla bulgulamış.