28 Şubat'ın öldürdüğü gazetecinin sonu

3 yıl boyunca açlığa sefalete mahkûm edilenlerden biri de bendim. Meteliğe kurşun attığım bir dönemde, o mahkemeden öteki mahkemeye koşuşturuyordum. 126 dava ile boğuştum yıllarca.

Hadi ÖZIŞIK hadi.ozisik@internethaber.com

28 Şubat... 

Bugün "diktatör" diyoruz ya, 28 Şubat'ta diktatörlüğün dik alasını yaşamıştık. 

Ekmeğimiz alınmıştı elimizden. Rızkımızı postalla dağıtmışlardı. Siyasetçilerin haysiyetine dolarla paha biçtiği bir dönem yaşadık. 

3 yıl.. 

3 yıl boyunca açlığa sefalete mahkûm edilenlerden biri de bendim. Meteliğe kurşun attığım bir dönemde, o mahkemeden öteki mahkemeye koşuşturuyordum. 126 dava ile boğuştum yıllarca. 

Erbakan'dan sonra "Kirli sayfa" açmıştı ülkeyi idare edenler. Akşamdan sabaha saf değiştiren oldu. Çevik Bir'in parmak sallamasıyla Çiller'in etrafındaki herkesi çil yavrusu gibi dağıtmışlardı. 

"Asker rahatsız" tiyatrosu, o tiyatronun oyuncuları, bizi hem işimizden aşımızdan etmişti, hem de onurumuzla, haysiyetimizle oynuyordu. "İş var" diye kapımı çaldılar birgün. Koşa koşa gittim, karşımda "Kirli Sayfa"nın bir parçası olan adam,  masanın üzerine ayaklarını uzatmış, ahkâm kesiyordu:

- İşe çok mu ihtiyacın var. 

- Evet.

- Peki ne iş yaparsın sen?

Gazeteciydim. Yıllarımı bu mesleğe vermiştim. Karşımdaki beni ezmek için, gururumla oynamak için bütün kozlarını oynuyordu:

- Haber yazabiliyor musun?

Ankara'da yazarlık yapıyordum. Kapısına kilit vurulan Günaydın'ın Ankara Haber Müdürü olarak görev yapmıştım. Behiç Kılıç'ın mektebinden yetiştiğimi bile bile haberciliğimi sorguluyordu:

- Yazarım iyi haber yazarım. 

- Yok sen haber yazamazsın sana verecek bir işimiz yok. 

"Niye çağırdın beni?" demedim. 

Niye çağırdığını anlamıştım çünkü. O an kendimi dışarı attım, duvarın dibinde oturdum, Allah'a sığındım:

- Yarrabi bana bu yapılanlar senin zoruna gitsin!

3 yıl... Çaldığım bütün kapılar yüzüme kapanıyordu. İstanbul'da evlatlarım sefalet içinde, ben Ankara'da perişan bir hayat yaşıyordum. Ankara'da oturduğum evin kirasını verememiştim. Eryaman'da oturduğum dairenin kapıcısı Halit Bey kapıyı çaldı:

- Ağabey...

    Halit Bilgin kapıya geldiğinde para isteyeceğini sandım ama o istemeye gelmemişti, para vermeye gelmişti

    Aidat istemeye geldi sanmıştım. Yüreği pırıl pırıl olan bu adam, para istemeye değil, para vermeye gelmişti:

    - Ağabey eğer kusurama bakmazsan ben sana 100 lira borç vermek istiyorum. En azından bir iki günlük ekmek parası. 

    O an "insanlık ölmemiş" dedim ve Halit Bey'in uzattığı 100 lirayı aldım. 

    Bir başka gün yine kapıyı çaldı:

    - Ağabey benim bankada bir miktar param var. İzin verirsen o parayı çekip sana borç vermek istiyorum. İş bulduğunda, ya da paran olduğunda bana iade edersin. 

    10 bin lira bir garibanın birikiminden yaşamımı idame ettim uzun süre. O parayı iade etmem için çalışmam, para kazanmam gerekiyordu. Ama az önce de ifade ittiğim gibi, çaldığım tüm kapılar yüzüme kapanıyor, dost bildiklerim arkasını dönüyordu.

    Halit Bey'in borç verdiği parayla bir bilgisayar aldım. 28 Şubat'ın bütün haysiyetsizliklerini kitaba döktüm. "Kirli Sayfa"nın geliriyle bir süre daha ayakta durabildim.

    Süleyman Soylu'dan aldığım iş teklifiyle, Ankara'dan İstanbul'a taşındım sonra. Üç aylık danışmanlık süreci ve sonrasında İnternet gazeteciliği... 

    Bin yıl sürecekti 28 Şubat... 

    Rabbim yeni bir kapı açtı.... İnternethaber ile 2000 yılının başında yeniden mesleğime geri döndüm. Haber yazıp yazamadığımı sorgulayanlar kaybolup gitti. Onlar şimdi nerede bilmiyorum ama Allah'a şükürler olsun ki, ben bugün dimdik ayaktayım. 

    350 dolarla çıktığım yolculuğu bugün 60 arkadaşımla birlikte sürdürüyorum. 

    Halit Bey'den aldığım borç paraya gelince...

    Ben onu aramadan beni aramadı, sormadı, soruşturmadı. 3 yıl sonra Ankara'da yaşadığı eve gittim. Hayatım boyunca unutamayacağım bir gündü.. Halit Bey'in bir çocuk gibi ağlaması, eşinin, çocuklarının sevinci... Ve dostluğumuzun, arkadaşlığımızın hâlâ sürüyor olması... 

    28 Şubat herkes gibi benden de çok şey götürdü dostlar. 

    Ama bugüne bakıyorum... 

    Kazandıklarım daha ağır basıyor. 

    Tek üzüldüğüm Behiç Kılıç'ın bu uğurda ölmesi. 28 Şubat'ın acısını çeke çeke bu hayattan çekip gitmesi. O da bir çok kişi, açlığa, sefalete terkedilmişti. 28 Şubat bitti ama, Behiç Abi belini doğrultamadı, ömrünün son gününe kadar çok sevdiği mesleğine, kalemine kavuşamadı. 

    Dahası ve en acısı...

    Behiç Kılıç'ın uğrunda savaştığı kişilerce yalnız bırakılması. 

    Malı, mülkü, evi, arabası tazminatlara gitti. 

    28 Şubat'a Çiller için kafa tuttu. 

    Tansu Hanım ne yaptı peki?

    Hiç!

    Cenazesine bile gelmedi...