28 Şubat gazetecileri böyle teslim almış!
Abone olGazeteci-yazar Ergun Babahan 28 Şubat sürecinin gazetecilerin ruhunu nasıl teslim aldığını anlatıyor...
Refahyol yıkıldıktan sonra Mesut Yılmaz Başbakan oldu ve elektrik dağıtımları falan derken yağma dönemi başladı.
Hasan Cemal ‘Kürtler’ kitabını yazana kadar, biz Diyarbakır cezaevinde olup bitenlerden bile habersizdik…. Sabah’ta Türkiye’nin gerçeklerinin dışında böyle bir Lale Devri yaşıyorduk.
Bütün medya patronlarında, kendilerini güvence altına almak adına askerle işi geçinme diye bir kaygı vardı. Hem hayati tehlike bulunuyordu hem de askerin devlet içindeki gücü biliniyordu.
Ankara’dan faksla bir haber geçildi. Zafer Mutlu Dinç Bey’le teknedeydi. Bana, ‘Ertuğrul’la konuş, andıçtaki isimleri kullanmayalım’ dedi. Ertuğrul Özkök’ü aradım. Bana, ‘Herkesi yayınlıyoruz. Bunu yayınlamasak olmaz. İsimleri gizleyemeyiz. İsimleri birinci sayfada değil, iç sayfada kullanalım’ dedi. Ama akşam yedi buçuk sekizde aradı. Kanal D isimleri verdi. Biz isimleri birden giriyoruz’ dedi. Bunun üzerine biz de haberi ve isimleri, ‘korkunç ifşaat’ diye birinci sayfadan verdik.
Bunun düzmece bir belge olduğunu anladık tabii ki.
Genelkurmay’dan kullanacaksınız diye emir gelmiş herhalde. Zafer Mutlu, ‘bu haberi kullanmazsak, bu adamların hayatı o zaman tehlikeye girecek’ dedi. Sanıyorum böyle bir imada bulunulmuştu.
Benim 28 Şubat’la ilgili kuşkularım o noktada başladı. Rahmetli Ercan Arıklı, andıç haberine ve gazetelerin askere böylesine teslim olmasına çok sinirlenmişti. Bize, ‘Oğlum yapmayın. Bırakın gidin gazeteciliği. Şart mı sizin gazetecilik yapmanız?’ dedi.
Gazetenin Birand’la ilişkisi iyi değildi. O gönderildi. Cengiz’e üç gün yazı yazdırılmadı. Dinç bey, bu ayıp ya dedi ve Cengiz yazmaya başladı. Sabah’ın büyüsünü bozan ve aşağıya gidişinin başladığı bir süreçtir bu.
Gazeteyi, bir takım insanları memnun etmek için yapmaya başlayınca, gazete sönüyor. Gazeteye neyin girmeyeceğini düşünmeye başlıyorsunuz. Gazeteye neyin girmesi gerektiğini unutuyorsunuz.
1999’da Yeni Binyıl’ın genel yayın yönetmeni oldum. Sabah’ı ve Etibank’ı güçlü ibr müessese olarak görüyorum. İhlas’ın bankasıyla, Yurtbank’la ilgili sert haberler yapıyordum. Birgün Dinç Bey geldi. ‘Bunu yapmayın artık. Biz de sıkıntıdayız’ dedi.
Fatih, Star gazetesine gitmesin diye Dinç bey ona 500 bin dolarlık çek vermiş. Uzan , bir buçuk milyon dolar verince Fatih Star’a gitmiş. Star’a giderken de, Ankara’da Sabah’taki odasının kapısına 500 bin dolarlık çeki yapıştırıp öyle gitmiş Fatih.
Baykal, Mehmet Ali Birand’a bir televizyon programında, ‘ Menzir giderse, koalisyona devam ederiz’ dedi. Bunun üzerine Zafer Mutlu Ankara’ya gitti ve o koalisyonun kurulmasında kilit rol oynadı. Baykal’la görüşüp, Çiller’le görüşüyordu. Çiller’le görüştükten sonra da Baykal’la görüşüyordu.
28 Şubat’tan sonra DYP’den epey bakanın ve siyasetçinin istifa etmesinde gazetelerin epey payı oldu. Refah’la koalisyonu sürdüren DYP’yi erittiler.
Gümrük Birliği konusu gündeme geldi. Doğan Grubu ve Koç’lar, Gümrük Birliği’ne karşı çıktılar. Dinç Bey ise Gümrük Birliği’nden yanaydı.
Sabah’la Doğan Grubu arasındaki ilk çatışma AB ekseninde yaşandı. 28 Şubat’tan sonra tekrar Yılmaz’la dost olundu.
O dönemde gazete patronları Ankara’da ihale yarışına dalmışlardı. Sabah elektrik dağıtımı, cep telefonu ihalelerine giriyordu. Halbuki biz bilmiyoruz o sırada para yok, Sabah batmış. Ama Koçlar’la birlikte Uzanlar’a karşı cep telefonu ihalesine giriyor.
Medya üzerinden güç sağlama, ilişki kurma, siyasete yakın durma işleri bitmedikçe medya temizlenemez. Bugünkü sistem hala bu.
Taraf’la birlikte gazetelerin artık haber saklama keyfiyeti ve lüksü sona erdi.
Taraf gibi sadece gazetecilik yapan üç, dört gazete daha çıkarsa, medya arınır.
Gazeteci ünlü olabilir, ama çok zengin olamaz. Türkiye’de bir dönem ölçüler kaçtı, gazetciliğe bakışlar çarpıldı, ruhlar kirlendi.
Herkes Taraf’ın yaptığını yapamaz. Onun yaptığı çok zor bir iş. Ayrı bir kararlılık gerekiyor onu yapmak için.
28 Şubat süreci gazetecilerin hem ruhunu satın aldı hem de onları çok pasifize etti. Manşetler değiştirilebiliyor, her şeye müdahale edilebiliyor. Kimse itiraz etmiyor.
Bir gün Erol Evcil’in asker kaçağı olarak askeri mahkemede yargılandığına dair tek sütun haber yayınladık. Pazar öğleden sonraydı. Alaaddin Çakıcı aradı gazeteden beni. Bana, ‘sizin işiniz yazı yazmak. Benim işim de yazı yazıp benim kafamı bozanları vurdurmak. Türkbank işini yazmayı da bırakın. Yirmi milyon dolar alıp, oradan emekli olacağız biz’ dedi.
Mafya gazetecileri ve patronları doğrudan tehdit ediyordu o dönemde. Çünkü mafya, Ergenekon türü yapılarla iç içeydi. Ak Parti döneminde mafya türü örgütler tamamen kazındılar.
Ergun Babahan'ın Neşe Düzel'le yaptığı röporajın tam metnini okumak için ikinci sayfaya geçiniz...
Askerler en çok hangi tür yazılara
kızarlardı?
Biz o dönemde Zafer Mutlu’yla tek tek yazarları, ‘Çok kritik bir
dönem bu. Dikkatli yazın. Hükümete destek çıkmayın’ diye ikna
etmeye çalışırdık. Beynimiz yıkanmış gibiydi.
Sabah Grubu Etibank’ satın almış mıydı o
dönemde?
Dinç Bey Etibank’ı 1997’de aldı. Daha önce 1994’te 5 Nisan krizi
oldu. Sabah, yeni binasını yaparken dış kredi almıştı. Dolar çok
artınca bu krediyi kamu bankalarında uygun şartlarla Türk Lirası’na
çevirdi. Zaten ondan sonra da siyaset bizim gazeteye girdi, eski
rahatlık bitti. RefahYol yıkıldıktan sonra Mesut Yılmaz Başbakan
oldu ve elektrik dağıtımları falan derken yağma dönemi başladı.
Siz o sırada yapılan bu gazetecilik hakkında ne
düşünürdünüz?
Bunu bir rejim kavgası görüyorduk. Zaten Türkiye’de sol çökünce,
bir sürü insanda solculuktan kala kala laikçilik ve Kemalizm kaldı.
Eski solcular kökten laikçi oldular. Hasan Cemal ‘Kürtler’ kitabını
yazana kadar, biz, Diyarbakır cezaevinde olup bitenlerden bile
habersizdik….
Sabah’ta, Türkiye’nin gerçeklerinin dışında böyle bir Lale devri
yaşıyorduk.
Bütün büyük gazetelerin askerle ilişkileri sizinki gibi
miydi?
Bütün medya patronlarında, kendilerini güvence altına almak adına
askerle işi geçinme diye bir kaygı vardı. Hem hayati tehlike
bulunuyordu hem de askerin devlet içindeki gücü biliniyordu.
Andıç olayını hatırlıyor musunuz?
1999’da oldu. Hatırlıyorum.
O belge geldiğinde ne düşündünüz?
Belge gelmedi. Şemdin Sakık’ın ifadesi bir haber olarak geldi bize
Ankara bürodan. Cengiz Çandar’la Mehmet Ali Birand’ın PKK’dan para
aldıklarına dair iddialar vardı ifadede. Ankara’dan faksla bu haber
geçildi İstanbul’a. Zafer Mutlu Dinç Bey’le teknedeydi. Bana,
‘Ertuğrul’la konuş, andıçtaki isimleri kullanmayalım’ dedi.
Ertuğrul Özkök’ü isimleri kullanmayalım diye aradım.
Ne dedi?
‘Herkesi yayınlıyoruz. Bunu yayınlamasak olmaz. İsimleri
gizleyemeyiz. İsimleri birinci sayfada değil, iç sayfada
kullanalım’ dedi. Ama akşam yedi buçuk, sekizde aradı. ‘Kanal D
isimleri verdi. Biz isimleri birden giriyoruz’ dedi. Bunun üzerine
biz de haberi ve isimleri, ‘korkunç ifşaat’ diye birinci sayfadan
verdik.
Şemdin Sakık’a, yakandıktan sonraki sorgusunda, bazı
gazeteciler hakkında ‘PKK’dan para alıp yazı yazıyorlar’ diye ifade
vermeye ve imzalamaya zorlanıyor. Bu gazeteciler arasında Cengiz
Çandar, Mehmet Ali Birand, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Akın Birdal
var. Sakık, bu ifadeyi imzalamıyor. Ama düzmece ifade ‘andıçta’ yer
alıyor ve yayınlanması için büyük gazetelere ve bazı televizyonlara
gönderiliyor. Nitekim Sakık’tan itiraflar diye bu gazeteciler
PKK’yla işbirliği yaptıkları suçlamasıyla hedef haline
getiriliyorlar. Siz o gün elinize geçen belgenin, düzmece bir belge
olduğunu anlamadınız mı?
Anladık tabii ki.
Peki o zaman niye kullandınız? İnsanları hedef gösterip
öldürülme tehlikesinin içine attınız?
Genelkurmay’dan kullanacaksınız diye emir gelmiş
herhalde. Zafer Mutlu, ‘bu haberi kullanmazsak, bu adamların hayatı
o zaman tehlikeye girecek’ dedi. Sanıyorum böyle bir imada
bulunulmuştu. Zaten benim 28 Şubat’la ilgili kuşkularım o noktada
başladı. Rahmetli Ercan Arıklı, andıç haberine ve gazetelerin
askere böylesine teslim olmasına çok sinirlenmişti. Bize, ‘Oğlum
yapmayın. Bırakın gidin gazeteciliği. Şart mı sizin gazetecilik
yapmanız?’ dedi. Biliyorsunuz…
Neyi?
Aslında ortada Şemdin Sakık’ın ifadesi yoktu. Adamın imzalamadığı
ifadeyi gazetelerin Ankara bürolarına fakslıyorlar. Ankara o
ifadeden haber yapıyor ve İstanbul’a gönderiyor.
Dahası… 28 Şubat’ın Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir,
Şemdin Sakık’ın o ‘ifadesine!’ üstelik kendi el yazısıyla eklemeler
yapıyor, Cengiz Çandar’la Mehmet Ali Birand’ın PKK’dan para
aldıklarını yazıyor.
Galiba işin içinde eski Genulkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt da var.
Çünkü Şemdin Sakık, anılarını yazdığı yeni kitapta açıkladı ki… O
sırada, Diyarbakır Yedinci Kolordu Komutanı olan Yaşar Büyükanıt da
o sorgudaymış. Hatta Sakık’ın, o imzalamadığı ifadelerinin alındığı
O sorguda, Yaşar Büyükanıt’ın ‘iyi çocukları’ da varmış.
Büyükanıt, Şemdinli’deki bombalama olayı olduğunda Kara
Kuvvetleri Komutanıydı ve bombalamayı yapanlar için ‘Tanırım. iyi
çocuktur’ demişti ve bu açıklamasıyla Şemdinli Davası’na açıkça
müdahale etmişti. Şimdi ‘iyi çocuklar’ olayına nasıl bakmalıyız
biz?
Yaşar Büyükanıt’ın iyi çocuklara niye sahip çıktığı şimdi
anlaşılıyor tabii. Şemdinli bombalamasının bu ‘iyi çocukları’ şimdi
nerede? Önce davalarını askeri mahkemeye aldılar… Sonra bunları bir
yerlere tayin ettirdiler ve unutturdular. Düşünün, sorgu yapılmış,
düzmece ifadeler alınmaya çalışılmış ve daha sonra genelkurmay
başkanı olacak olan kişi de o sorguyu izlemiş. Dünyanın hiç bir
yerinde böyle bir olay geçiştirilemez.
Peki… Andıç haberiyle ilgili gazete yönetiminde bir
tartışma oldu mu, ‘basalım mı basmayalım mı’ diye?
Hayır. Sabah’ta öyle tartışmalar olmazdı. Karar verilince
yapılırdı. Zafer Mutlu, Cengiz’in vurulabileceğinden çok
korkuyordu. Böyle bir bilgi de gelmişti. Ayrıca ‘onları gazeteden
atın’ diyorlar. Gazetenin Birand’la ilişkisi iyi değildi. O
gönderildi. Cengiz’e üç gün yazı yazdırılmadı. Dinç bey, ‘bu ayıp
ya ‘dedi ve Cengiz yazmaya başladı. Sabah’ın büyüsünü bozan ve
aşağıya gidişinin başladığı bir süreçtir bu. Oysa Dinç Bilgin’in
Yeni Asır’dan beri bize verdiği örnek hep şuydu.
Neydi?
Şimdi siz burada gazete yapıyorsunuz. Gazetenin kapıdaki güvenlik
görevlileri tabancalarını çekip gelseler ve size, ‘siz bu işi
yapamıyorsunuz. İnin aşağıya, gazeteyi biz yapacağız’ deseler… Bu
ne anlama geliyorsa, askerlerin de siyasetçilere, ‘siz bu ülkeyi
yönetemiyorsunuz. Yönetime el koyuyoruz’ demesi aynıdır.
O belge yayınlandıktan sonra ne
hissettiniz?
Ben de ölümden kurtardığımıza inanıyordum. Kısa bir süre sonra
Refahyol hükümeti düştü. Mesut Yılmaz Başbakan oldu. .
Hürriyet o belgenin düzmece olduğunu biliyor
muydu?
Bence biliyordu. Andıç’ta adı geçen gazeteciler, Kürt meselesinde
demokrat çizgideydiler. Bekaa’ya gidip röpörtaj yapmaları da
rahatsız etti herhalde.
Sadece onlar mı Apo’yla ya da PKK’yla röportaj
yaptılar?
Şimdi öğreniyoruz ki, gazetecilerin bir kısmı oraya devlet adına
gitmişler. Konuşma bantlarını önce götürüp MİT’e teslim etmişler.
Oralara gazeteci kılığında gidip aslında devlete çalışan çok insan
vardı… Bizim o dönemde en büyük ayıplarımızdan biri de şuydu.
Erbakan, kendi tabanının imhasına dönük olan 28 Şubat kararlarını
imzaladığında, ‘Paşa paşa imzaladı’ diye manşet attık biz. Bir
siyasetçi için çok aşağılayıcı bir başlıktı o.
Gazeteci için de aşağılayıcı bir başlık değil miydi sizce
o? Bir ülkede siyaseti bitirmek, malzemesi söz olan gazeteleri ve
gazetecileri de bitirmek demek değil midir?
Söylediğim gibi biz o zaman öyle görmüyorduk. Ben dahil bazılarımız
çok laikçi davranıyorduk. Bazıları da, aman bu düzen değişmesin,
fıstık gibi hayatım bozulmasın, işim bitmesin’ diyerek o günkü
sürece sahip çıkıyordu. Çünkü profesyonel olarak çok iyi paralar
alınıyordu, sınıf atlanmıştı, yeni hayatın getirdiği zenginlik
sürdürülmek isteniyordu.
O belgenin yayınlanmasından sonra Akın Birdal vuruldu.
Demek ki andıçtaki isimleri yayınlamak hayat kurtarmak anlamına
gelmiyor. Birdal vurulunca ne hissettiniz?
Çok rahatsız olduk.
Gazetede bu konuda konuştunuz mu?
Biz, Zafer Mutlu’nun odasında toplanıp her konuda çok konuşurduk.
Ama işin çivisi çıkmıştı ve biz iktidara teslim olmuştuk. Mesela
Can Ataklı deprem olduğunda televizyonda hükümeti çok sert
eleştirdi. Hüsamettin Özkan başbakan yardımcısıydı. Küplere binmiş,
Zafer Mutlu’yu aramıştı. O da çok paniklemişti. Gazeteyi, bir takım
insanları memnun etmek için yapmaya başlayınca, gazete sönüyor.
Gazeteye neyin girmeyeceğini düşünmeye başlıyorsunuz. Gazeteye
neyin girmesi gerektiğini unutuyorsunuz.
Gazetecilik mesleğinden iğrendiğiniz oldu mu
hiç?
O dönemde, çok oldu. 28 Şubat sürecinde meğer ağır depresyon
geçirmişim. Şimdi fark ediyorum. İşten nefret ediyordum. Gittiğim
her yerde uyuyordum. Kimseyle konuşamıyordum. 1999’da Yeni
Binyıl’ın genel yayın yönetmeni oldum. Ben o sırada Sabah’ı ve
Etibank’ı güçlü bir müessese olarak görüyorum. İhlas’ın bankasıyla,
Yurtbank’la ilgili sert haberler yapıyordum. Bir gün Dinç Bey
geldi. ‘Bunu yapmayın artık. Biz de sıkıntıdayız’ dedi. İhlas’ın
sahibi Enver Ören’in gönlünü almak için ziyarete gitti. Sonra
gazete için Örenle bir röportaj yapıldı. Gazetecilik açısından
artık kıpırdayamaz bir hale gelmiştik.
Nasıl?
Meğer biz de batıkmışız. Ben sürekli gazetenin mutfağında olduğum
için o dönemde daha safmışım. Mesela Fatih çekirge olayını bile
daha sonra öğrendim.
Fatih Çekirge olayı dediğiniz nedir?
Fatih, Star gazetesine gitmesin diye Dinç Bey ona 500 bin dolarlık
çek vermiş. Uzan , bir buçuk milyon dolar verince Fatih Star’a
gitmiş. Star’a giderken de, Ankara’da Sabah’taki odasının kapısına
500 bin dolarlık çeki yapıştırıp öyle gitmiş Fatih.
Politikacılarla gazetecilerin ilişkileri
nasıldı?
Çok yakındı. DYP-SHP koalisyonu vardı. Deniz Baykal, seçimi
kazanarak, Murat Karayalçın’ın elinden genel başkanlığı aldı.
Baykal, Necdet Menzir’in bakanlığı yüzünden koalisyondu bozdu.
Baykal, Mehmet Ali Birand’a bir televizyon programında, ‘ Menzir
giderse, koalisyona devam ederiz’ dedi. Bunun üzerine Zafer Mutlu
Ankara’ya gitti ve o koalisyonun kurulmasında kilit rol oynadı.
Baykal’la görüşüp, Çiller’le görüşüyordu. Çiller’le görüştükten
sonra da Baykal’la görüşüyordu.
Gazeteler hükümet kuruyorlardı, öyle mi?
Tabii. Bakan da değiştiriyorlardı. Mesela 28 Şubat’tan sonra
DYP’den epey bakanın ve siyasetçinin istifa etmesinde gazetelerin
epey payı oldu. Refah’la koalisyonu sürdüren DYP’yi erittiler.
Hükümeti düşürmek ve DYP’yi parçalamak için bakanlar istifa
ettirildi. Bazı bakanlara istifa etmeleri için, Alevi kökenlerinden
dolayı baskı yapıldı. Hatırlayın, Bahattin Şeker bakandı. DYP’den
istifa etmedi diye adamı askere aldılar. O dönemde, Ufuk Söylemez
gibi beş, altı kişi Sabah’ın etkisiyle DYP’den ayrıldı.
28 Şubat’tan sonra Mesut Yılmaz başbakan oldu. Onunla
ilişkileriniz nasıldı?
Geçmişte çok iyiydi. Hatırlarsanız onu Sabah başbakan yaptı.
ANAP’ta genel başkanlık yarışında, Akbulut’a karşı, ‘başbakan’ı
tanıyalım’ diye Mesut Yılmaz ve ailesiyle ilgili tam sayfa haber
yapmıştık. O günlerde Mesut Bey bize müteşekkirdi. Ama sonra Gümrük
Birliği konusu gündeme geldi. Doğan Grubu ve Koç’lar, Gümrük
Birliği’ne karşı çıktılar. Dinç bey ise Gümrük Birliği’nden
yanaydı. Zaten Dinç Bey hep Avrupa Birliği’ne inandı. Dolayısıyla
biz Tansu Çiller’in Gümrük Birliği politikalarına destek verdik.
Sabah’la Doğan Grubu arasındaki ilk çatışma AB ekseninde yaşandı.
28 Şubat’tan sonra tekrar Yılmaz’la dost olundu.
Gazeteciler kendi aralarında bu konuda neler
konuşurlardı?
Hükümetler kuruluyor, bakanlar atanıyor, bakanlar istifa
ettiriliyor… O zaman bunlar hoşunuza gidiyor çünkü kendinize bir
güç atfediyorsunuz.
Yaptığınız işin hatalı olduğunu yaparken biliyor
muydunuz?
Hayır. Ben 2002’den itibaren değişmeye başladım. Farklı kesimlerle,
daha demokrat, muhalif insanlarla tanıştım. Gözlerimdeki perde
yavaş yavaş kalktı. Bizim demokratik kültürümüz gelişmemişti. 12
Eylül’den dolayı askere öfkeliydik, 28 Şubat’ta asker irticayı
eziyor diye belki memnunduk.
Bu konularda açıkça itiraflarda bulunmaya ve medyanın
günahlarını açıklamaya nasıl karar verdiniz?
Kendi içinde yaşadığın bir utancı saklayarak yok edemiyorsun.
Gerçeği herkes biliyor zaten. Ne yaşadığını, ne yaptığını anlatman
lazım ki, insanlar bir daha böyle şeyler yapmasınlar. Dinç
Bilgin’in açıklamaları sürpriz oldu. Bence o dönemin en ağır
bedellerinden birini o ödedi.
Peki o dönemde siyasetçiler gazeteden yazar attırırlar
mıydı?
Gazeteden yazar attırmak, 28 Şubat’tan sonraki dönemde
siyasetçilerin çok hoşuna gidiyordu. Mesela Mesut Yılmaz ya da
Güneş Taner Mehmet Barlas’ı Sabah’ta istemediler.
Aynı dönemde Mehmet Barlas’ın eşi yazar Canan Barlas da
gazeteden atıldı.
O dönemde gazete patronları Ankara’da ihale yarışına dalmışlardı.
Sabah elektrik dağıtımı, cep telefonu ihalelerine giriyordu.
Halbuki biz bilmiyoruz o sırada para yok, Sabah batmış. Ama
Koçlar’la birlikte Uzanlar’a karşı cep telefonu ihalesine
giriyor.
Medya temizlenebilecek mi sizce?
Çok zor. Medya üzerinden güç sağlama, ilişki kurma, siyasete yakın
durma işleri bitmedikçe medya temizlenemez. Bugünkü sistem hala bu.
Gazete kendi başına bir ürün olmaktan çıkmış, patronun diğer
işlerini kolaylaştırmak için bir araç olmuş durumda. Bugün Hürriyet
dışında kar eden gazete yok. Herhalde gazeteler gazetecilik
aşkından çıkarılmıyorlar. Ayrıca medyanın seviyesi gittikçe
düşüyor. Çünkü medyaya yeni ve kaliteli insanlar gelmiyor. Eğer
güdülerine hakim olamazsan, bugün gazetecilik imkanların ötesinde
bir hayat sağlıyor insana. Ama şu da var. Taraf’la birlikte
gazetelerin artık haber saklama keyfiyeti ve lüksü sona erdi.
Medyanın arınması için neler yapılmalı?
Taraf gibi sadece gazetecilik yapan üç, dört gazete daha çıkarsa,
medya arınır. Gazetecilik zengin olma mesleği değildir. Bu
bilinmeli. Zengin olama hayali olan bu mesleğe hiç bulaşmamalı.
Gazeteci ünlü olabilir, ama çok zengin olamaz. Türkiye’de bir dönem
ölçüler kaçtı, gazetecilikle ilgili bakışlar çarpıldı, ruhlar
kirlendi. Herkes Taraf’ın yaptığını yapamaz.
Niye?
Onun yaptığı çok zor bir iş. Ayrı bir kararlılık gerekiyor onu
yapmak için. Ama kitle gazetesi çıkaracaksan, gazeteci olarak işsiz
kalmayı hep göze alacaksın. Gazetecilik ancak böyle yapılabilir. 28
Şubat süreci gazetecilerin hem ruhunu satın aldı hem de onları çok
pasifize etti. Manşetler değiştirilebiliyor, her şeye müdahale
edilebiliyor. Kimse itiraz etmiyor.
Bugün de böyle değil mi?
Bütün gazetelerde böyle. Genel yayın yönetmeninin tepesinde oturan
kişi gazetenin siyasi çizgisine bire bir karışıyor. İnsanlar, ‘kime
hizmet ediyor?’ diye gazetelerin manşetlerinden kuşkulanmakta
haklılar. Hatırlıyorum da… Biz Sabah’ta bir dönem her giden Emlak
Bankası genel müdürünün ardından, yaptığı usulsüzlüklerle ilgili
olarak ‘yamyamlar’ diye haber yapıyorduk. Yeni gelen genel müdürü
memnun ediyorduk. Sonra o da gidiyordu, ona da küfrediyorduk. Meğer
o sırada biz de Emlakbank’tan sürekli kredi alıyormuşuz..
Bu ülkede uzun yıllar mafya çok etkili oldu. Hele 28 Şubat
sürecindeki ganimet paylaşımında mafya babaları çok güçlülerdi.
Bugün ise mafya babalarının hepsi cezaevindeler. Gazetecilerin
mafya babalarıyla ilişkileri nasıldı?
Mafya o dönemde gazetecileri tehdit ederdi. Bir gün Erol Evcil’in
asker kaçağı olarak askeri mahkemede yargılandığına dair tek sütun
bir haber yayınladık. Pazar öğleden sonraydı, gazetedeydim.
Alaaddin Çakıcı aradı. Bana, ‘sizin işiniz yazı yazmak. Benim işim
de yazı yazıp benim kafamı bozanları vurdurmak. Türkbank işini
yazmayı da bırakın. Yirmi milyon dolar alıp, oradan emekli olacağız
biz’ dedi. Mafya gazetecileri ve patronları doğrudan tehdit
ediyordu o dönemde.
Patronları nasıl tehdit ediyordu mafya?
Bir gün Çakıcı yakalandı ve serbest bırakıldı. Sabah’ta haber,
Çakıcı yakalandı diye çıktı. Çakıcı bir arkadaşımız aradı. ‘Dinç
Bilgin’in torunu nerede okuyor, ailesi hangi arabalara biniyor,
hafta sonları ne yapıyorlar, hepsini biliyorum. Bunun bedelini
ödeteceğim’ diye tehdit etti. O dönemde mafya böyle tehdit ederdi
ve ondan korkulurdu. Ben çok telaşlandım ve Çakıcı’nın tehdidini
Dinç Bey’e aktardım. Bana moral verdi.
Ne dedi?
‘Boş ver, herkesin bir işi var. Onların işi tehdit etmek, bizim
işimiz gazete çıkarmak’ dedi. Siz de bilirsiniz. Bu mafya türü
örgütlere yıllarca kimse dokunamadı. Çok şımarıktı bunlar. Çünkü
mafyaya karşı hiçbir koruma yoktu ve mafya, Ergenekon türü
yapılarla iç içeydi. Yakalandıklarında, devletten bazıları araya
giriyordu ve serbest bırakılıyorlardı. Bunların kökü, AK Parti
döneminde tamamen kazındı. Bence Ergenekon’un ortaya çıkmasında,
mafyanın içeride olmasının etkisi de vardır.