Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde Osmanlı’dan günümüze çok
sayıda kırılma anı yaşanmış ve her birinden dersler çıkarılmak
suretiyle demokratik kurum ve kuralların geliştirilmesine dönük
çabalar artarak devam etmiş olmakla birlikte Cumhuriyet Türkiyesi
açısından millet iradesinin seçimler yoluyla tecelli
ettirilebildiği ilk başarılı teşebbüsün Demokrat Parti’yi iktidara
taşıyan 1950 seçimleri olduğu ifade edilebilir.
Lakin Demokrat Parti’yi iktidara taşıyan sürecin meşakkatli ve
bedel ödemeyi göze alarak çıkılan bir yol olduğu da açıktır. Tek
parti iktidarının iktisadi, siyasi ve toplumsal hayatı daraltan
uygulamalarına karşı meclise sundukları Dörtlü Takrir ile dönemin
CHP’sine yapıcı eleştiri ve öneriler sunarak değişime duyulan
ihtiyacı dile getiren Celâl Bayar, Adnan
Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan’ın fikirleri, yönetici
elit tarafından yoğun eleştiriye maruz kalarak reddedilmiş ve kısa
zamanda ihraç ya da istifa baskılarıyla siyasal hayattan
uzaklaştırılmaya çalışılmışlardır.
Hâlbuki ilgili metnin içeriği incelendiğinde, demokrasi fikri
ekseninde şekillendirilen Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluş
sürecinin sancıları ve II. Cihan Harbi’nin yarattığı riskler
nedeniyle giderek baskıcı hale geldiği ve demokratik kanalların
işlerlik kazanması gerekliliği dile getirilmektedir. Savaş sonrası
Birleşmiş Milletlere dâhil olma arayışındaki Türkiye için fırsat
olarak da değerlendirilen bu adım, İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1945
tarihli “Harp zamanlarının ihtiyatlı tedbirlere lüzum gösteren
darlıkları kalktıkça, memleketin siyaset ve fikir hayatında
demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir”
beyanatıyla da paralellik arz etmesine rağmen, dönemin iktidar
sahipleri, muhtemelen iradeleri dışında gelişen bu durumu
kabullenmeyerek, teklifi sunanlar haricindekilere ret oyu
kullandırmak suretiyle ön alıcı olmaya çalışmışlardır.
Fakat bu durum son olmaktan ziyade, bir başlangıç fişeği olmuş ve
Takrire imza koyan ve CHP ile yollarını ayıranlar, 07 Ocak 1946’da
Demokrat Parti’yi siyasal hayata kazandırmış; açık oy, gizli sayım
gibi gayri demokratik ve şaibeli 1946 seçimleri istisna
tutulduğunda, DP’nin kuruluşunun dördüncü yılında katıldığı görece
demokratik ilk seçimde iktidara taşınması, ilgili fikirlerin
toplumsal karşılığının olduğunu da göstermiştir.
Ülkenin tıkanan damarlarına kan pompalayarak her alanda müreffeh
bir Türkiye yaratmak şiarıyla yola çıkan DP, devletin içerisine
yerleşmiş, meşruiyetini nereden aldığı belirsiz yapılar tarafından
iktidarının onuncu yılında darbe ile iktidardan indirilmiştir.
Günün şartları içerisinde demokrasiden yana olanlar ve/veya sadece
DP’yi destekleyenler dahi darbe girişimine karşı koyamamış; Adnan
Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın şehadetiyle
sonuçlanan milleti iktidardan uzaklaştırma arayışı habis bir ur
olarak Türk siyasal hayatına yerleşmiştir.
Millet darbeyi takip eden ilk seçimden itibaren DP’nin devamı olan
partileri iktidara taşıyarak tarafını belli etse de her seferinde
Türkiye’yi geriye götüren ur, farklı yapılar eliyle yaklaşık on
yılda bir (1960, 1971, 1980, 1997 ve 2007) nüksettirilmiştir. Son
olarak 15 Temmuz’da FETÖ’cü hainler eliyle nüksettirilmeye
çalışılmış fakat Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı kurtaramamanın derin
hüznünü yaşayan neslin torunları, ülkenin iktisadi, siyasi,
toplumsal yapısında geri dönülmez kırılma yaratacak darbe
girişimini canını ortaya koyarak durdurmayı
başarabilmiştir.
Yarım asırdır darbelere, muhtıralara, askeri ve bürokratik elitin
gayri kanuni uygulamaları ve yetki gasplarına sıkça maruz kalan
millet ve onun temsilcisi sivil siyaset 15 Temmuz’da verdiği
demokrasi sınavından alnının akıyla çıkarken, demokrasi
şehitlerimizin aziz ruhlarını şad ettirecek bir görevi de yerine
getirmişlerdir.
sametkavoglu@gmail.com