Proje ve hizmet sunacak “güçlü liderlik” vurgusu yerine huzur ve sükûnet sunan toplumla iç içe genç ve dinamik bir liderliğin ve geçmişi pazarlamak yerine geleceğe dair umut vadetmenin daha çok alıcısı olacağını yazmıştım 31 Mart’a dair değerlendirme yazımda. 23 Haziran sonuçları bir anlamda bunu teyit etti.
23 Haziran tekrar seçiminde elde edilen sonuçlar üzerinde etkili bir çok parametre vardı. Seçimin iptalinin problemli olması, İstanbul Belediyesinin vakıf ve dernekler ile (cemaat ve tarikat yapılarıyla) alengirli ilişkileri, devam eden ekonomik krize rağmen israf ve şatafat, OHAL düzeninin ortaya çıkardığı haksızlıkların ve mağduriyetlerin giderilmesinde ayak diretilmesi, Kürt oylarının alınması için son hamlenin yankısı gibi yığınla faktör, 23 Haziran 2019 akşamı 19:15’ten itibaren hem yazılı ve görsel basında hem de sosyal medya da tartışılmaya başlandı. Bunların hepsinin oluşan tabloya katkısı açıktır.
Lakin, ben iki farklı noktaya dikkati çekmek istiyorum.
Bunlardan ilki halkın frekansının kaydığı ve yeni frekansın yakalanamadığı gerçeği. Ana akım medyadaki bazı kalemlerin ve parti sözcülerinin son zamanlarındaki söylemlerinden edindiğim izlenim, mevzunun her şeye rağmen anlaşılmadığı yönünde.
Örneklerle tekrar söyleyeyim: yapılan yollardan ziyade, yolda güvenlik kontrolündeki emniyet görevlisinin tavrı...
İnşa edilen modern havaalanından ziyade, otopark mafyasına terk edilen havaalanı girişleri ve vatandaşı canından bezdiren uygulamalar..
Şehre getirilen paradan ziyade, taşradaki parti yöneticisinin ve milletvekilinin vatandaşa hitap tarzı ve milletle muhatap olma şekli...
Yapılan üniversiteler, inşa edilen okullar ve açılan bölümlerden ziyade o bölümlere alınan öğretim elemanının ve istihdam edilecek öğretmenin alımındaki hakkaniyet....
Yapılan köprü ve tünellerden ziyade, geçiş ücretleri ve cezalar…
Devletin ne kadar çok yerli silah yaptığı değil vatandaşın derdini ne kadar adil çözdüğü…
Kaç teröristin etkisiz hale getirildiğinden ziyade kaç mazlumun ve mağdurun mücadelede zarar gördüğü daha etkili seçmen tavrında. Bugün ıskalanan o mesajın iktidara ve dolayısıyla küçük ortağına bedelinin ne kadar ağır olabildiğini gördük.
İkinci nokta ise toplumun lider algısı ve beklentisindeki değişim…
Dünya 2000li yıllarda yükselen bir maço liderler dönemi yaşadı. Toplumlarda güçlü ve dirayetli lider imajı daha çok alıcı buldu. George Bush’un 11 Eylül ertesinde çizdiği bu güçlü lider ekolü kısa zamanda tüm dünyada trend halini aldı. Bir anlamda Putinizm olarak adlandırılabilecek bu eğilim, bir nesli hayli etkiledi. Ülkemizde de bir spor yorumcusunun ağzından “kodu mu oturtan genelkurmay başkanı” olarak söze dökülmüş ve devamı gelmişti. ABD’de Trump ile zirvesini yaşayan bu eğilimin son zamanlarda hızlı bir küresel gözden düşüş yaşadığı kesin.
Güçlü liderliğin, sorun çözerken çoğu zaman telafisi mümkün olmayan yıkımlar ortaya çıkardığı görüldü. Irak savaşı, ABD’de bu sorgulamaları meşru kıldığı gibi aynı zamanda sonuna yaklaştığımız maço liderler döneminde Trump’ın İran’a olası müdahalesi noktasında da oldukça güçlü bir direnç oluşturuyor.
Yunanistan’da kravatsız Çipras ile başlayan, sel felaketinde oğluyla kum torbaları taşıyan Kanada Başbakanı Trudeau ile yükselen yeni dönemde ise uzlaşmacı, rakiple bile çalışabilen, genç, karizmatik, herkesle barışık, halktan lider portreleri daha sempatik ve trend. Bu konuda zirve ise hiç tartışmasız Müslüman katliamındaki liderlik becerisi ile BM genel kuruluna kucağında bebeği ile katılan Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’in. 2020 ABD başkanlık seçiminde Trump’ın karşısında Joe Biden, Bernie Sanders, Elizabeth Warren gibi bilinen ve yaşlı politikacıların yanında bu yeni trendi temsilen Kamala Harris, Julian Castro, ve 37 yaşındaki Pete Buttigieg gibi isimler de var.
Türkiye’de siyasi atmosfer hızla değişiyor. Artık yerleşik siyasilerin ve oyun kurucuların yerine daha genç figürler parlıyor. Ekrem İmamoğlu, Selahattin Demirtaş ile şimdilerde siyasete yeniden ısınan Ali Babacan ve Saadet partisinden Ali Aktaş gibi isimleri bir de bu açıdan değerlendirmek gerekiyor…