Ustalık dönemi, AK Parti açısından beklenenden daha zor
geçiyor.
Gülen cemaatiyle yaşanan gizli restleşmenin artık daha gözle
görülür hale dönüşmesi, Suriye politikasının kafalarda soru
işaretleri yaratması, komşularla sıfır sorun siyasetinin kazaya
uğraması, uzun süren davaların tartışmalara neden olması, artan
şehit sayısı, Kürt sorununda açlık grevleriyle yeni bir noktaya
gelinmesi, vaat edilen yeni anayasanın yapım sürecinin aksayarak
gitmesi, 29 Ekim 2012 Cumhuriyet Bayramı’nda yaşananlar gibi daha
listeye ekleyebileceğimiz pek çok konu ustalık dönemine damgasını
vurmuş durumda.
Ama ustalık dönemine asıl damgasını vuran bu olaylar
değil!
Çünkü AK Parti, geçtiğimiz iktidar dönemlerinde bu sorunlardan
çok daha büyük ve karmaşık olanlarını atlatmasını bildi.
Burada daha önemli bir problem var ki o da;
mevcut durum ve olgulara karşı AK Parti’nin göstermiş
olduğu tepki ve reflekslerin değişmiş olmasıdır.
Yani AK Parti için en büyük sorun “AK Parti’nin
kendisidir” şu anda.
AK parti iktidarları, önceki dönemlerde en hassas konularda bile
birçok sorunu dinginlikle, sağduyulu adımlarla aşmayı
başarmıştı. Ustalık döneminde ise kutuplaşarak, daha önce
“alttan aldığı” her konuda gövde gösterisi yapar
hale geldi.
Şimdiye kadar sabırla, uzlaşıyla anlaşmaya çalıştığı belirli
çevrelere karşı açık açık kafa tutan ve “güç bizde
artık” diyen bir görüntü vermeye başladı.
Belki de gücün doğasında olan bir duygudur bu. Sahip olduğunuz
güç, bir süre sonra sizi yönlendirmeye ve ele geçirmeye başlar.
Mesela, Tayyip Erdoğan’ın egemen dili “kızarak ve
bağırarak konuşmak oldu”.
Oysa on yıllık iktidarın verdiği dinginlik ve tecrübe ile
“en sakin, en sağduyulu, en uzlaşmacı” olduğu
süreci yaşayan bir başbakan olması gerekmiyor muydu?
Çünkü ustalığın özünde bu vardır. Bir acemi ya da çırak çabuk
kızar sinirlenir, dengesiz tepkiler verir. Oysa usta, sükûnetle
sorunlara yaklaşır.
Aslında genel çerçeveden bakınca; “hizmet
üretimi” konusunda AK Parti’nin iktidara geldiği günden şu
ana kadar, negatif yönde değişen bir şey yok. Çünkü AK Parti,
“yoğun hizmet üretimi ve dinamizm” üzerine
temellenmiş bir partidir. Bu hizmeti de, toplum tabanına yaymak
ister. Böylece hizmet üretimini işlevsel hale getirerek
“çevreyi merkeze taşımayı” hedefler.
Örneğin, şu an bir önceki dönemden yarım kalan projeler hızla
tamamlanıyor ve hatta üstüne yenileri ekleniyor.
Ama üretilen projelere rağmen, zaman zaman kullanılan kibirli ya
da sert dil, hem yaşanan sorunları daha büyütür hale geliyor hem de
yapılan hizmetlerin görünürlüğünü azaltıyor. Çünkü çoğu zaman,
sorunun kendisinden çok AK Parti’nin soruna verdiği
tepkileri tartışır hale geliyoruz.
Bundan dolayı 2013 yerel seçimlerine giderken, önümüzdeki
aylarda Ak partinin çözmesi gereken sorunlar kadar kullandığı
“çözüm dili ve yolunun” da iyileştirilmesi
gerekecek.
Yoksa zamanla kendi tabanından da tepkiler almaya
başlayacaktır.
Ama dildeki değişimin emarelerini önümüzdeki aylarda
görebileceğimiz hala şüpheli.
Çünkü bu sefer başbakan Erdoğan, uzlaşma ile değil de
kutuplaşarak, rakiplerini iyice karşısına alarak siyasetten netice
almayı planlıyor. Bu durum ister istemez hem Kürt sorunu, hem de
yeni anayasa sürecini oldukça etkileyecektir.
Bundan dolayı bu siyasetin neticesini görmek ve bundan
sonrasının tahminlerini yapmak açısından en kritik eşik, 2013 yerel
seçimleri olacaktır.
TRT İstanbul Radyo binası müze
olsun!
Çok önemli ses sanatçılarının ve TRT çalışanlarının, evlerimize
konuk olmalarını sağlayan bir yerdi TRT İstanbul Radyosu.
Sanat ve kültür dünyasını yeniden şekillendiren, ona can veren
insanların içinden geçtiği TRT İstanbul Radyo binası satılmasın.
Müze olarak kullanılsın.
Çünkü o atıl bir bina değil artık, bir dönemin kültür taşıyıcısı
ve bir dönemin simgesi.