1930'dan sonraki en büyük devrim
Abone olTürk kadın atletlerin Olimpiyatlarda yakaladığı başarıyı BBC Türkçe için değerlendiren Cumhuriyet gazetesi spor müdürü Arif Kızılyalın kadınların bir devrim yaptığı kanısında.
2012 Londra Yaz Olimpiyat Oyunları'nın ilk günleri Türkiye için hiç de iç açıcı değildi.
Madalya beklentisi içindeki isimlerin teker teker elenişi, halter ve yüzmede yaşanan düş kırıklığı, yelken, atıcılık, derken voleybolcuların ilk turda elenişi ve kadın basketbolcuların Rusya'ya son topta boyun eğişi, Türkiye'nin güreşçi Rıza Kayalp ile aldığı bronz ve Servet Tazegül ile tekvandoda kazandığı altın madalyaya kadar büyük bir düş kırıklığı yaratacaktı.
Taa ki Londra Olmpiyat Stadı'nın 1500 metre bayanlar finaline
kadar.
Türkiye bu branşta 3 isimle mücadele etti.
Aslı, Gamze ve Tuğba.
Elemelerde Tuğba Karakaya eleniyor, Aslı Çakır Alptekin ile Gamze Bulut hiç de kötü sayılmayacak derecelerle final yapıyordu.
Atletizm otoriteleri iki Türk kızını görmezden gelecekti.
Öyle ya, Etiyopyalı, Rus, Amerikalı ve Bahrenyli Jamal varken Türk kızları kürsüyü zorlayamazdı bile.
Her ne kadar son Avrupa şampiyonasında bu ikili madalyaları paylaştı ise de!
Ne var ki Londra'da kazın bacağı öyle olmayacaktı.
Türk coğrafyasının yetiştirdiği 19 yaşındaki Gamze Bulut, 1500 metre gibi hem güç, hem patlama, hem de taktik gerektiren yarışın liderliğini alacak, son 300 metreye kadar da yarışı manuel vitesli yarış arabası gibi yönlendirecekti.
Ve ardından müthiş bir final.
Kendisi gibi atlet olan ancak spora veda edip antrenörlüğe geçen İhsan Alptekin ile hayatını birleştirdikten sonra performansını katlayan Aslı Çakır Alptekin inanılmaz bir depar atıp önce Etiyopyalı, sonra Bahrenyli rakibini ekatre edecek, Gamze'ye de kafasıyla selam verip lirderliği alacaktı.
Sonrası yürek dayanmayan bir 100 metre.
Aslı altına uzanıyor, son 15 metredeki inanılmaz 'patlaması' ile de Gamze ikinciliği yakalıyordu, TRT ekranlarına yansıyan, "Koş abla, arkandayım..." diye bağırırken.
İşte o an tüm Türkiye'de hayat durdu.
Normalde futbol, bilemediniz basketbolla coşan Türk insanı, gecenin bir yarısı ayağa dikildi.
Kimi ağladı, kimi sevinçten soğaka fırladı.
Özellikle de minicik, minicik kızlar, o gece 'Ben Aslı'yım, ben Gamze'yim' diye yatağına girdi.
Süreyya Ayhanların açtığı kapıdan Aslılar, Gamzeler yürümüş, Türkiye tarihinde ilk kez bir yarışta hem birincilik, hem ikincilik madalyasını almıştı.
Ve öyle ya da böyle bu Türk kadınının 1930'daki 'seçme ve seçilme' hakkını elde edişinden bu yana en büyük başkaldırısı idi.
Onurlu bir direniş göstermişti Türk kızları.
Artık, kız çocukları Aslı ve Gamze ablaları sayesinde spordan kaçmayacak, beden eğitimi derslerine en önde çıkacaklardı.
Hatta, kazanılan ödüller, "atlet olmak isteyen" kızlarına 'evde otur' demeye hazırlanan anne ve babalara da bir 'tokat' oldu.
Peki diğer branşlarda tel tel dökülen Türkiye atletizmde nasıl 'rüştünü' ispat etti?
İşte bu işin sırrı da eski bir atlet olan Balkan şampiyonu maratoncu Mehmet Terzi'nin sporcularla kurduğu 'baba-kız', 'abi-kardeş' ilişkisinde.
Ve elbette, olimpik vize alan sporcuların sürekli olrak gidip yurt dışı yarışlara katılmaları da Türkiye'nin madalya hasretini bitirmesine neden oldu.
Demek ki Türkiye 75 milyonluk koca kara parçasından 'devşirme' sporcular olmadan da olimpiyat şampiyonları, ikincileri çıkarabiliyormuş.