15 Mart 2011 Basın Özeti
Abone olİngiltere gazetelerinde tsunami faciası: Japon hükümeti gerçekleri gizliyor muı?, Nükleer rönesans duracak mı?. 'Batı'nın Suudi Arabistan çelişkisi' ve Almanya'da entegrasyon tartışması.
Guardian, Japonya'daki Fukuşima nükleer santralında radyasyon
sızıntısını önlemek için zamana karşı yarışıldığını aktarıyor.
Gazeteye göre, santralın çevresinden tahliye edilen kişilere tiroid kanseri riskine karşı potasyum iyodür tabletleri dağıtılırken Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Yukiya Amano, patlamalarda reaktör kazanlarının zarar görmediğini belirterek Çernobil'dekine benzer bir felaketin yaşanmasına ihtimal vermediklerini söyledi.
'Japon hükümeti gerçekleri gizliyor mu?'
Ancak Guardian, bazı bağımsız nükleer uzmanların Japon yetkililerin açıklamasına şüpheyle yaklaştıklarını belirtiyor. Yeşilbarış Örgütü tarafından kazayla ilgili rapor hazırlamakla görevlendirilen John Large adlı bir uzman, radyasyon ölçümlerine ulaşamadıklarını belirterek, "Japon hükümetinin eylemleri, açıklamalarıyla çelişiyor. 180 bin kişiyi tahliye ettiler ama hiç radyasyon yok diyorlar. Radyasyon sızıntısı olabilir. Ama bunu şimdilik bilemiyoruz. Çernobil'de de öyle olmuştu. Önce ilk başta biraz problem var demişlerdi sonra facianın gerçek boyutları ortaya çıktı" diyor.
Guardian, Wikileaks'in sızdırdığı belgelere dayanarak, Japon hükümetinin geçmişte nükleer kazaları gizlemekle suçlandığını aktarıyor.
Times gazetesi de, santraldaki patlamaların söylendiğinden daha
ciddi olabileceği endişesini manşetine taşımış. Haberde şöyle
deniyor:
"Japon yetkililer, bunun yedi dereceli uluslararası ölçeğe göre dördüncü derecede bir kaza olduğunda ısrar ediyor. Ama Fransa Nükleer Enerji Kurumu Başkanı bu kazanın Çernobil'dekinin bir derece altında olduğunu söylüyor. Çernobil'in derecesi yediydi."
Gazete başyazısında risklerine rağmen nükleer enerjinin en güvenli enerji kaynaklarından biri olduğunu savunuyor.
'Nükleer enerjiye ihtiyacımız var'
Daily Telegraph ise başyazısında "Nükleer enerjiye ihtiyacımız var" diyor:
"Japonya'da bir facia yaşansa bile, hükümet yeni nükleer reaktörler inşa edilmesi planlarından geri adım atmamalı. İngiltere orta vadede, enerji sıkıntısıyla karşılaşacak. Orta Doğu'dan petrol ve gaz akışının aniden kesilmesi bizi zor durumda bırakabilir. Libya'daki olaylar ve Bahreyn'de yeniden alevlenen gerginlik, bölgeye güvenmememiz gerektiğini gösteriyor."
Independent yazarı Michael McCarthy ise, Japonya'daki kazanın dünyadaki nükleer rönesansı durduracağı öngörüsünde bulunuyor. Yazar, kamuoyunun nükleer santrallara bakışının değişeceğini savunuyor.
Financial Times, deprem ve tsunaminin 160 milyar dolarlık hasara yol açtığının tahmin edildiğini belirterek, "Bu dünya tarihindeki en ağır doğal afet bilançosu" diyor.
'Batı'nın Suudi Arabistan çelişkisi'
Times, Suudi Arabistan'ın, isyanı bastırmak üzere Bahreyn'e asker gönderdiğini hatırlatarak Arap baharının başlamasından bu yana Batı'nın Suudi Arabistan çelişkisi içinde olduğunu belirtiyor:
"Özgürlük aşkımızı petrol ihtiyacımızın önüne koyabilir miyiz? Suudi Arabistan'ın kraliyet ailesini desteklemek üzere komşusuna tank ve zırhlı birlikler göndermesinden sonra bu soru daha kaçınılmaz, Dışişleri Bakanlığı'nın tembel Arabizm politikası da daha bir kabul edilemez hale geldi. Batı'nın petrol ve terörle savaşta Suudi Arabistan'a ihtiyacı var ama Suudilere nerede oldukları hatırlatılmalı.
"Suudi Arabistan, engel olmak yerine İslami aşırılığı besliyor. Siyasal faaliyetleri yasakladığı için öfkeyi camiye hapsediyor. 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren 19 teröristten 15'i Suudi Arabistan vatandaşıydı. Devletin Vahabilik ideolojisi bizzat dini aşırılıktır. Hem kendi evinde hem de komşularında baskı politikası peşinde olan Suudi Arabistan bunun bir diplomatik bedeli olacağını anlamalı."
Financial Times da başyazısında, "Bu gelişme demokratik yenilenme umutlarını canlandıran ve bölge halkına itibarını iade eden Arap baharında bir dönüm noktasıdır" diyor:
"Suudilerin müdahalesi tehlikeyi artırıyor, radikalleşmeyi getiriyor. Oysa Bahreynliler ve diğer Körfez ülkeleri vatandaşlarının çoğu sadece reform istiyor. Ve bu müdahale, Arap yarımadasında hemen hiçbir bir ağırlığı olmayan İran ve Hizbullah gibi maşalarına davetiye çıkarıyor."
'Bizi konuşuyorlar ama bizle konuşmuyorlar'
Guardian yazarı Gary Younge, Almanya'daki entegrasyon tartışmalarını değerlendirdiği yazısında, Berlin izlenimlerine yer veriyor. Younge, eski Alman Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyesi Thilo Sarrazin'in Türklerin ve Arapların genetik özellikleri yüzünden geri kaldığı iddiasının yer aldığı "Almanya Kendini Yok Ediyor" adlı kitabıyla ilgili olarak şunları söylüyor:
"Belki bu iddialar bazılarını şaşırttı ama kamuoyunun tepkisi herkesi şaşırttı. Şu anda 14'üncü baskısı yapılan kitap, Almanya'da İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en çok satan kitap. Ekim ayında Focus dergisinde yayımlanan ankete katılanların yüzde 31'i göçmenler yüzünden Almanya'nın zeka ortalamasının düştüğünü, yüzde 62'si de Sarrazin'e hak verdiğini söyledi.
"Henrick Böll Vakfı'ndan Mekonnen Meshgena, 'Sarrazin yeni bir şey söylemedi, hiçbir tabuyu yıkmadı ve tartışmaya hiçbir katkıda bulunmadı. Ama asıl şok edici olan şey, 'Üslubu yanlıştı ama söylediklerinden haklılık payı var' diyen aydınların sayısıydı' diyor. Suriyeli bir Kürt olan Zelika Baba ise 'Entegrasyon bir al ver işidir. Bizden kendi kültürümüzden vazgeçmemizi istiyorlar. Burada ne kadar yaşadığınız önemli değil. Her zaman yabancısınız. Bizim hakkımızda konuşuyorlar ama bizle konuşmuyorlar' diye yakınıyor.
Almanya'daki ırk, din ve ulusal kimlik tartışmasının son 20 yıldır Avrupa'nın geri kalanında süren tartışmadan farklı olmadığına dikkat çeken yazar şöyle devam ediyor:
"Ekonomik ve sosyal gerçeklikler de büyük ölçüde benzerlik gösteriyor. 2009'da yayımlanan bir rapora göre, Türkler Almanya'da en az entegre olabilmiş toplum. Türkler arasındaki işsizlik yüzde 11. Ulusal ortalama yüzde 6,5. Ve sadece yüzde 14'ü ortaöğretim final sınavlarını geçebiliyor."