15. İstanbul Bienali'nde "Post-Apocalyptic" sergisi de yer alacak
Abone ol15. İstanbul Bienali komşu etkinliklerinde yer alan sergi 1 Ekim’e kadar bağımsız mekan Mebusan25’de sergilenecek.
15. İstanbul Bienali komşu etkinliklerinde yer alan
sergi 1 Ekim’e kadar bağımsız mekan Mebusan25’de
sergilenecek.
Metin Çelik’in yeni sergisi “Post-Apocalyptic” her türlü yıkımı odağına alıyor. Rekabet, iktidar hırsı, doğanın yok etme ve yeniden inşa arzusu, çokça tanık olduğumuz ihlallerin ve yıkımın bir yenisini daha getiriyor.
Fernand Leger 1. Dünya savaşının ertesinde “Savaşın geldiğini gören olmadı. Saklanmış; kılık değiştirmiş, çömelmiş; toprağın rengine bürünmüş savaş. Kör göz hiçbir şey görmedi.” Sözü ile içinde olduğumuz tanıklık mefhumuna işaret ediyordu. Ve bugün görmezden gelinen, bir topluluk tarafından olağan karşılanan bir şiddet sarmalı içinde bir yıkımın tanıklığı içindeyiz. Öyleyse bir yıkımda sanat nerededir? Kuşkusuz sanat bir istisna haline direniş olarak varlığını sürdürmeye çalışacaktır. Fakat egemen olanın hegemonya alanlarının tümünde varlık gösterme arzusundan da nasibini alacaktır. Bunlar idealize edilmiş bir sanatsal direnç noktası olarak tanımlanabilir. Sanat görmezden gelinen şiddetin, yıkımın tanığı olduğunda egemenin şiddetine maruz kalması kaçınılmaz olacaktır.
ALANLAR GİDEREK KISITLANIYOR
Sergi, bu yıkım/inşa mekaniği içerisinde alanlarımızın giderek
daralmasına odaklanıyor. Yerleşik ve bağımsız olmayan sanat
kurumları ve sanatın politika karşısında oksijeninin tükendiğine
işaret eden bütün pratikler, Post-Apocalyptic (kıyamet sonrası) bir
sürecin resmini veriyor bize. Sanatçı, sergi mekanını yeniden inşa
ederek bir yıkımı en sert haliyle gösteriyor. Yıkılmış duvarlar,
moloz yığınlarıyla dolu bir harabelik içerisinde izleyicinin
gezinirken içine girdiği duygu hali, onu gerçek yaşamın en uç
halleriyle buluşturuyor. Tedirginlik ve endişe duygularıyla koyu
renk perdeden bir kapıyla karşı karşıya gelip içeriye adım
attığındaysa her şey bir anda değişiyor ve kırmızı bir halı
üzerinde, füme rengi duvarlarla çevrili bir odada, iki resmin
önünde buluyor kendini... Oda bir müze alanı görünümüyle izleyiciyi
güvende hissettirirken, eserlerde yer alan geyiklerin rekabeti ve
kavgası, az önce dışardan geldiği harabeliğin nedeni olduğunu
düşündürüyor. Ve iki mekanın zıtlığı rasyonel açıdan bizi bir
kapının eşiğine getiriyor;
Birbiriyle kıyasıya bir mücadele içinde olan bu geyiklerin savaşında, bizler Fernand Leger ’in söylediği gibi ‘toprağın rengine bürünmüş savaş’ı görebilecek miyiz? Yoksa ‘kör göz hiçbir şey görmedi’ mi henüz?