13 Ekim 2011 Basın Özeti
Abone olWall Street Journal'da 'tiraj şişirme skandalı', ABD'nin İran'ı suçladığı suikast planıyla ilgili şüpheler, Robert Fisk'ten Gilat Şalit anlaşması yorumu: Hani demokratik ülkeler 'teröristler'le anlaşma yapmıyordu?
Guardian bugün manşetini Amerikan Wall Street Journal
gazetesiyle ilgili bir skandal haberine ayırmış.
Habere göre, Rupert Murdoch medya imparatorluğunun en önemli markalarından biri olan gazetenin bazı yöneticileri, Avrupa baskısının tirajını olduğundan fazla gösterebilmek için bazı Avrupalı şirketlerle anlaştı.
Gazete 2008'de Geleceğin Liderleri Enstitüsü adlı bir program
başlattı.
Enstitü, geleceğin liderleri olmaya aday üniversite öğrencilerine
yönelik seminerler düzenliyor, seminerlere sponsor olan şirketlerin
isimleri de gazetede basılıyordu.
Şirketler de bu reklamın karşılığını, düşük fiyattan toplu halde Wall Street Journal alarak ödüyor, sonra da bu gazeteler öğrencilere bedava dağıtılıyordu.
Böylece şirketler prestijli bir gazetede reklamlarını yapıyor,
gazete de tirajını şişiriyordu.
'Skandal istifa getirdi'
Guardian'a göre, gazetenin iç yazışmaları olan bitenin arkasında
dün istifa eden Wall Street Journal'ın kardeş kuruluşu Dow Jones
and Co'nun Avrupa İdari Müdürü Andrew Langhoff var.
Rupert Murdoch'ın sağ kolu olarak bilinen Les Hinton'ın bir şirket
çalışanı tarafından geçen yıl bu durumdan haberdar edildiği, ancak
Hinton'ın hiçbir şey yapmamayı seçtiği kaydediliyor. Hinton'a
haberi veren şirket çalışanının da işten çıkartıldığı
belirtiliyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nde İran'la bağlantılı olduğu söylenen
iki kişi hakkında, Suudi Arabistan'ın Washington'daki büyükelçisine
suikast planladıkları iddiasıyla dava açılması İngiltere basınında
geniş yer bulan konulardan.
'Zanlılar beceriksiz'
Financial Times bu konuya başyazılarından biri
ayırıyor. Gazete yazıda, Washington ve müttefiklerini itidalli
davranmaya davet ederken, suikast planının arkasında bizzat Tahran
yönetiminin bulunduğu iddialarına biraz şüpheyle yaklaşıyor. Dikkat
çeken satırlar şöyle;
'Planların İran rejiminin desteğini aldığı iddiası tam anlamıyla
net olmaktan çok uzak. Aslında bundan şüphe duymak için nedenler
var. Birincisi zanlılar şaşırtıcı derecede beceriksiz. Plan,
zanlıların los Zetas uyuşturucu kartelindeki bağlantısının aslında
Amrikan yönetiminin muhbiri olmasıyla ortaya çıktı. İkincisi
Amerikan topraklarında yabancı bir diplomatı öldürmek Tahran ve
Washington arasındaki gerilimi müthiş derecede yükseltecek bir adım
olurdu. İran yönetiminin, özellikle de ihtiyatlı dini lider
Ayetullah Hamaney'in neden böyle riskli bir kumar oynayacağı açık
değil. "
Holder-Powell benzetmesi
Independent yazarlarından Patrick Cockburn de
bugün bu konuyu ele almış. Cockburn de Amerikan Adalet bakanı Eric
Holder'ın açıklamalarına hayli şüpheyle yaklaşıyor;
"İran'ın, çek sahteciliğinden hüküm giymiş bir ikinci el araba
satıcısını, Meksikalı gangsterler kiralayıp Suudi Arabistan'ın
Washington Büyükelçisini öldürmekle görevlendirdiği iddiası,
İran'ın gelişmiş istihbarat servisiyle ilgili bildiğimiz her şeye
aykırı. Adalet Bakanı Holder'ın bu garip planı, büyük bir kendine
güvenle çıkıp açıklaması, Eski Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın
Birleşmiş Milletler'de Saddam Hüseyin'in kitle imha silahı
geliştirdiğine dair su götürmez kanıtlara sahip olduklarını
söylemesine benziyordu. Sorun, Amerikan yönetiminin kendisini
olayların bu versiyonuna bağlamış olması. Her ne kadar çok muhtemel
olmasa da, bütün bunlar doğruysa İran'a karşı bir savaş nedeni
olabilir. Amerika için bu iddialardan geri adım atmak çok zor
olacak."
Kimlerin çıkarı var?
Independent yazarı, makalesine bu şekilde başladıktan sonra
böyle bir komplodan kimlerin çıkar sağlayabileceğini de şöyle
sıralıyor;
'Neo-con sağ ve aşırı İsrail destekçileri arasındaki uzun
süredir İran'la savaşa girilmesi için bastıranlar. Orta Doğu'da da
Suudi Arabistan ve Bahreyn, gürültülü bir şekilde Şiilerin
demokrasi yanlısı gösterilerini İran'ın organize ettiğini
anlatıyor, ama dünyanın geri kalanında pek kimseyi
inandıramıyorlardı. Şimdi iddiaları, Washington'da daha çok ciddiye
alınacak. Bahreyn gibi ülkeler üzerinde de Şii nüfuslarının
isteklerini dikkate alma baskısı azalacak."
İsrail'in, beş yıl önce kaçırılan askeri Gilad Şalit karşılığında
bin Filistinli mahkumu serbest bırakmayı kabul etmesi de İngiltere
basınında geniş bir şekilde işleniyor.
'Hani teröristlerle anlaşmıyorduk?'
Independent'ın tecrübeli Orta Doğu Muhabiri
Robert Fisk de bu konuda yazmış. Fisk takas anlaşmasını,
'Demokratik hükümetler, teröristlerle anlaşma yapmaz' düsturu
üzerinden, alaycı bir dille yorumluyor. Dikkat çeken satırlar
şöyle;
'Bir zamanlar, demokratik hükümetlerin 'teröristlerle' anlaşma
yapmadığı bir dünyada yaşardık. Bu saçmalığı en çok dile getiren
ülke de İsraildi. Aslında, tanrı saklasın, Fransa bir Fransız
rehine karşılığında bin mahkûm bıraksa, Obama, Clinton ve Cameron
Fransa'nın korkaklığına duydukları öfkeyi yüksek sesle dile
getirirdi. Ama İsrail'in dün sözde 'terörist' düşmanlarıyla yaptığı
son 'anlaşma'yla ilgili Washington ve Londra'dan en ufak bir ses
çıkmadı. Son 30 yılda İsrail 19 İsrail ve ölen dört askerinin
cesetleri karşılığında 7 bin mahkûm bıraktı. Enteresan bir değişim
oranı. Gilad Şalit anlaşmasıyla birlikte her İsrailli'nin yaşamı,
1,300 Filistinli'nin yaşamına denk geliyor. Bu İsrail'in, 13
İsrailli karşılığında Gazze'de 2008-2009 işgalinde öldürdüğü
Filistinlilerin sayısıyla neredeyse aynı. Bu her durumda, kirli ve
öfke yaratan bir iş. 'Teröristlerle' iş yapmak yani. İkiyüzlülük
demeyi aklınızdan geçirmeyin. Obama'dan da bir kelime etmesini
beklemeyin. Sonuçta o da, yeniden seçilmek isteyen zavallı bir
adam'