1200 dolara demokrasi olur mu?
Abone olAk Parti İstanbul milletvekili Reha Çamuroğlu, 1980 öncesiyle ilgili ilgniç açıklamalarda bulundu,
12 Eylül öncesi yaşanan kavganın temelinde fakirlik yattığını
savunan Çamuroğlu, "1200 dolara demokrasi kuramazsınız.
Bugün 9 bin dolarlarda bunları konuşmak kolay. Geçmişte 70 cente
muhtaç bir Hazine ile milli gururdan söz etmek biraz komik
olurdu" dedi.
O dönemde yaşanan olaylardan herkesin sorumlu olduğunu belirten Çamuroğlu sözlerini şöyle sürdürdü: "1980 öncesinde hepimiz birbirimize zulmettik. Kimse suçu sadece generallere atmasın"
AK Parti'nin Alevi milletvekili Reha Çamuroğlu, Kürt ve Alevi
sorununun çözümü için uzlaşmaya işaret etti ve AK Parti'nin olası
yüzde 60 oyun bile tek başına bu sorunları çözmeye yetmeyeceğini
söyledi.
2007 seçimlerinde AK Parti'ye katılan Çamuroğlu, hükümetin
başlattığı Alevi açılımının önemli aktörlerinden birisi. Çamuroğlu,
Vatan gazetesinden Deniz Güçer'e konuştu.
Bu kadar zaman sonra Alevi açılımının geldiği son nokta
nedir?
Aslında bu konuların perakende ele alınmasından yana değilim.
Alevi, Kürt açılımının bu bakışla ele alınarak, her birinden kendi
dar sınırları içinde ilerleme beklenmesini doğru buluyorum. 2007
yılında yüzde 47 gibi bir oyla, büyük ümitlerle parlamentoya
geldik. 367 tartışmalarının ortasına geldik. Üç cumhurbaşkanının
seçildiği sistem birden bire yasa dışı ilan edildi.
Arkasından bir kapatma davası açıldı. Yani icraat yapılmaması için
her şey yapıldı. Bu noktada bana göre yeni dönem için bir şeyler
söylemek gerekir.
Yeni dönemde bu açılımın nasıl ilerleyeceğini
düşünüyorsunuz?
Muhalefet uzun zamandır, ‘İktidar ne yaparsa kötüdür’
anlayışındaydı. Ülkede öyle bir kutuplaşma meydana geldi ki, bu
farklı görüşler birbirini düşman olarak algılamaya başladı. Bu çok
tehlikeli. Bunun gerçek durumu yansıtan bir şey olduğu kanaatinde
de değilim. Başörtülü ile başörtüsüz, dindarlar ile dindar olmayan
abartılan gerilimleri yaşamıyor. Kürdün Türkle, Alevinin Sunniyle
ilişkisinde sıkıntı olmadığını gözlüyorum. Bizim her şeyden önce
bir sükunete ihtiyacımız var. Ne iktidar olarak bizim çoğunluğumuzu
abartma lüksümüz var, ne muhalefetin çoğunluğumuzu küçümseme lüksü
var. Sayın Başbakan’ın söylediği çok önemliydi: Biz yüzde 42’yi
anlamaya çalışıyoruz onlar da yüzde 58’i anlamaya çalışsınlar.
CHP’nin son dönemde yüzde 58’i anlama yönünde bir çabası var. Bunu
olumlu görüyorum.
Tüm partiler bu meselelerde ortak ses olmalı mı
diyorsunuz?
CHP, MHP ve BDP, Kürt ve Alevi açılımında tribünlere oynayan
muhalefetlerini sürdürdükleri, yükselttikleri sürece, bunun
gerçekleşmesi mümkün olmaz. Ne Kürt açılımı, ne Alevi açılımı, AK
Parti’nin -isterse yüzde 60’la parlamentoya gelsin- tek başına
sonuçlandıracağı süreçler değildir. Mesela Sayın Beşir Atalay Kürt
sorunu için, ‘BDP doğal muhataptır’ diyor. Bu bir realitedir.
BDP “tribünlere oynamayı” bırakacak mı?
Alevi meselesinde de geçerli ki kimsenin tribünlere oynamaması
gerekiyor. Biz değil CHP-MHP iktidar olsa, sorunları demokrasi
içinde değil, başka şekilde mi çözeceklerdi? Elbette demokrasi
içinde çözmek isteyeceklerdir. Peki demokrasi içinde çözmeleri, biz
tribünlere oynarsak mümkün olur mu? Kültürel ve etnik bir meselede
birileri aşırı milliyetçilik kartını ileri sürerken halletmek kolay
mıdır? Bakın Türkiye’nin Yugoslavya’dan farklı bir deneyim ve
geleneği vardır.
TÜRKLERDEN MİLOŞEVİÇ ÇIKMAZ
En büyük korku “Yugoslavya oluruz” zaten..
Türkiye, büyük bir imparatorluğun mirasçısı ve Türkler, Sırplardan
çok farklı bir deneyime sahipler. Türklerden Miloşeviç çıkmaz,
çıkmayacaktır da. Bu büyük şansımızdır. Çünkü biz, millet
kavramını, ırk veya etnisite kavramı üzerine inşa etmedik.
Türkiye’de 40 bin, 50 bin kişinin öldüğü, 30 seneden sonra bile
Miloşeviç çıkmadı. Gurur duyacağımız bir tablodur bu. Yani özetle
“Alevi açılımı ne durumda, cemevleri, Kürtçe eğitim ne olacak”tan
önce başka bir şey sormamız gerekiyor: Türkiye’de nasıl bir
demokrasi, nasıl bir demokratik gelecek istiyoruz?
‘Toptancı yaklaşım’la bunu mu kast
ediyorsunuz?
Evet. Ve bu soruya verdiğimiz cevabın altına başlıkları yeniden
yerleştirmemiz gerekiyor. 2007 seçimlerinden sonraki dönemde bunu
başaramadık. 12 Eylül anayasasında yapılan kısmi değişikliğin bile
ne kadar zor ve yıpratıcı olduğunu gördük. Bütün bir anayasa
değişikliğinde çok çok geniş bir konsensüs olması gerektiğini
partimiz ve herkes gördü. Sıfırdan bir anayasa yapılacaksa,
uzlaşmaya, farklı kesimlerin rızasını almaya dayanmalı. Ancak böyle
bir tabloda Alevilerin, Kürtlerin, Sunnilerin problemlerinin
çözüleceğini görüyoruz.
Uzlaşma olmazsa geriye gerilim kalıyor
galiba?
Laikçilerin sert muhalefeti altında başörtüsü meselesi çözülemiyor
Türkiye’de. Türkçülerin sert muhalefeti altında Kürt meselesi,
Sünnilerin sert muhalefeti altında da Alevi meselesi çözülmez.
Dolasıyla bütün kesimlerin rızasını alacak bir süreci başlatmamız
gerekiyor. Bizim derken sadece siyasi liderleri değil kanaat, inanç
liderlerinin bir araya gelip bir çalışma yapması gerektiğini
söylüyorum.
BAŞBAKAN’IN ŞERİAT DEVLETİ KURMA NİYETİ YOK!
İktidara yönelik endişeler var...
Şunu söylüyorsanız, bizim, “Bunlar şeriat devleti kuracaklar”
korkularını ciddiye almamız gerekiyor. Vatandaşlarımızda böyle bir
korku varsa bunu gidermemiz gerekiyor. Benim şeriat devleti kurma
niyetimin olmadığını siz gayet iyi biliyorsunuz. Ben Sayın
Başbakan’ın böyle bir niyeti olmadığını çok iyi biliyorum. Ama bizi
tanıyan CHP’lilerin, MHP ve BDP’lilerin de tabanlarına bizi
anlatmaları gerekiyor. Onlar bizi kendi tabanlarına düşman olarak,
biz tabanımıza onları düşman olarak anlatırsak, demokratikleşme
sürecini ileri götüremeyiz. Kilitlenir kalır. Birbirimizin de çok
canını yakarız.
1980 öncesi birbirimize zulmettik, kimse suçu paşalara
atmasın!
Yeni anayasa diyoruz ama eskisiyle ilgili tartışmayı 30 senede hâlâ
bitiremedik?
Burada altını çizmek istiyorum. Referandumda propaganda 12
Eylül’den hesap sormak üzerine kuruldu. Bu hesap sormanın 90
yaşındaki bir adamı yargılamakla ilgisi olduğunu zannetmiyorum. Onu
hem siyasi hem ahlaki olarak toplum mahkum etti zaten. Ama bir daha
kimsenin darbeye kalkışmasını önlemek bir kazançtır. Yine de iki de
bir geçmişle hesaplaşmaya çalışmanın bizim geleceğe yönelik
yürüyüşümüzü aksatacağı kanaatindeyim. 1979’da bin küsur dolar
civarında milli geliri olan çok fakir bir ülkeydik. Blue
jean’lileri durdurup kaçak olup olmadığı bakılıyordu. Çok fakirdik
ve birbirimize zulmettik. Bugün kimse “Efendim Ordu zulmetti,
ülkücüler, solcular zulmetti”nin arkasına saklanmasın.
Herkes “sorumlu” muydu sizce?
Hepimiz ortaktık o işte. Biz birbirimize zulmettik. Bugün belli
yaşta olan insanların hepsi vardı. Benim kuşağımın hepsi o süreçte
aktifti. Kimse suçu başkasının üzerine atmaya çalışmasın,
generallerin üzerine atmaya da çalışmasın. Generaller kadar biz de
ortaktık. Süleyman Bey’in, rahmetli Ecevit’in hiç mi hatası yoktu?
Bizler genç olabiliriz ama 18’in üzerindeki insanlar reşittir.
Bizlerin hiç mi hatası yok? Biz o sürece ortaktık. Kalkıp geçmişle
hesaplaşma gibi bir mantığın kendimizi geçmişte masum ilan etmek
gibi bir lükse dayandığını görüyorum ki, böyle bir lüksümüz
yok.
Fakirlik mi etkendi diyorsunuz?
Çok önemli olduğunu düşünüyorum. 1200 dolara demokrasi
kuramazsınız. Bugün 9 bin dolarlarda bunları konuşmak kolay.
Geçmişte 70 cente muhtaç bir Hazine ile milli gururdan söz etmek
biraz komik olurdu. Bugün Türkiye dünyada milyarlarca dolar yardım
ve yatırım yapan bir ülke. Bugün bile çağdaş batı standartlarının
altında rakamlardan bahsediyoruz. Dolasıyla da altında bir
demokrasiden söz ediyoruz. Diyorum ki 2011’den sonra kimse
tribünlere oynamasın. Yeni bir döneme bakma ihtiyacımız var.
Sıfırdan anayasa yapma konusunda bütün partilerin anlaştığını
görüyoruz. Demek ki ön yargısız bu işe girişebiliriz. Böyle
baktığımızda bütün açılımlar bunun içinde yeniden
anlamlanacaktır.
AÇILIMLARDA ACELE EDİLMEMESİ GEREKTİĞİNİ GÖRDÜK
Yani dönem ve anayasayla ‘açılımlar’ anlamını bulur
mu?
Toptan ve çok yoğun bir diyalog başlatmamız gerekiyor. Son bir
yılda galiba şunu gördük: Açılımlar konusunda acele edilirse,
toplumsal olarak tehlikeli süreçlere girilebilir. Birbirimizi ikna
etmeliyiz. Siyasilerin birbirini ikna etmesini kast etmiyorum.
Kürtlerin Türkleri, Sünnilerin Alevileri, Alevilerin Sünnileri ikna
etmesi gerekiyor. Aksi taktirde kendimizi çok çatışmalı bir
toplumun içinde bulabiliriz. Bu görüldüğü için şu anda siyasiler
arasında adeta bir adı konulmamış tavır ortaklığı var gibi geliyor
bana. Ama bu dönemde Türkiye’nin her sorununu tartışabileceğimizi
ortaya koyduk.
Ama tüm tarafların da hırpalandığını bir süreç
yaşandı...
Hırpalandık, doğrudur ama her konuyu adını koyarak
konuşabileceğimiz ortaya çıktı. Alevilerin, Kürtlerin, toplumun tüm
kesimlerinin üç aşağı beş yukarı talepleri ortaya çıktı. Yeni bir
anayasayı nasıl bir zeminin üzerine kuracağımızı artık biliyoruz.
Hazırlık aşamasını önemli ölçüde ikmal ettik kanaatindeyim. Sıra
anayasanın içinde bunları anlamlandırmaya geldi.
ZORUNLU DİN DERSİ ALEVİLERİN SORUNU DEĞİL
Yeni anayasa’da “Alevi başlığında şunlar olmalı”
dedikleriniz var mı? Zorunlu din dersleri anayasadan çıkarılmalı
mı?
Alevilere problem teşkil eden meselelerin, Alevilerin
meselelerinin, anayasal bir mesele olduğu kanaatinde değilim.
Zorunlu din ve ahlak eğitimi meselesine gelince... Maneviyat
eğitiminin çocuklara verilmesi önemli ve pratikte zorunludur. Ama
bunun anayasal zorunluluk olmaması gerekir.
Yönetmelikle çözeceğimizi anayasal hale getirmeyelim
diyorsunuz?
Zorunlu din dersi Alevilerin sorunu değildir. Çünkü Alevi olmaktan
kaynaklanan bir sorun değil. Ateist de, gayri müslüm de bu sorunu
hisseder. Cemevlerinin hukuki statüsü Alevilere özgü bir sorundur.
Bunun da anayasa ile ilgili bir tarafı yok. Yasayla
düzenlenebilecek bir madde. Bir de hukuki olarak bir mekanın
ibadethane olarak tanımlanması teolojik olarak ibadethane olarak
tanımlanması anlamına gelmez. Devlet, cemevlerini hukuki olarak
ibadethane olarak tanırsa, Sünnilere ‘Siz de burayı ibadethane
olarak kabul etmek zorundasınız’ demiş olmaz.
Bu konuda yanlış anlama epeyce fazla
galiba?
Geçenlerde Sayın Prof. Hayrettin Karaman “Cemevleri ibadethane
kabul edilemez” dedi. Doğrudur, Sayın Karaman’ın bakış açısından
cemevleri ibadethane olarak kabul edilemez. Çünkü Sünni ilahiyat
açısından cemevleri ibadethane olarak tanınmaz. Bizim de sayın
Karaman’a ve Sünni ilahiyatçılara, “Bunların ibadethane olduğunu
kabul et” gibi bir baskıda bulunma niyetimiz yok ve olamaz zaten.
Ama hukuken düzenlenebilir. Alevilerin belli demokratik haklarının
tanınması, Sünnilerin haklarını kaybetmeleri anlamına gelmez.
Madımak’ta sona gelindi
Madımak formülü herkesi mutlu etti mi?
Alevi açılımını Devlet Bakanı Sayın Faruk Çelik yürütüyor. Kendisi
Madımak’ın bu ay biteceğini söyledi, önemlidir. İstimlak meselesi,
söylenen rakamlar üzücü tartışmalar olmuştur. Madımak otelinin
marka değerinden söz edilebilecek kadar insanlarımızın pusulasının
şaşması çok üzücü olmuştur. Çözülebilir aşamaya gelmiş olması
olumludur. Müze talebi varsa değerlendirilmelidir. Şahsi
tavırlarımız ayrıdır, toplumsal talepler karşısında politikacılar
olarak tavırlarımız ayrıdır.
Müze yapılmasına karşı olduğunuzu
açıklamıştınız?
Ben en başta açıkladım, ama bu benim şahsi tavrım. Toplumsal olarak
müze yapılması isteniyor ve bunda ısrar ediliyorsa ayrıca
değerlendirilmelidir. Ben burada şahsi tavrımı, bir politikacı
olarak tutumuma vazifemle karıştırmam.
DEVLET DAHA FAYDALI İŞLER YAPABİLİR
Bir de “Devlet özür dilesin” meselesi var?
Efendim devlet şundan dolayı özür dilemeli... Devlet özür
dilemekten daha faydalı işler yapabilir. Devleti tarih tartışmaları
içinde boğmak değil de geleceğe yönelik tartışmalara sürüklemek
gerekir. Geçmişimize yönelik analizler, tartışmalar yapmayalım
demiyorum. Ama biz geçmişimize ilişkin yargılama yapmaya
başlıyoruz. Bu da bazen tuhaf yerlere savruluyor. Mesela
cumhuriyeti despotizm olarak adlandırabiliyoruz ama Osmanlı’ya
övgüler diziyoruz. Osmanlı’da çok demokratik düzen vardı gibi.
Demokrasiyi övüp dikkatörlüğü eleştiriyoruz ama sultanlığa pek
dokunmuyoruz. Geçmiş tartışmalarını bir yana bırakıp geleceği
tartışsak çok daha faydalı olur bence.