11 şehidi Hamas'ı korumak için mi verdik?
Abone olGenelkurmay'ın terör sadırıları artacak açıklamasından saatler sonra 9 askerin şehit olması çok sayıda soruya neden oldu.
Hakkari’de 9 askerin şehit olduğu terör saldırısı köşe
yazarlarının da gündemindeydi. Köşe yazarları teröre lanet
ettikleri yazılarında hükümete de önemli sorular yöneltti.
En ağır yazı Milliyet gazetesinden Mehmet Tezkan’dan geldi. Tezkan,
“Bu bir saldırı değil savaş ilanı derken, Yılmaz Özdil
sözün bittiğ inoktada, "Cenaze nedeniyle kapalıyız"
yazdı.
Yazarların neredeyse tamamı Genelkurmay'ın "Terör artacak"
açıklamasından saatler sonra gelen hain saldırıyla ilgili ağır
sorular yöneltilirken ABD ile olan istihbarat paylaşmını
sorguladı.
Ama en sert yorum ve ters bakış Fatih Altaylı'dan geldi. "Hamas
için PKK ile mi savaşıyoruz yani!" diye soran Altaylı şöyle
yazdı:
Başbakan’ın dediği şu: “Hamas ve Gazze için İsrail’i
sıkıştırıyoruz. Onlar da bize bunu yapıyor.”
De ki öyle.
Peki bu kimin suçu?
Kendi güvenliğini, kendi vatanının evlatlarını Hamas’ı korumak için
ateşe atmış olmuyor mu bu ülkeyi yönetenler?
İşte köşe yazarlarının bugünkü yazılarından bölümler:
Kak Mesut!.. Mam Celal!..
MEHMET TEZKAN
Gece yarısı.. 250-300 PKK militanı sınırı geçti, ağır silahlarla
saldırdı..
Militanların geldiği yer; ‘Mam Celal’ ile ‘Kak Mesut’un
ülkesi..
18 gün oldu..
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Kak (ağabey) Mesut diye hitap ettiği
Kuzey Irak Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani Ankara’daydı..
PKK ile mücadele sözü verdi..
PKK militanları dün gece onun kontrolündeki bölgeden ellerini
kollarını sallayarak geçti.. Çıtı çıkmadı, haber vermedi..
Oysa 6 yıl aradan sonra geldiği Ankara’da ne büyük kıyak
çekmiştik.. Misal, basın toplantısında Irak bayrağı koymadık..
Ayrı devlet muamelesi çekmesek bile ayrıcalık yaptık..
Irak Devlet Başkanı olan Mam (amca) Celal’e ne demeli?
Yine 18 gün önce..
Pardon 19 gün önce, Irak merkezi yönetimi Kak Mesut Ankara’ya
gelmeden bir gün önce, Bağdat’taki Türk Büyükelçisi’ne protesto
mesajı vermişti:
“Irak topraklarına yönelik operasyon, ülkemizin egemenliğinin
çiğnenmesi anlamına geliyor, kabul edilemez.”
TSK’ya kızıyorlar, protesto ediyorlardı..
Ortada daha operasyon falan yok.. Geçenlerde (16 Haziran) dört
kilometrelik sıcak takip oldu.. İki yıl aradan sonra (en son Şubat
2008’de) askerlerimiz ilk kez Irak topraklarına ayak bastı..
Yani Irak’ın topraklarımıza yönelik operasyon kabul edilemez
dediğinden 15 gün sonra..
Karışık işler değil mi?
Ankara’da destek sözü veren Kak Mesut, PKK saldırılarının
artacağını bilmiyor muydu? Kandil’deki hareketlenmeyi, ara
kamplardaki hazırlıkları..
Durup dururken TSK’nın sınır ötesi operasyonlarını protesto etmenin
manası nedir?
İnsanın aklına geliyor, sormadan da edemiyor..
Bugünlerin hazırlığı mı?
PKK taşeronsa savaş nedeni
Başbakan, Genelkurmay Başkanı’na çektiği başsağlığı telgrafında
şöyle demiş:
“Hangi güçler adına taşeronluk yaptığı aziz milletimiz tarafından
yakından bilinen terör örgütü yok edilinceye kadar...”
Aziz milletimiz belki biliyordur ama ben bilmiyorum..
PKK’nın hangi güçlerin taşeronu olduğundan haberim yok.. Üç beş
kişilik gruplar halinde sağa sola taciz atışları yapsa, iki bomba
patlatsa, mayın döşese ‘taşeronluk’ vurgusu daha anlamlı
gelirdi..
Kontrolsüz, birbirinden habersiz gruplar birileri (!) adına da
eylem yapıyordur derdim..
Ama bu öyle değil..
250-300 kişilik grup saldırdı.. Bunlar taşeronsa, terör
taşeronluğunu veren güç bir hayli güçlü olmalı..
Bir devlet olmalı.. Veya o devletin istihbarat örgütü..
Kim?
İsrail mi?
Amerika mı?
Irak mı, İran mı, Suriye mi?
300 kişilik terörist grubu Türkiye’ye saldırtan güç kim?
Hemen açıklanmalı.. Çünkü bu resmen savaş nedeni!..
PKK hangi ülkeden ihale almışsa, hangi ülkenin taşeronu olarak
silah sıkıyorsa, o ülkeyle hesaplaşalım..
Kabahat açılımda değil
SİZ eğer “Açılım yapıyoruz” diye...
- Beceriksizlik yaparsanız.
- Her şeyi elinize yüzünüze bulaştırırsanız...
- Lüzumsuz özgüven patlamaları yaşarsanız...
- Palas pandıras işe girişirseniz...
- Bir adım ileri, iki adım geri atarsanız...
- Küçük oyunlar oynamaya kalkarsanız.
- Oy hesabına yatarsanız.
- Yanlış başlangıçlara imza atarsanız...
- Sadece dış konjonktüre güvenirseniz.
Olacağı bu olur...
“Açılım” bıçak gibidir.
Akıllıca kullanırsan, ekmek kesmiş olursun.
Ahmakça kullanırsan, kan akar.
Galiba bir durum var
Cenaze nedeniyle kapalıyız
YILMAZ ÖZDİL
600 bin çocuğun ana babası okulların kapısında bekleşiyordu dün,
“Acaba benimki hangi üniversiteye girecek” diye...
600 bin çocuğun ana babası televizyon başında bekleşiyordu dün,
“Acaba benimki mi şehit oldu” diye...
Güya Babalar Günü bugün...
Ekran bana bakıyor...
Ben ekrana...
Sözün bittiği yerdeyiz sanırım.
En iyisi as levhayı git...
Cenaze dolayısıyla kapalıyız.
CÜNEYT ÜLSEVER, CAN DÜRDAR VE AKİF BEKİ'NİN YAZILARI DİĞER
SAYFADA
Açılım diye diye...
CÜNEYT ÜLSEVER
“Açılım” diye diye bugünlere geldik! Her sabah şehit haberleri ile
uyanmak nerede ise günlük yaşamın parçası oldu. Her gün ocağına
ateş düşen aile sayısı artıyor. Binlerce ana-baba, ağabey-abla,
kardeş-bacı, teyze-hala, dayı-amca, asker evlatlarından gelebilecek
“acı haber” ile elleri yüreklerinde yaşıyorlar, onların da her gün
hayatından bir parça eksiliyor.
Başbakan “Artık analar ağlamasın!” diyerek yola çıktı. “Kürt
açılımı”nı eleştirenlere “Hain!” dedi, onları “Yoksa siz anaların
daha çok ağlamasını mı istiyorsunuz!” diyerek suçladı.
Sonuç: Analar beter ağlıyor!
Bir türlü açılamayan “açılım” beter bir “kapanma” ve dolayısı ile
“sadece silah üzerinden konuşma” ortamı yaratmıştır ama bir soruyu
da sormadan edemiyorum.
Askerimize saldıran teröristler özellikle Habur Bölgesi’nden içeri
girmekteler ve topyekûn “dışarıdan” gelmekteler.
Topraklarımıza giren teröristler karakollarımıza saldırmadan evvel
istihbarat edilemiyorlar mı? Edilemiyorlarsa neden? Ediliyorlarsa
neden önceden “bertaraf” etmek üzere askerlerimiz onlara
saldıramıyor? Teknik bir sorun mu var?
Yoksa benim aklıma geldiği gibi bölgedeki komutanlarımız artık
“inisiyatif” almaktan imtina mı ediyorlar? Eğer, teröristlere
önceden saldırırlarsa, bugün yargılanan bazı askerlerin durumuna
düşmekten mi ürküyorlar?
Bölgedeki komutanlar “yargısız infaz yapan JİTEM”ci muamelesi
görmekten mi çekiniyorlar?
TSK artık “gayrinizami harp” yapamıyor mu?
Önce babalar
CAN DÜNDAR
Babalar, çocuklarının doğumuyla büyür.
Ve babalarının ölümüyle büyür çocuklar...
Dün sabah da Hakkâri’den gelen çatışma haberleriyle uyanınca, daha
bir yakından hissettim, evladını toprağa verecek, onun yokluğuyla
ömür sürecek babaların acısını...
Oysa kural belli:
Evlat, babayı toprağa verir.
Tersi, ebedi bir işkencedir.
Bugün önem sıralamasını yeniden gözden geçirme günü biraz da...
Hayatı, öncelikleri sorgulamaya bahane...
Hepinizin babalar günü kutlu olsun.
Terörün kör enaniyeti
AKİF BEKİ
Terör örgütünün amacı, ‘muhatabınız benim’ mesajı
vermek.
Asker, bir gün önce ‘saldırılar artacak’ demişti.
Bu uyarı, aynı gece doğrulandı.
Cumartesi sabahına, kan revan içinde uyandık.
‘Madem bekleniyordu, neden yeterli tedbir alınamadı; istihbarat
zaafiyeti mi var?’ denilebilir.
İrdelenmesi gereken pek çok soru daha geliyor akla.
Elbette, bunları da konuşup tartışmalıyız.
Fakat, meselenin özü şu;
Her seferinde, örgütün firavunlaşan nefsi dikiliyor karşımıza.
Kandil’den başını çıkarıp, ‘Bensiz çözüme geçit vermem’ diyor.
Yolunu kesip duruyor, demokratik siyasetin.
Çözümün önünü kim açacak, bu durumda?
Yargı deseniz, başka bir uçtan tutmuş köprübaşını.
Muhalefete baksanız, tek derdi hükümeti köşeye sıkıştırmak.
E, zaten terör örgütü de aynı yere vurmuyor mu?
Devlet Bahçeli, “Açılım zırvasından vazgeçildiği ilan edilmeli,
İmralı’nın dış dünyayla teması kesilmeli, Kandil’e harekat
yapılmalı ve acilen erken seçime gidilmeli” diyor.
Kılıçdaroğlu da benzer noktalardan yükleniyor.
Kandil yolunu işaret ediyor, hepsi.
Örgütün istediği de bu değil mi?
Terörün enaniyeti, her yeri kaplıyor yeniden.
Dağdakiler, ego patlaması yaşamasın da ne yapsın şimdi?
Terörle aynı dilden konuşmaya başlarsanız, Kandil’i muhatap almış
olursunuz.
Demokratik siyaset, kan ve şiddetin diliyle konuşmamalı, bir
kere.
Bıraksınlar da, asker yapsın onu.
TSK bile, “Eylemlerin amacı toplumu kışkırtmak” diyor.
Siz niye tahrike kapılıyorsunuz, neden provokasyona
geliyorsunuz?
En büyük görev, BDP’ye düşüyor.
Çünkü örgüt, sadece devlet otoritesine empoze etmiyor
‘ego’sunu.
Ondan da önce, sivil Kürt siyasetine dayatıyor kendini.
Demokratik siyasete boyun eğdiremezse, çözümün merkezine kendi
‘ben’ini koyabilir mi?
BDP, kendi akıbetinden başka bir şey düşünmeyen ‘ben-merkezci’ bu
örgütten ayrışmalı artık.
Yoksa, gözü dönmüş bu enaniyet, yayılıp onu da yutacak.
BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız’ın dünkü ilk açıklaması, sadre
şifa değildi.
O cenahta siyaset yapanlar, örgütün gölgesinden kurtulmalı.
Siyaset, kendi hayat hakkı için sesini yükseltmek zorunda.
DERYA SAZAK, ORAL ÇALIŞLAR, FEHMİ KORU, CAN ATAKLI'NIN
YAZILARI DİĞER SAYFADA
11 şehit
DERYA SAZAK
Destek bulsaydı eğer, “demokratik açılım”ın başarısı, sorunu
“askeri alan”ın dışına çıkartması olacaktı. 2009 yazının
“eylemsizlikle” geçmesi, PKK’nın silah bırakması ve kalıcı sivil
çözümler için siyasetçilerin önüne tarihi bir fırsat sunulması
anlamına geliyordu. Bu ortamın ne denli değerli olduğunu şimdi
şehit haberleri geldikçe anlıyoruz. Üzülüyoruz.
40 bin insanımızı kaybettiğimiz Güneydoğu’daki sorunu bitirmede
“denenmemiş” tek yol, PKK’ya silah bıraktırmaktı! Sınırların
değişmeyeceği ancak, Anayasal yurttaşlık temelinde Kürt kimliğinin
tanınacağı, ana dilde eğitime olanak tanınacağı, Parlamento’da,
belediyelerde DTP/BDP gibi partiler üzerinden temsil meşruiyetinin
sağlanacağı adımlarla Kürt sorunu demokratik bir çözüme
kavuşturulabilirdi. Öcalan’ı dışında tutacak bir af çıkarılarak,
PKK silahlı bir örgüt olmaktan çıkarılabilirdi.
“Demokratik açılım’ın içi ancak böyle dolardı!
Hükümet tam olarak neyi planladı bilmiyoruz ama cesaretinin
kırılmasında MGK etkisi, Baykal’ın CHP’sinin süreci kesintiye
uğratma çabası, PKK’daki “tasfiye” kaygısı ve nihayet Kürt
siyasetinin İmralı ve Kandil’i muhatap göstermesinin, Habur
girişlerine tepki olarak başlatılan KCK operasyonlarının sembolik
de olsa silah bırakanların cezaevine atılmasının gelinen aşamada
etkisi büyük.
Din ile dil, askerle siyasiler arasına sıkışan bu “paradigma”
seçime giden Türkiye’de değişmez.
Yazık oluyor gençlere, Kürt sorununun çözümü onların yaşamları
üzerine yıkıldı.
Babalar Günü’nde oğullarını kaybedenlerin, Türkiye’nin başı
sağolsun.
'İktidar ülkeyi yönetemez hale geldi' mi?
ORAL ÇALIŞLAR
CHP Genel Başkan Yardımcısı Hakkı Süha Okay, Şemdinli karakol
baskınında sekiz askerin yaşamını yitirmesi üzerine yaptığı
açıklamada: “İktidar ülkeyi yönetemez hale geldi” dedi.
Ancak Okay’ın, bu iddiaya dayanak olarak ‘Kürt sorunu’nu
kullanması, işe farklı bir boyut katıyor. Çünkü bu sorun ‘kanlı’
bir sorun. Çözümsüzlüğün umutsuzluğunun yayıldığı koşullarda topun
ağzına bu ülkenin çocukları konuluyor. ‘Şöyle savaşırız’, ‘böyle
hallederiz’ diyenlerin sayısı bir anda artıyor, öfkeli demeçler
birbirini kovalıyor.
Böyle konuşanlara öncelikle şunu söyleme hakkına sahibiz: “Sen
kimin çocuğunun ölümü üzerinden konuşuyorsun?”
Hükümete sorular sormaya devam ediyoruz. ‘Bu konu neden savaş
dışında yöntemlerle çözümlenmiyor?’ ‘Bugüne kadar, bunu yalnızca
bir terör sorunu olarak görmenin bir çıkar yol olmadığını
bildiğiniz halde, çözüm noktasında neden ilerleyemiyorsunuz?’ gibi
soruları yıllardan beri sorup bir sonuç alamadığımız bir gerçek.
Ama soru sorma enerjisini yitirmemekte yarar var.
Tabii, muhalefet partilerine çeşitli sorular sorma hakkına da
sahibiz... ‘Sizin bugüne kadar uygulanan yöntemler dışında nasıl
bir çözüm öneriniz var?’, ‘Açılım bir işe yaramadı diyorsunuz. O
zaman siz neyi teklif ediyorsunuz?’ Milliyetçiliği kışkırtmaktan,
siyasi çözüme karşı çıkmaktan, Kürt kimliği taleplerini en katı
şekilde reddetmekten başka nasıl bir yol yöntem biliyorsunuz?’ gibi
sorulara, muhalefet partilerinin tatmin edici bir yanıt
veremeyeceklerini bilsek de, sorgulamakta ısrar etmeliyiz.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli çözüm olarak ‘Olaganüstü Hal
Yasası’nı(OHAL) önerdi. 25 yıldır denenen metotları, başarısızlığı
kanıtlanmış siyasetleri kaldığı yerden sürdürmeye yönelik olan bu
tür söylemlerin bir siyasi aktöre ‘kariyer’ yaptırma ihtimallerini
çok yüksek görmediğimi belirteyim.
PKK’yı tetikleyen en önemli dinamiğin son dönemde Türkiye
Kürtlerinde yükselen umutsuzluk olduğu söylenebilir. PKK
saldırıları, Türkiye’de statükonun yeniden hareketlendiği, yargının
hükümete karşı atağa kalktığı ve can alıcı bir kavgaya giriştiği
döneme denk geldi. Bunun tesadüf olmadığını söyleyebiliriz. BDP
yöneticilerin açıklamalarından şu sonucu çıkartmak mümkün: AKP
hükümetinin ‘köşeye sıkıştırılması’ ve ‘havlu atmaya’ zorlanması,
Kürt kimliği üzerinden siyaset yapanların da artık ana hedefi.
‘PKK, muhalefet bloğunun kullandığı kozlardan birisi mi? PKK, esas
olarak iç muhalefetin bir gücü olarak mı harekete geçti?’ gibi
soruları sormaktan çekinmemek gerekiyor.
Bunun yanısıra, yaşanan süreci şu çerçeveden değerlendirmek de
mümkün: Türkiye’nin dışarıda geliştirdiği yeni siyasetler, dış
politikada yeni imkanlar yaratırken, aynı zamanda bir çok alanda
dış siyaset dengelerini zorluyor ve yeni gerginliklere yol açıyor.
PKK’nın bu gerginlikleri de bir olanak olarak değerlendirme
ihtimali olabilir.
Bütün bunları, komplo teorisi üretmek için değil, tabloyu biraz
daha net görmeyi denemek adına anlamaya çalışıyorum.
Terörün alçak yüzü
CAN ATAKLI
Dün terörün alçak yüzünü bir kere daha yaşadık. Ve maalesef 11
yiğit evladımızı yine kalbimize gömdük. Bugün sizler için keyifli
bir Babalar Günü olur düşüncesiyle Yıldırım Tuna’dan fıkralar
hazırlamıştım. Ama yüreğimiz kan ağlarken gülümsemenin bile haram
olduğunu biliyorum. Babalar Günü’nü bize zehir edenlere lanetler
yağdırıyorum. Keşke başta sevgili babamın ve diğer tüm babaların bu
güzel gününü mutlulukla kutlayabilseydim.
Sağduyu kaybolursa yandık
FEHMİ KORU
Eylemler arttıkça karşı-eylemler de tırmanacaktır.
1990'lı yılların bütününde biz bu süreci yaşamıştık; terör örgütü
Türkiye'ye o günleri bir kez daha yaşatmaya kararlı görünüyor.
Tek bir farkla: 1990'lı yıllarda örgütün neden terörü yöntem
seçtiği konusunda yapılan itirazlara verebileceği cevapları vardı;
bugün "Abdullah Öcalan İmralı'da" dışında söyleyebileceği tek bir
gerekçesi yok.
Henüz pek fark eden olmasa da, bu durum, PKK'yı şahıs-kültü
örgütüne dönüştürüyor. Temsil iddiası olmayan, arkasında halk
desteği bulunmayan bir örgüt olarak PKK, kendi başlattığı yeni
şiddet ortamında boğulur.
Oysa PKK ateşi bu defa öncekinden daha fazla yakıyor. Son
zamanlarda özellikle tahkim edildiği bildirilen karakollara yapılan
baskınlarda daha etkili sonuç alabiliyor terör örgütü. Bunu hiçbir
yerden istihbarat ve lojistik destek almadan nasıl beceriyor?
Acaba devletin diğer istihbarat birimleri de Genelkurmay adına
yapılan ve muhtemelen askeri istihbaratın değerlendirmesine dayanan
"Bu eylemlerin ardında dış destek olmadığı" yolundaki tespiti
paylaşıyorlar mı?
Bu sorumun sebebi, devletin sivil yöneticilerinin bir süreden beri
arttığı görülen PKK eylemlerinin zamanlamasına ısrarla dikkat
çekmeleridir. Tokat/Reşadiye'deki eylemle başlayan bu dikkat çekme,
Mavi Marmara'da İsrail komandolarının kan döktüğü gün
İskenderun'daki deniz üssüne yapılan saldırıyla devam etti.
Başbakan Tayyip Erdoğan son konuşmalarında da aynı noktanın
üzerinde duruyor.
Devletin sivil ve asker unsurlarının terörle ilgili bir ortak dile
ulaşmalarında yarar var.
O kritik soruyu sormak bile içimden gelmiyor; gelmiyor, çünkü
bundan sonra ne olacağı o kadar belli ki... Şiddetin dilinin hâkim
olduğu ortamlarda ilk zayiat sağduyu oluyor. Korkarım ki, bu kez de
öyle olacak...
N'olur, sağduyudan fazla uzaklaşmayalım.
HASAN CEMAL, MURAT YETKİN VE FATİH ALTAYLI'NIN YAZILARI
DİĞER SAYFADA
Dağdan ölüm haberleri yine, ne yazayım ki?..
HASAN CEMAL
Bugün yine Olağanüstü Hal isteniyor, devlet büyükleri yine devlet
herkesten güçlüdür diye bağırıyor.
Değişen nedir?..
Çeyrek yüzyıl böyle geçmedi mi? Kırk binin üzerinde insanımız
ölmedi mi? Türk analarının, Kürt analarının yürekleri acı ve
gözyaşıyla dağlanmadı mı, köyler yakılmadı mı, Kürtler kendi
memleketlerinde sürgün edilmediler mi, faili meçhuller yaşanmadı
mı?
Bu kadar acı ve gözyaşı...
Yetmedi mi?..
Ben bir insan olarak yıllardır dağdan ölüm haberleri gelmesin diye
uğraşıyorum. Siyasetin bunca acı deneyimden sonra yine şiddetin
tutsağı olmasına karşı çıkıyorum.
Dağdan iniş yolu açılsın diye, PKK silah bıraksın diye, öncelikle
parmaklar tetikten çekilsin diye yazıp çiziyorum.
Başka ne yapabilirim ki?..
Bu satırları yazarken televizyona gözüm takılıyor. Son dakika
olarak dağdan yeni ölüm haberleri... MHP lideri Bahçeli‘den
Güneydoğu’da olağanüstü hal için çağrı... Ve Başbakan Erdoğan‘ın
“Bölücü fitne mutlaka yenilecek” sözleri...
Yazık, yeni bir şey yok!
Yıllardır hep aynı filmi seyretmeye devam etmek, sözün aşındığı
hatta hükmünün kalmadığı dönemleri sık sık yaşamak gerçekten hüzün
verici.
Yoksa ben de, “Beklediğim yarınlar dünde kaldı, hiç gelmediler”
diye mi noktalayacağım?..
İyi pazarlar!
Cumhurbaşkanı Gül'e düşen
MURAT YETKİN
Benim bir gazeteci olarak yaptığımı, MİT’in, Genelkurmay’ın,
Emniyet’in, Jandarma ve
Dışişleri’nin bünyesindeki deneyimli istihbaratçılar, emniyetçiler,
diplomatlar da herhalde
yapıyorlardır diye düşündüğüm için ‘saldırının beklenmedik bir yönü
yoktu’ diyorum.
Çünkü;
1- PKK, 1 Haziran’daki İskenderun saldırısından itibaren 1984’te
Şemdinli ve Eruh saldırılarıyla başlattığı silahlı propaganda
mücadelesini, ‘aktif savunma’ aşamasına tırmandırdığını açıkladı.
Bu lisana alışık olmayanlar için tercüme yaparsak,
PKK artık Türk ordusu, ya da polisi operasyon yapsa da yapmasa da,
Başbakan Tayyip Erdoğan hükümeti demokratik açılımı sürdürse de
sürdürmese de, kendisiyle iki sahipli bir devlet için müzakereye
oturulmadıkça bahane bulmaya çalışmadan vuracağını ilan
etmiştir.
2- PKK’nın 1984’ten bu yana yürüttüğü kanlı saldırılarda en çok
hedef aldığı yer, Hakkâri ve özellikle de Şemdinli-Çukurca
bölgesidir. Saldırı istatistiklerinden ders çıkarılmalıydı.
Özellikle Karayılan’ın İran’dan aman dilemesi ardından bu bölgeyi
yine hedef seçebileceği tahmin edilebilirdi.
Tamam, açılım istendiği gibi olmadı. Başbakan önce -kamuoyundan da
sakınarak- işin olup biteceği yere, CHP ve MHP’ye gideceğine,
kendisine yakın yazarlara, gazetecilere, daha sonra sanatçılara,
sporculara gitti. Habur bir felaket oldu. Açıla açıla yalnız TRT
Şeş açıldı. Hepsi tamam, ama artık başka bir noktadayız.
PKK, Türk sistemine saldırısını yeni bir aşamaya tırmandırdığını
ilan etmişken, artık geçmişi geçmişte bırakıp, yalnız AK Parti’nin
değil, herkesin sahipleneceği yeni bir akıl oluşturmaya ihtiyaç
vardır.
Cumhurbaşkanı Gül, bu aklın oluşturulmasına öncülük etmelidir.
Hamas için PKK ile mi savaşıyoruz yani!
FATİH ALTAYLI
GENELKURMAY Başkanlığı, bilgilendirme toplantısına “şaka” gibi
açıklamayla girdi cuma günü:
“Terör daha da artacak.”
Orada olsaydım, “Bravo, iyi bildiniz” diye alkışlardım.
Burada aylar önce yazdım, “PKK bu yaz terörü tırmandıracak.
Yayınlarında açıklıyorlar, ‘Düşük yoğunlukludan orta yoğunluklu
savaşa geçeceğiz’ diyor” diye.
Ortada bir sürpriz yok yani. İşte sonuç.
Bir günde 11 şehit daha.
Son birkaç aydaki şehit sayımız 50’yi aştı.
Başbakan’ın sözleri de Genelkurmay’dan daha az “şaka” değil.
“Bir yılda 5000 şehit verdiğimiz günleri unutmadık” diyor.
Terörün başladığı 1983’ten bu yana bir yılda 5000 şehit verdiğimiz
olmadı.
Bırak onu, 100 şehit verdiğimiz yıl bile yok hatırladığım
kadarıyla. 5000 nereden çıktı anlamadım. Anlatır herhalde bir
ara.
Öcalan elimizde, terör yine tepede. Sanki 1990’ların ilk yarısına
geri dönüyoruz.
Anlamak mümkün değil.
Ve yine Başbakan diyor ki: “Arkasında kimin olduğunu biliyoruz. Ama
bedelini ödemeye hazırız.”
İsrail ve ABD’yi kastediyor.
Ama bu işler şaka değil, oyun değil.
Kastetmekle olmaz. Belge gerektirir, bilgi gerektirir.
Varsa zaten kastetmekle yetinmezsin.
Yoksa eğer, böyle bir şey söylemezsin.
Ben size bir şey söyleyeyim.
PKK’nın arkasında ne İsrail var, ne ABD.
Ama PKK sorunun farkında ve Türkiye ile sorunu olanlara mesaj
yolluyor, “Biz buradayız” diye.
Diyelim ki, Başbakan haklı ve bir şeyler biliyor. Durumu kurtarır
mı?
Başbakan’ın dediği şu: “Hamas ve Gazze için İsrail’i
sıkıştırıyoruz. Onlar da bize bunu yapıyor.”
De ki öyle.
Peki bu kimin suçu?
Kendi güvenliğini, kendi vatanının evlatlarını Hamas’ı korumak için
ateşe atmış olmuyor mu bu ülkeyi yönetenler?
O Hamas ki, onlara yardım götürdüğünü zanneden 9 Türk ölürken, “Biz
arabulucu olarak Mısır’ı istiyoruz” diyen, yardım gemileri için
Kıbrıs Rum Kesimi’ni aracı gösteren bir “parti”.
Başbakan haklıysa, Türkiye dış politikasının bedelini kendi
evlatlarını teröre şehit vererek ödüyor.
Yok eğer haksızsa, o zaman da içeriksiz çözüm arayışlarının
bedelini yine evlatlarını şehit vererek ödüyor.
Bu ülke elbette tüm varlığını bedel ödeyerek kazandı ve korudu.
Ama boşa bedel ödeyerek değil.