Ruşen Çakır ve Semih Sakallı yeni kitaplarında Erdoğan- Gülen savaşını anlattı. İşte 100 soruda Erdoğan- Gülen savaşı adlı kitaptan derlenen 10 önemli detay; 1-) Referandumdan sonra yargı vesayetinde ne gibi değişiklikler yaşandı? AKP Hükümeti önce e-muhtıra, sonra 367 krizi, ardından üniversitelerde türban serbestliği ve son olarak AKP’yi kapatma davasının akabinde ordunun yüksek yargıdaki egemenliğine son vermeye karar verdi. AKP, askerin ve yargının birlikte devam ettirdiği vesayeti kırmak için tam olarak güvenmese de kendisine yakın gördüğü Gülen cemaatiyle bir işbirliğine girdi. Bu noktada büyük ölçüde Cemaat’in kontrolünde olan özel yetkili mahkemelere güvendi. Nitekim Ergenekon, Balyoz ve benzeri soruşturmalarla askeri vesayet büyük ölçüde geriletildi; 12 Eylül referandumuyla onaylanan anayasa değişiklikleriyle de hem Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, hem de yüksek yargı organları yeniden yapılandırıldı. Bu değişikliklerle birlikte yargıdaki vesayetin askerden AKP ile Gülen cemaatine geçtiği düşünülse de, boşalan vesayetin çok büyük bir bölümünün Cemaat tarafından tek başına doldurulduğu zamanla, özellikle 17 Aralık süreciyle birlikte anlaşıldı. 2-) Bu sadece Türkiye içi bir iktidar kavgası mı, yoksa bunun dış boyutları var mı? Bu kavga en az içeride kimin muktedir olacağı kadar, dış politikada da hangi politikaların izleneceğine dair bir kavgaydı. Zaten Cemaat ile hükümet arasındaki mücadele alanlarına baktığımızda Mavi Marmara olayını, İran ile ilişkileri, İsrail’e bakışı, Mısır’ı, Suriye’yi, El Kaide’yi görüyoruz. Bölgesel ve küresel sorunlardaki farklı bakış açıları bu kavganın çevresel sebeplerinden biri olmaktan ziyade temel bir sebebiydi. 3-) Gülen’in kendi internet sitesinde yayınlanan “beddua”lı sohbet görüntüleri “ittifakı” nasıl etkiledi? Gülen’in bu sözleri, sadece 17 Aralık sürecinin değil, Cemaat’in tarihindeki en kritik açıklama olma ihtimali son derece yüksektir. Nitekim bu “beddua” AKP ile Cemaat arasında zaten kopma noktasına gelen ilişkilere son darbeyi vurdu ve geri dönüş ihtimallerini büyük ölçüde ortadan kaldırdı. 4-) 17 Aralık operasyonu Erdoğan ve hükümetine hangi açılardan zarar verdi? 17 Aralık operasyonunun ilk dakikalarıyla beraber yara almaya başlayan AKP Hükümeti, sonraki süreçte izlediği stratejiyle varolan yaralarını hem derinleştirdi hem de bunlara yenilerini ekledi. Yerel seçim öncesi dört bakanın istifasıyla sonuçlanan yolsuzluk suçlamaları, AKP’nin kuruluş yıllarındaki sloganı olan “3 Y ile mücadele” (yoksulluk, yolsuzluk, yasak) söylemine büyük darbe vurdu. Yolsuzluk iddialarının kamuoyu tarafından öğrenilmemesi için medyayı sıkı bir denetim altına almaya çalışan hükümet, bunların sosyal medyada dolaşıma girmesine engel olmak adına Twitter ve Youtube’u yasakladığı için dünya çapında“yasakçı” olarak bellendi. Bu yasaklar hükümetin ne derece çaresiz bir durumda olduğunu da gözler önüne serdi. 5-) AKP Hükümeti “paralel devlet”i tasfiye edebilir mi? AKP, Cemaat’e yönelik gerçekleştireceği operasyon için yasal zemin oluşturmaya yönelik çalışmalara yargıda ve emniyette yaptığı kadro ve yönetmelik değişiklikleriyle başladı. Sonuç olarak, Erdoğan ve kurmaylarının istedikleri ölçüde olmasa bile, kamuoyunda AKP’nin yaratmak istediği algı belli ölçülerde oluştu. Artık “paralel devlet’e yönelik gerçekleştirilecek operasyon için AKP’nin beklemesi gereken tek gelişme 30 Mart akşamı sandıktan çıkacak bir zaferdi. Bu zafer Erdoğan ve partisinin gözünde Cemaat’i etkisizleştirmek için halktan alınmış bir onay olacaktı. Ne var ki, 30 Mart’ta sandıktan çıkacak olan sonuç hükümetin istediği düzeyde olsa bile sözünü ettiğimiz operasyonun AKP açısından içerdiği risklerin önemli bir kısmı varlığını sürdürecekti. Çünkü AKP’nin böyle bir tasfiyeye gitmesi, Cemaat’in elindeki tüm belgeleri, kayıtları ve bilgileri ortaya çıkarmasına yol açabilirdi. Şayet Erdoğan ve kurmayları “paralel yapı”yı tasfiye etmek için somut bir adım atarsa bu ve benzeri durumlarla hem de daha somut delillere dayandırılmış bir halde karşı karşıya kalacaklardır. 6-) Kürt hareketi kavganın neresinde? Kürt hareketinin sürece bakışı gün geçtikçe hükümet aleyhine bozuluyor. Bunun nedenlerinden biri hükümetin çözüm süreci ile ilgili çekingen davranması, diğeri ise yavaşlamakla beraber süren soruşturmalara ve yayımlanan ses kayıtlarına Erdoğan ve partisinin tatminkâr cevap verememesidir. İster Kürt ister Türk olsun toplumda karşılığı son derece güçlü olan yolsuzluk iddialarına muhalefetteki bir siyasi partinin uzun süre sessiz kalması mümkün değildir. 7-) Bugüne kadar hem hükümet hem de Cemaat ile iyi ilişkiler içinde olan kişi ve kurumlar da bu savaşta taraf olmak zorunda kalacaklar mı? Savaşın durmak bilmemesi, tam tersine kızışarak tahripkâr bir şekilde devam etmesi nedeniyle iki tarafla birden iyi ilişkileri olan kişi ve/veya kurumların kaçınılmaz olarak bir tercih yapmak zorunda kalmakta olduklarını gözlüyoruz. Ancak yerel seçimlerde Cemaat’in beklentilerinin gerçekleşmemesi, yani AKP’nin yüzde 40’ın altına düşmeyip İstanbul ve Ankara’yı koruması nedeniyle, ibrenin Cemaat’ten çok iktidar partisine kaydığı görülüyor. Fakat yerel seçimler savaşın sadece bir aşamasıydı. Eğer Cemaat yaptığı hatalardan yeterli dersleri çıkartıp daha doğru stratejiler geliştirebilirse Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve onun ardından yapılması planlanan genel seçimlerde durumu kendi lehine çevirmeyi başarabilir. 8-) Tayyip Erdoğan’sız AKP mümkün mü? Erdoğansız AKP stratejisini benimseyenlerin uygulamaya çalıştığı planlara, partide Erdoğan’ın ardından gelen Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın takındıkları tavır, bizlere “Erdoğansız AKP”nin gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hedef olduğunu gösterdi. 9-) Gülen cemaati siyasi parti kurar mı? Gülen cemaatinin AKP ile girdiği kavgada önüne çıkan çok ciddi bir sorun var: AKP’ye karşı destekleyebilecekleri elle tutulur bir alternatif yok. Cemaat’in esas hedefi olan genel seçimlerde CHP ve MHP ile başarılı bir ittifak kurması pek mümkün görünmüyor. Bazı çevreler Cemaat ile Büyük Birlik Partisi ittifakından söz etseler de bu partinin Cemaat’in vizyonuna erişebilmesi, hatta yaklaşabilmesi imkânsız. Bu bağlamda Cemaat’e yakın olduğu iddia edilen ve biri HAS Parti’nin, diğeri Demokrat Parti’nin genel başkanlığını yapmış Numan Kurtulmuş ile Süleyman Soylu’nun, Erdoğan tarafından AKP’ye dahil edilmiş olmalarının ne kadar başarılı bir hamle olduğu son yaşananlardan sonra daha iyi anlaşılıyor. Mevcut koşullarda geriye alternatifi AKP içerisinden çıkarma seçeneği kalıyor. Ancak böyle bir parti kurulsa bile bu Cemaat’in doğrudan uzantısı olmayacak, olsa bile böyle bir imaj vermemek, bu durumu gizlemek için elinden geleni yapacaktır. 10-) Medya bu savaşta nasıl bir sınav verdi? Yasal ve yasal olmayan ses kayıtları, yayımlanan yazılar, ortaya atılan iddialar, söylenen gerçekler ve yalanlar sonucunda karşı karşıya kaldığımız tabloda en çok kaybedenin, itibarı yerlerde sürünenin medya olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.