10 günde seçim turu: İstanbul, Diyarbakır, Kayseri
Abone olTürkiye'nin farklı kesimlerinden seçim izlenimleri...
Seçimlerden iki hafta önce nabız yoklamak, tansiyon ölçmek,
izlenim aktarmak için Türkiye'nin farklı bölgelerine dağılan diğer
arkadaşlarla buluşmak üzere İstanbul'a indim.
Yolculuk bir yandan, İstanbul'un nemi, pasaport kontrolünde sadece
üç bankonun açık olması nedeniyle 45 dakika süren bekleyiş ve tek
başıma sırtladığım kamera, ışık, kamera ayağı ve kendi bavulum
yordu daha ilk günden.
İki yaşına yaklaşan kızımı sabahın alacakaranlığında uykusunda öpüp
kokladıktan sonra iki hafta boyunca göremeyecek olmak da
cabası...
Seçimi BBC'nin Türk gazetecileri gözünden BBC Dünya Servisi'nin
diğer dil bölümlerine ve İngilizce televizyon yayınlarına anlatmak
görev.
Fazla ayrıntıya girmeden, seçim meydanlarının zaman zaman ilkokul
müsameresine dönüşen atışmalarına karışmadan, politik vaadlere
kulak asmadan, sözünü sandıkta vereceği oyla söyleyecek seçmenin ne
dediğini anlatabilmek amacımız.
İlk durak İstanbul
Akşam yemeğinde Hüseyin (Alkan) ve Kürşat'la (Akyol)
hazırlayacağımız haberi tartışıyoruz.
Dert çok, İstanbul büyük, zaman az...
Hüseyin ve Kürşat İstanbul'u izlemeyi sürdürecek ama benim iki
günüm var.
Haberin ana konularını belirleyip çekimleri nerede yapacağımızı
konuşup bir plan yapıyoruz - planın defalarca değişeceğini bile
bile
Partilerin İstanbul'u fethetme yarışı sürüyor... Ekonomi başlıca
gündem.
Taksim'in girişinde, heykelin hemen karşısında AKP'nin "irtibat
bürosu" kurulmuş. (Neden tırnak içinde yazdığımı az sonra
anlatacağım)
Büronun giriş kapısı üstündeki büyük ekranda AKP ve Başbakan
Erdoğan'ın ekonomiyi nasıl düze çıkardığını grafiklerle anlatan,
Türkiye'nin dünya coğrafyasında nasıl bir yere geldiğini
haritalarla gösteren bir tanıtım filmi sürekli yayında.
Tam karşısında, çevik polis ekiplerinin olağan durak noktasının
üstündeki bir başka büyük ekranda ise türlü türlü reklam filmi
gösteriliyor. Aralarında Türk Hava Kuvvetleri'nin tanıtım filmi de
var.
Balyoz soruşturması kapsamında tutuklanan ve bu yıl Hava Kuvvetleri
Komutanı olması beklenen Orgeneral Bilgin Balanlı'dan bahis yok
elbette...
Parti bayrakları, flamalar, dört bir yandan yükselen parti
şarkıları arasında genel görüntüler çekiyoruz Hüseyin'le.
Kamera ve diğer malzemeleri yüklenip Tarlabaşı'na doğru ilerlerken
"Bir ara uğrayıp şu tanıtım filmini alalım AKP bürosundan" diyorum
Hüseyin'e. Yapılacak işler listesine not ediyoruz.
Beyoğlu'nu, İstiklal Caddesi'ni, Sıraselvileri, Nişantaşı'nı
ardımızda bırakıp giriyoruz Tarlabaşı'nın ara sokaklarına...
İstanul'un çehresi değişiveriyor... Öyle uzun bir mesafe değil
gittiğimiz yer. İstanbul'un kültür ve eğlence merkezinden beş
dakika mesafede, Hüseyin'in de televizyon haberinin anonsunda
söylediği gibi "farklı bir dünya, farklı bir İstanbul gerçeği"
var...
Ben Ankaralı'yım... Hüseyin İstanbul'u benden iyi biliyor... Burada
yaşamış, okumuş, çalışmış Londra'ya gelmeden önce.
Eski Çeşme sokağındaki şaşkınlığına şaşırıyorum. Hüseyin "Yok böyle
yoksulluk" diye mırıldanıyor.
Kamera hemen ilgi çekiyor. "Hangi kanal abi" diye etrafımızda
dolaşan çocuklar, başta bize yaklaşmayan büyüklerine
yetiştiriyorlar haberi...
"BBC'dir"...
"Niye geldiniz? Nedir konu?" sorularına yanıt veriyoruz... Seçim
lafını duyanlar "N'olcak sanki seçimde" diye omuz silkiyorlar.
Kamera kayıtta...
Bu sokakta yaşayanların çoğu Doğu kökenli... Osman Kaya 1976'da
geldiğini anlatıyor... "Geçim derdi... İş yok."
Gençler durmadan çay taşıyorlar...
Hüseyin, iki röportaj arasında, yarısını içtiği çayını
kaybediyor... Hemen yenisi geliyor...
Metin Diyarbakırlı... Misafir olarak İstanbul'da... Hafta sonunda
benim Diyarbakır'a gideceğimi duyunca, "Yaz benim cebimi, ararsın
birşeye gerek olursa" diyor... Yazıyorum...
Anlatılanlar, AKP'nin irtibat bürosunun pırıltılı ekonomi
tabelasına uymuyor.
Sonuç... "Oylar kendi partimize" diyor Osman ve Metin...
Tarlabaşında, Osman, Metin ve mısırcı Mehmet'in hikayelerini
Hüseyin anlattı, tekrarlamayacağım.
AKP "irtibat bürosu"
Taksim'e dönüyoruz... AKP irtibat bürosunun kapısındayız... BBC'den
geldiğimizi anlatıp basın için bir dosyaları olup olmadığını,
tanıtım filmini alıp alamayacağımızı, bizimle parti adına kimin
konuşacağını soruyoruz irtibat bürosunun yetkilisine.
Bir irtibat kopukluğu olduğu ortada...
Derdimizi anlatamamış olacağız ki, "Sayın Başbakan 2023 projelerini
dün anlattı. Oraya gitseydiniz" yanıtını alıyoruz.
Tanıtım filmi için de İl Başkanlığı'na başvurmamız salık
veriliyor.
İrtibat kuramadan çıkıyoruz irtibat bürosunda... (İşte bu yüzden
tırnak içinde yazdım "irtibat bürosu" ifadesini yazının
başında)
Günün devamı ve ertesi gün diğer çekimlerle geçiyor. Başta
yaptığımız plan fazla şaşmıyor şaşırtıcı şekilde... Gece boyunca
haberin görüntülerini montajlıyorum.
Hüseyin'i İstanbul'da peş peşe yapılacak CHP ve AKP mitingleriyle
baş başa bırakıp 4 Haziran Cumartesi sabahı Diyarbakır'a
uçuyorum.
Diyarbakır'ın sıcak seçim havası
Yaklaşık bir haftadır Kumru (Başer) bölgeyi dolaşıp izlenimlerini
aktartıyor.
Yola çıkmadan önce kısaca görüşüp Diyarbakır'da yapacağımız haberin
çatısını kuruyoruz... (İstanbul'da plan şaşmadı ya, Diyarbakır için
de umutluyum)
Yolculuk sorunsuz geçiyor... Pilot Diyarbakır'da hava sıcaklığının
15 derece ve havanın yağmurlu olduğunu bildiriyor.
O gün Diyarbakır'da BDP'nin büyük mitingi var... "Yağmur yağarsa
çok uğraşacağız" diye düşünüyorum kameralarla...
Alana iniyoruz. Hava günlük güneşlik. Saat sabahın dokuzu ama hava
gayet sıcak...
Sıradaki taksinin şöförü Turgut... Belediye'den emekliymiş. Bir
süre uzun yol şöförlüğü yapmış, şimdi taksici...
Otele kadar sohbet ediyoruz. Seçimlerden, partilerden, vaatlerden
konuşuyoruz.
Turgut seçimin sonucunu "biliyor"... "Başka türlü olmaz" diyor.
"BDP 6, AKP 5"
"Miting nasıl olacak?" diyue soruyorum. "Geldin ya, kendin gör"...
Kısa bir sessizlik ardından "Çok kalabalık olacak" diyor.
Otelin önündeyiz. Turgut, "Yaz abi numaramı. Ne zaman lazım olursa
ararsın" diyor. "Yazıyorum - İstanbul'da numarasını veren Metin'in
yanına...
Otele kayıt yaptırırken resepsiyonun telefonu çalıyor. Mehmet Bey
yanıtlıyor telefonu.
Sorulan soruya yanıt "Şimdi girdi içeri efendim" oluyor bana
bakarak... Biliyorum ki Kumru peşimde.
Hoşgeldin faslının ardından "11:30'da bir randevumuz var" diyor.
Saate bakıyorum. 10'a geliyor."Tamam" diyorum". Bavulları odaya
çıkarıp kamerayı alıyorum... Lobide buluşuyoruz.
Yanında daha önceki yıllarda Diyarbakır'da BBC çalışanlarına çok
yardım etmiş olan taksici Erdinç var.
Tanıştırıyor. "Hoşgelmişsin abim. Başım gözüm üstüne"...
Erdinç'in sesindeki içtenlik Diyarbakır'ın havasından daha
sıcak.
Öğretmen evi kısa bir yürüyüş mesafesinde. Ağaçların gölgesine
sığınıp Kumru'yla neler yapacağımızı konuşuyoruz.
İlk randevumuz Sur Belediye Başkanı'yla... Seçim yakın, gündem
yoğun, Belediye Başkanı'nın randevu defteri kalabalık.
Abdullah Demirbaş cezaevinde yatmış bir Kürt siyasetçi...
Öğretmen... Kayıda giriyoruz, seçimi konuşuyoruz..
Talepler belli - demokratik bir anayasa, anadilde eğitim, siyasî
genel af...
Çözüm - "Çözümün yolu iki Abdullah'ta" diyor Belediye Başkanı.
Abdullah Gül ve Abdullah Öcalan'ı çözümün adresi olarak
gösteriyor.
Üç Abdullah'lı bir mülakatın ardından yine Öğretmen Evi'ne
dönüyoruz... Çaylar tazeleniyor.
Saat 13:00, İstasyon Meydanı
Diyarbakır sıcak... Yüksek Seçim Kurulu BDP mitingi için öğlen
sıcağını, saat 13'ü uygun görmüş...
Bir taksiye atlayıp yaklaşabildiğimiz kadar yaklaşıyoruz İstasyon
Meydanı'na...
Alan dolmaya başlamış...
Çalan müzik, çekilen zılgıtlar arasında en çok duyulan ses "Soğuk
su. Var mı su isteyen?"
Basın ve kameralar için bir platform kurulmuş sahnenin hemen
yanında...
Ayaküstü bir durum değerlendirmesi yapıp platformdan uzak durmaya
karar veriyoruz.
Kalabalık grupların alana giriş yaptığı istasyon tarafındaki
köprüye yöneliyoruz. Sak,in ama güneşten kaçmanın mümkün olmadığı
bir noktaya kuruyoruz kamerayı.
Etrafımız sarılıveriyor. Meraklı çocuklar önce sessizce bizi
izliyorlar ardından peş peşe soruyorlar.
"Hangi kanal abi?"
"BBC"
"İngiliz BBC mi, Türk BBC mi?"
"BBC Türkçe diyoruz.
Hepsi biliyor. Çoğu dinlemiş. Hepsi konuşmak istiyor.
Laf yayılıyor. İnanmayanlar gelip tekrar soruyor...
"BBC doğruları söyler" diyenler "Radyo neden kapandı?" diye
soruyorlar..
Alan doluyor. Etrafımız tıklım tıklım. Ama gönüllü yardımcılarımız
var kameranın başına birşey gelmesin diye etrafımıza set olan.
Müzik devam ediyor. Olağan seçim konuşmaları başlıyor. Bir buçuk
saat gecikmeli ve alana ilk girişimizden beş derece daha sıcak bir
havada...
Hemen sol yanımda bir grup kadın var. Sıcaktan, pek de başarılı
olmayan bir şekilde gazete kağıdından yapılmış bir şapkayla
korunmaya çalışan Kumru'yu çekiveriyorlar ellerindeki şemsiyenin
altına. Oturtuyorlar yere...
Sonradan Kumru anlattı, yanlarındaki küçük bir kız, herhalde
annesine fısıldıyormuş. "Gördüm ben... Onun saçı kırmızı."
Aynı şemsiyenin altında ama ayakta duran bir kadın omuzuma
dokunuyor... Yarı Türkçe yarı Kürtçe "Oğlum İngiltere'de,
Londra'da" diyor.
"Kaç yıldır orada?" diye soruyorum.
Türkçesini bilmiyor...
Elleriyle on, bir daha on yapıp gösteriyor... 20 yılın hasreti
gözlerine doluyor... Omuzunu sıvazlıyorum. Konuşmuyoruz daha
fazla...
Kumru sığındığı gölgeden çıkıyor... Röportajlarımızı yapıp
ayrılıyoruz meydandan...
Köprünün hemen çıkışında bir taksiye biniyoruz.
Şöför gençten bir Diyarbakırlı.... Sohbet kaçınılmaz olarak miting
ve seçim...
Yol kenarındaki panzerleri görünce "Bunlar yine kırıp dökecekler
ortalığı" diyor. "Bitmiyor istekleri. Daha doğrusu, ne
istediklerini bile bilmiyorlar."
Oyu AKP'ye. Hükümetten memnun. Hastaneleri, yolları örnek
gösteriyor. "Erdoğan'ın mitingi de çok kalabalıktı" diyor.
Kamera önünde konuşmayı istemiyor.
Yeniden Öğretmen Evi'ndeyiz. Hem dostumuz, hem meslektaşımız
Kadir'le (Konuksever) buluşuyoruz.
"Ne var ne yok" faslından sonra bölgeyi, seçimi, adayları,
olasılıkları konuşuyoruz.
Ha bu arada, seyahatlerde kullandığımız kamerayı beğendiremiyoruz
Kadir'e. Şakadan burnu büyüklüğüne gülüşüyoruz.
Çaylar tazeleniyor. Bugün kaç bardak oldu ben de saymaktan
vazgeçtim.
Akşam yemeğinde Dağkapı Ciğercisi'ne gidiyoruz... Dar sokakta
kızgın ateşin üstündeki etlerin kokusu ve mangalın yoğun dumanı
karşılıyor bizi...
Ocak başında Levent var... Kumru'ya "Hoşgeldin abla" dedikten sonra
bana dönüyor. "BBC'nin haberlerini sen sunuyordun. Şimdi neden
Girit (Selin Girit) var?" diye soruyor.
Terasa çıkıp küçük hasır taburelere oturuyoruz. Salatalar, ezmeler,
lavaşlar... Masa donatılıyor... Köpüklü ayranlar geliyor...
Sohbete lezzetli etler eşlik ediyor...
Demirciler Çarşısı'ndan Sülüklü Han'a
Ertesi sabah kahvaltıda Kürt yazar ve tarihçi Şeyhmus Diken ve
gazeteci Naci Sapan'la buluşuyoruz...
Muhteşem bir kahvaltıyla başlıyoruz güne... Kahvaltı sofrasını
anlatmak için başka bir yazı gerek...
Ardından Şeyhmus bizi ara sokaklarında dolaştırıyor
Diyarbakır'ın... Her köşeyi, her sokağı tek tek anlatıyor...
Ardından Sülüklü Han'da soluklanıyoruz...
Akşamüstü ise yolumuz Sanat Sokağa düşüyor. Ardından Kadir de
(Konuksever) bize katılıyor... Sohbet güzel ancak haberin montajını
bitirmek gerekiyor... Ertesi gün bir geceliğine Ankara'ya ertesi
sabah da Kayseri'ye yolcuyum.
Gece haberin montajıyla geçiyor... Üç gün önce gelirken pilotun
haber verdiği yağmur sonunda o gece ulaşıyor Diyarbakır'a...
Sabah erken çıkıyoruz otelden. Kumru'nun randevuları var... Aynı
gün, yıllar sonra MHP'nin Diyarbakır'da yapacağı ilk miting de
var...
Kumru yeniden İstasyon Meydanı'na yönelirken ben fotoğraf makinemi
alıp yeniden dolaşıyorum Demirciler Çarşısı'nı, Sülüklü Han'ı,
Diyarbakır'ın ara sokaklarını...
Akşama doğru yeniden dönüyorum otele... Bavullar bir taksiye
yükleniyor. Havaalanına yöneliyoruz... Alanda bir hareketlilik
var... MHP mitingine katılanların büyük bir bölümü akşamüstü
uçağıyla dönmüş anlaşılan. Ama Ankara uçağının yolcularının çoğu
yine partililer.
Uçak tam vaktinde kalkmak üzere... Hasta bir yolcu, sağlık
görevlileri, hasta yolcunun indirilen bavulları, sonra aynı
bavulların yeniden yüklenmesi yaklaşık bir saat geciktiriyor
hareketimizi...
"Bayanlar baylar kaptan konuşuyor. Gecikme için özür diliyorum...
İkinci sıradayız, birkaç dakika içinde kalkmış olacağız" anonsu
ardından pist başında bir süre daha beklemek zorunda kalıyoruz.
Diyarbakır Havaalanı'nı hem sivil hem askerî uçaklar kullanıyor...
Dört savaş uçağının inmesi ardından sonunda yükseliyoruz Diyarbakır
üzerinde...
Geceyi Ankara'da geçiriyorum. Sabah bulabildiğim ilk otobüsle
Kayseri'ye doğru yola çıkıyorum.
Anadolu Kaplanları
Uzun zamandır şehirlerarası otobüsle seyahat etmediğimi
farkediyorum... Otobüsler değişmiş, konforlu, koltuklarda
televizyon ekranları, kimilerinde internet bağlantısı...
Değişmeyen şeyler de var... Elde yolcu listesiyle tek tek koltuk
kontrolü, Hareketin hemen ardından kolonya ikramı... Kasaba
girişlerinde el kaldırarak otobüse binen yolcular... Yarı yolda
verilen mola... "Yarım saat ihtiyaç molası" anonsu... "Çaylar
şirketten" denmedi ama...
Uyuşuk bacakları açmak için biraz dolaşıp iki bardak demli çayı
yudumlarken yarım saat geçiveriyor... Çay paraları cepten...
"Oradan gelip buraya gitmekte olan..." diye başlayan, çoğu zaman
anlaşılmaz mola yeri anonslarının değişip değişmediğini duymak için
bekliyorum. Anonslar değişmiş... Kayıtlı, tane tane,
anlaşılır...
Kayseri otobüs terminalinde Alper (Ballı) ve bize Kayseri'de
yardımcı olan Mehmet beni karşılıyor...
Yol üzerinde bir çay ocağında duraklayıp kısa bir plan
yapıyoruz.
Kayseri için planımız, Anadolu Kaplanları diye adlandırılan, kendi
öz kaynaklarıyla küçük işletmeleri büyük başarıya ulaştıran
işadamlarının hikayesini anlatabilmek.
İlk durak Kayseri Organize Sanayi Bölgesi... Elimizde bir sokak
numarası ile, pek de organize olmayan Sanayi Bölgesi sokaklarında
dolaşıyoruz bir süre... Sonunda buluyoruz 1994 yılında kurulan
Turkuaz Seramik adlı şirketi...
Şirketin genel müdürü ve ortağı Abidin Özkaya'dan şirketin
hikayesini dinliyoruz, üretim tesislerini dolaşıyoruz...
Akşam saatlerinde otele geri dönüp, karşımızda Erciyes Dağı'nın
muhteşem manzarası, sohbet ediyoruz... Hava kararıyor, terasta
akşam yemeğinde devam ediyor sohbet Kayseri sarması eşliğinde.
Mantıyı ertesi akşama bırakıyoruz.
Sabah önce Erciyes Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler
Fakültesi'nden Prof. Şükrü Akdoğan'la randevumuz var... Fakülte'nin
bahçesinde ağaçların gölgesinde Prof. Akdoğan'la AKP hükümetinin,
komşularla sıfır sorun politikasının Kayserili işadamlarına
getirdiği faydaları ve riskleri konuşuyoruz.
Ardından Mehmet bizi Seyirtepe adlı bir lokantaya götürüyor...
Kayseri ayaklarınızın altında... Seyirtepenin eteklerinde ise
1930'lara kadar Kayseri'de yaşayan gayri müslimlerden kalan
kiliseler, evler...
Yemeğin ardından kent merkezine dönüyoruz. Sokak röportajlarından
sonra, sucuk ve pastırma dükkanları arasında dolaşıyoruz. Dükkan
sahipleri memnun hallerinden... "Ekonomi iyi" diyorlar, "işler
yolunda"...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün memleketi Kayseri... "Sayın
Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanımız çok çalışyorlar Kayseri
için" diyorlar.
Röportaj sırasında gözüm dükkanda açık olan televizyona
takılıyor... Ekranda Hazar Bölgesi ve Kafkaslar'daki doğalgazı
Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşıyacak olan Nabucco Doğalgaz Boru
Hattı Projesi için hazırlanan Proje Destek Anlaşmaları'nın resmî
imza töreni var...
Tören Kayseri'de...
Abdullah Gül, 2005 yılında Dışişleri Bakanı'yken Avrupa Birliği'nin
o dönemde Genişlemeden Sorumlu Yetkilisi Olli Rehn'i Kayseri'de
ağırlamıştı.
Gece, son on gündür alıştığım şekilde haber montajıyla geçti...
Kayseri'ye gün doğarken gözlerim kapanmaya başlıyor... Alper epey
önce uyudu.
Saate bakıyorum, uçağımıza üç saat var... Bir saat uyumaya karar
veriyorum. Saatimin alarmını ayarlayıp uzanıyorum yatağa...
Uyku tatlı...
Peş peşe çalan alarmlar zorla çekip alıyor beni yataktan... Koşarak
yetişiyoruz Ankara uçağına...
Başkent bu seçim turunda benim son durağım...
Alper'in işi bitmedi daha... CHP'nin Ankara'daki mitingini
izliyor... Yağmur altında...
Seçim gecesi de sonuçları izleyecek...
Benim için Londra'ya dönme zamanı... Seçim arefesini Türkiye'de
geçirdim, Sonuçları Londra'da takip edeceğim...
Yeni yeni konuşmaya başlayan kızım beni özlediğini söylüyor
internet üzerinden yaptığımız görüntülü bağlantıda...
Ben de özledim...
Uçağım geç saatte inecek Londra'ya... Uykuda bıraktığım kızımı yine
uykuda bulacağım...
<!-- /* Font Definitions */ @font-face {font-family:PMingLiU; panose-1:2 2 3 0 0 0 0 0 0 0; mso-font-alt:新細明體; mso-font-charset:136; mso-generic-font-family:roman; mso-font-pitch:variable; mso-font-signature:3 137232384 22 0 1048577 0;} @font-face {font-family:"Arial TUR"; mso-font-charset:0; mso-generic-font-family:swiss; mso-font-pitch:variable; mso-font-signature:536902279 -2147483648 8 0 511 0;} @font-face {font-family:"\@PMingLiU"; panose-1:2 2 3 0 0 0 0 0 0 0; mso-font-charset:136; mso-generic-font-family:roman; mso-font-pitch:variable; mso-font-signature:3 137232384 22 0 1048577 0;} /* Style Definitions */ p.MsoNormal, li.MsoNormal, div.MsoNormal {mso-style-parent:""; margin:0cm; margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:12.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-fareast-font-family:PMingLiU;} @page Section1 {size:612.0pt 792.0pt; margin:72.0pt 90.0pt 72.0pt 90.0pt; mso-header-margin:36.0pt; mso-footer-margin:36.0pt; mso-paper-source:0;} div.Section1 {page:Section1;} -->