BIST 9.652
DOLAR 34,70
EURO 36,72
ALTIN 2.966,56
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

Amerika bu filmi konuşuyor

Amerika, başrolünü George Clooney'in oynadığı "Syriana" filmini konuşuyor. Filmin yarattığı geniş etki ilginç ismiyle başlıyor...

Abone ol

Amerikan sinema endüstrisi, Cennet’in Krallığı’ndan sonra bu kez de, başrolünü oynayan George Clooney’e en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında Oscar kazandıran ‘Syriana’ ile empati yapıyor ve cesur bir şekilde ‘Ya aslında biz Amerikalılar, terörle savaş adı altında dünyaya nizam vermeye çalışıyor, iyiler ve kötüler arasındaki savaşta iyileri temsil ettiğimizi düşünüyoruz; ama kazın ayağı hiç de öyle değil’ diyor. Üstelik gayet net bir şekilde, cesurca. Moda tabirle, ‘ama’sız.


Syriana isimli film, ABD’nin petrol bağımlılığından hareketle Ortadoğu’da yaşanan krizlere odaklanıyor, yolsuzlukların ABD kapitalizminin ayrılmaz bir parçası olduğu iddiasını hatırlatıyor ve her şeyden önemlisi, 11 Eylül sonrası ‘ya bizdensiniz ya da onlardan’ basitliğine karşı sesini yükselterek, evirip çevirmeden teşhisini koyuyor: ‘ABD’nin petrole bağımlılığı sürdükçe, başımız ağrımaya devam edecek.’

Türkiye’de henüz bugün gösterime giren Syriana, ‘Amerikalılar da uyanık, eleştirilecekse bile kendi kendilerini eleştirerek, dünyanın gazını alıyorlar’ önermesiyle görmezden gelinmeyi hak etmiyor. Mesajı kuvvetli. Öyle ki, filmin ilk sahnesinde Clooney’in canlandırdığı CIA’nın Ortadoğu Masası’na bağlı bir ajanın İran’da birtakım adamlara teslim ettiği roketin, filmin sonunda El Kaide militanları tarafından Amerikan şirketlerinin petrolünü taşıyan tankerin havaya uçurulmasında kullanılmasını göstererek, sokaktaki Batılıyı soğukkanlı bir şekilde düşünmeye davet ediyor. Şu an dünya güç dengesi etrafında gelişen karmaşık ilişkilerin aslında nasıl birbiriyle bağlantılı olduğunu, dinler ya da medeniyetler savaşı olarak lanse edilen birçok çatışmanın temelinde enerji paylaşım savaşının bulunduğunu ve son tahlilde ABD açısından ‘iyi Müslüman, kötü Müslüman’ değil ‘işbirliğine yakın Müslüman’ faktörünün belirleyici olduğunu adeta ders niteliğinde okutuyor.

ABD bu filmle karıştı...

Yönetmen Stephen Gaghan, yine oldukça ses getiren ve dünya uyuşturucu ticaretinde büyük devletlerin parmağı olduğu iddiasını resmeden ‘Traffic’ isimli çalışmasında olduğu gibi, bu kez de Syriana’da, kahramanlığa soyunmadan, destansı çözümler önermeksizin, kendince bir fotoğraf çekmeye çalışıyor. Özellikle, emirin sağduyulu ve dünya gerçeklerinin farkında bir Müslüman kimlik çizen oğlu Prens Nasır (ki Aleksandır Sıddık’ın performansı görülmeye değer) karakterine yüklediği özel misyon, Suriyeli aktör Hassan Messud’un hem Cennet’in Krallığı’nda canlandırdığı Selahaddin Eyyubi hem de Kurtlar Vadisi Irak’ta oynadığı Şeyh rollerini çağrıştırıyor. Yani; sağduyulu, gözü pek ve adaletten şaşmaz bir Müslüman portresi çiziliyor. Gaghan’ın, ılıman, diyalogdan yana ve aynı zamanda İslam dünyasının gerçek sorunlarına vakıf bir kimliğe büründürdüğü karakterin ağzından döktürdüğü olumlu mesajlar, Hollywood’un o bildik sarıklı-sakallı Müslüman terörist klişesine meydan okuyor. Bu tiplemeyi, Müslüman seyirciyi tavlamak için atılmış akıllı bir adım gibi değerlendirmek mümkün olsa da, İslam düşmanlığının giderek yükseldiği ve Hollywood’a hakim zihinsel yapının bu zihinsel savaştaki yeri de bilindiğine göre, Gaghan’ı ve Clooney’i bu cesur tavırlarından dolayı kutlamak gerekiyor. Zaten film öncesi ve sonrası takındıkları tavır da, filmdeki duruşlarını destekler nitelikte. Aynı zamanda kendi parasını harcayarak bu filme yapımcı olarak da imzasını atan Clooney, ‘Amacımız kimseyi fikrinden döndürmek değil. Sadece yaşadıklarımızın sadece ‘siyah ve beyaz’ ile açıklanamayacağını göstermek, petrole bağımlılığımıza dikkat çekerek, buradan bir tartışma başlatmak istedik.’ derken, Gaghan da, ‘Çok karışık bir dönemde yaşıyoruz. Bizim bildiğimiz anlamda iyi adamlar, kötü adamlar ve kolayca verilebilecek cevaplar yok.’ diyerek, daha çok bir belgeseli andıran ve CIA eski ajanlarından Robert Baer’in ‘See No Evil’ isimli hatıratından esinlenmiş filminin yüklendiği, akıllara soru işareti düşürme misyonunu tanımlıyor. Bunda da haksız değil. Avustralyalı gazeteci ve eleştirmen Louise Keller’in de dediği gibi, ‘Syriana, uzun soluklu bir tartışma yaratmaya aday.’ Bu tartışma, filmin uzun süredir gösterimde olduğu Amerika’da çoktan başladı. Hatta, filmden ilham alarak, ABD’nin Ortadoğu petrollerine dönük bağımlılığını sorgulayan çok sayıda platform da ortaya çıktı.

Bu arada George Clooney’in bu filmle ve Oscar’a aday gösterilen bir diğer filmi Good Night and Good Luck, ki o da ABD’deki komünist histerisinin gemi azıya aldığı ünlü McCharty dönemini irdeliyor, oldukça siyasi bir profile, bilinçli bir şekilde büründüğünü de not edelim. Kendisi de zaten bunu, ‘Sorulması gereken sorular vardı ve herkesin susmaya zorlandığı bir dönemde bunları sormak istedim. Terörizmle mücadele ettiğimiz kadar terörü yaratan şartları da cesurca tartışabilmeliyiz.’ diyerek, vurguluyor.

Film yönetmenine büyük baskı

ABD’de birtakım dergiler tarafından ‘Birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günlerde böyle filmler çekilir mi!’ gibisinden söylemlerle hakkında neredeyse ihanete varan suçlamalar yapılan Clooney, yine de kararlı. ‘Gidebileceğim yere kadar gideceğim. O zaman da etrafımdakiler, fısıltıyla da olsa yaptığımın doğru olduğunu söylüyor, desteklerini ifade ediyorlardı. Konuşmak zordu. Birinin birtakım sorular sorması gerekiyordu.’ diyen başarılı aktör, ‘Bu yönetimin iktidarında ‘Ne yapıyorsunuz? Ve neden yapıyorsunuz?’ soruları ilk kez bu kadar sıklıkla sorulmaya başlandı. Çektiğimiz filmlere dönük muhalefet dindi. Demek ki bir şeyler değişiyor.’ diyerek, politik sorgulamalardan duyduğu memnuniyeti dile getiriyor. Film eleştirmenleri de filmin mesajındaki isabeti kutsuyor. Supercala.com’dan John Venable, ‘Syriana, ABD’nin dünyanın en büyük petrol tüketicisi olması gerçeğinden hareketle karşı karşıya kaldığımız korkunç gerçeği, etkileyici bir şekilde gözler önüne seriyor.’ derken, Avustralyalı Andrew L. Urban ise filmin en etkileyici ve kuvvetli mesajının, işsiz ama ümitvar iki Pakistanlı gencin intihar saldırganına dönüşümlerinin resmedilmesinde buluyor.

Özetle, Washington’daki Ethics and Public Policy Centre’da görevli akademisyen ve film eleştirmeni James Bowman’ın ‘Ortadoğu’da demokrasinin, ekonomik liberalleşmenin ve kadın haklarının önündeki en büyük engelin cihadist teröristlerin değil de, CIA ve büyük petrol şirketlerinin olduğunu iddia etmek için Hollywood’da yönetmen olmak gerekiyor galiba!’ diyerek yerden yere vurduğu film, en azından ‘petrole bağımlılık devletin birtakım yasa dışı işlere bulaşmasına kapı aralayabilir’ mesajını, dünya gündemini işgal eden birbirinden netameli konuların ışığında dantel gibi işlediği için, izlenmeyi ve üzerinde konuşulmayı hak ediyor. Özellikle Bush’un, Ulusa Sesleniş konuşmasında dile getirdiği ‘ABD, dünyanın istikrarsız bölgelerinden gelen petrole bağımlı ve bu bir süre daha devam edecek’ tespitini hatırlarsak...

(*) Syriana, Amerika’daki düşünce kuruluşları tarafından Ortadoğu’ya yönelik yeniden yapılandırma tasarımlarına atıfta bulunmak için uydurulmuş bir kavram.

‘ABD dış politikasında petrol belirleyici...

Syriana, her ne kadar kurgusu biraz kafa karıştırsa da gerçekçi bir film. Ben bu konuları çok yakından takip eden bir isim olarak boşlukları aklımdaki isimler ve mekânlarla doldurabilirim; ama ortalama sinema izleyicisi açısından bu biraz zor olabilir. Petrol bağımlılığı, Amerikan dış politikasında önemli bir faktör. Bu, Başkan Roosevelt’in 14 Şubat 1945’te Sultan Abdülaziz ile buluşup, petrole dayalı bir müttefikliğin temellerini atmalarından bu yana devam ediyor. Zaten bunu anlamak için filmlere de gerek yok. Basra Körfezi petrollerinin ABD dış politikası açısından önemini anlamak için 23 Ocak 1980 tarihli, Körfez’den petrol akışını garanti etmek için gerekirse ABD’nin silahlı kuvvetlerini kullanabileceğini ifade eden Carter Doktrini’ne bakmak yeterli. 2003’te Irak’ın işgali de bu çatışmanın devamı olarak görülebilir. Ortadoğu petrolüne olan bağımlılığın ABD’nin dış politikasındaki önemi, gelecekte daha da artacak, zira iç üretim düşüyor ve ithal petrole olan talep artıyor.

MICHAEL KLARE / Massachusetts Üniversitesi, Barış ve Dünya Güvenliği Çalışmaları Profesörü Petrol ve Kan isimli kitabın yazarı

‘ABD’nin küresel rolünde komploya yer yok’

Enerji bağımlılığı ve aşırı miktarda petrol ithalatı gerçek bir sorun; ama Syriana, bu gerçek meseleleri anlamada etkisiz kalıyor. Amerika dış politikasını anlamak açısından zayıf bir rehber ve Amerika’nın dünya üzerinde oynadığı rolü anlamak için yapılan analizlerde komplo teorilerine yer yok. Zaten komplo teorileriyle bir ülkenin sosyopolitik ve de ekonomik gelişmişliği arasında bir paralellik de görüyoruz. Özetle, Syriana sadece bir fantezi. Amerika, Irak ya da Afganistan’a enerji ile ilgili meseleler için müdahale etmedi. Irak’ın petrolleri Iraklıların. Saddam, 1980’de İran’a savaş açtı ve 8 yıl süren savaşta bir milyon Müslüman’ın ölmesine sebep oldu. Ardından Kuveyt’i işgal etti. BM kararı ile oradan çıkartıldı. Kendi halkından 400 bin kişiyi öldürttü, 4 milyon Iraklıyı sürgüne yolladı. 2003’teki Amerikan operasyonu ise Saddam’ın BM’nin, ülkesini de bağlayan ilgili kararlarına ayak dirediği için gerçekleşti. Irak’taki çatışma, Saddam Hüseyin’in bölgeye yönelttiği stratejik tehdidin bir sonucu.

ROBERT JB. LIEBER / Georgtown Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Profesörü