Çetin Altan'a cephe alanların sayısı günden güne çoğalıyor. Akşam'da yayınlanan röportaja Serdar Turgut'tan sonra Yağmur Atsız da tepki gösterdi.
Abone olÇetin Altan'ın Akşam Gazetesi'nde yayınlanan söyleşisine tepkiler çığ gibi büyüyor. Serdar Turgut'tan sonra Yağmur Atsız da tepki gösterenler listesine girdi. Atsız, "Çetin Altan"a şöyle seslendi:
DEĞERLİ Ağabeyimiz Çetin Altan'ın 13 Şubat tarihli "Akşam"da uzun bir mülâkati yayınlandı. Orada vardığı bazı hükümler ve daha önceki "tuhafiyatı", artık işin tadı adamakıllı kaçmaya başladığı için, cevabsız kalmamalı kanaatine vardım. Gerçi kendisine ve yaşına hürmetimiz derindir. Ama hürmet nâmütenâhi değildir. Madde madde gidelim, bakalım nereye varacağız:
BİR- Mülâkati yapan şahsa sırf genç olduğu ve kadın olduğu için "Sen, şekerim, yavrum, hayatım, canikom" vs. şekillerinde hitab etmek, gazetecilik âdâbına olduğu kadar umumi âdâba da aykırıdır. Eğer o genç arkadaşımız buna itiraz etmediyse bu onun bundan hoşlandığı değil, olsa olsa tecrübesizlik yüzünden biraz şaşkınlığa uğradığı anlamına gelir.
İKİ- "Türkler eşekdir!" cümlesi bayağı kapsamlı bir yargı ifade ediyor. Bunun gerçekden böyle olup olmadığını tek başıma kestirecek zekâ seviyesinde değilim. Ancak "Türk Milleti'nin bir ferdi" sıfatıyla bana "eşek" deme hakkını nereden ve kimden aldığını sormak da benim hakkımdır. Bu vesileyle kendisinin hangi milletden olduğunu da açıklarsa memnun olurum.
ÜÇ- Diyor ki "Generaller hiçbir işe yaramaz."... Bazı generaller gerçekden de hiçbir işe yaramayabilirler. Tıpkı bazı köşe yazarları gibi... Başına belirsizlik sıfatı "bazı"yı eklerseniz bu, bütün meslekler için geçerlidir. Ama acaba saygıdeğer ağabeyimiz mesela hepsi birer general olan Sezar, Bonaparte, Washington, de Gaulle yahut Mustafa Kemal için de aynı şeyi söyleyebilir mi?
DÖRT- Mumâileyh "Chopin'in keman sonatları"ndan bahsediyor. Chopin'in tek bir keman sonatı bile olmadığına göre acaba -haşâ huzurdan- hafızası kendine "bazı" oyunlar oynamağa mı başladı?
BEŞ- Aziz büyüğümüz Osmanlı'da düz yazı (nesir) olmadığını, atalarımızın cümle kurmayı bilmediklerini ve noktalama işaretlerini de dilimize ilk olarak Tevfik Fikret'in 20. Yüzyıl'da sokduğunu iddia etdi. Peki, Şemseddin Sami Bey'in 1894-97 arası peyderpey basılan dev eseri "Kaamusü-l-Âlâm"a ve çok daha önceki Tanzimat Devri kitablarına o nokta ve virgülleri... o nidâ ve soru işaretlerini... o parantezleri sonradan kurşun kalemle ben mi ilave etdim?
Türkler cümle kurmayı bilmiyor idiyse şu nedir:
"Oğuz Eli'nde Duha Koca-Oğlı Deli Dumrul derler bir er var idi (NOKTA) Bir kuru çayın üzerine bir köprü kurmuş idi (NOKTA) Geçenden otuz akça (VİRGÜL) geçmeyenden döğe döğe kırk akça alır idi
(NOKTA)"... KİTAB-I DEDE KORKUD...
Yahut: "Akıncılar daima kılıcı belinde (VİRGÜL) tüfengi elinde adamlar olub şeb ü ruz (gece-gündüz) silahları ile yatarlar (NOKTA)... EVLİYA ÇELEBİ..."
Sakın ola ki bizlere cümle kurmayı "Galatasaray Sultanisi"nin Fransız muallimleri mi öğretdi?
Kaldı ki noktalama işaretleri bir Avrupai buluşdur diye mesela Kur'an'ı, İncil'i, Tevrad'ı kaldırıp atacak mıyız?
Vedalar çöpe mi gidecek?
ALTI- Türkçe'nin "ancak M. S. 8. Yy.'dan beri yazı dili olduğu"nu ileri sürerek küçümsüyor. Öyle bile olsa hâlâ "yaşayan dil" olduğuna göre önemsiz sayılmaz. Ama 1965 yılında Rus arkeologların Yenisey Havzası'nda buldukları "Altın Elbiseli Adam"ın mezarından çıkan, Orkun Harfleri'yle ve M. Ö. 4. Yy.'a aid Arkaik Türkçe metinden haberi yok mu?
YEDİ- Türkler'in ne kadar "ahmak" olduğunu kanıtlamak için "BÜYÜK" Petro'ya bile "DELİ" Petro dediğimizi öne sürüyor. Klasik Türkçe'de "deli" kelimesinin son derece cesaretli anlamına gelen bir övgü olduğundan ve Osmanlı Akıncı birlikleri arasındaki en seçme olanlarının "Deli Bölükleri" diye anıldığından, bunların serpuşlarında ve sancaklarında "Yazılan Gelir Başa" ibaresinin bulunduğundan bi-haber mi?
SEKİZ- Osmanlı hükümdarlarının ne kadar "cahil ve akılsız" olduğuna delil olarak da III. Ahmed'in Malatyalı bir tacire "bir donluk yünlü kumaş" ısmarlamasını ve Kalaylıkoz Ahmed Paşa gibi değersizi birini sadrazam yapmasını gösterdi. III. Ahmed denildi mi benim aklıma sadrazam olarak NEVŞEHİRLİ DAMAD İBRAHİM PAŞA yahut BALTACI MEHMED PAŞA gelir! İBRAHİM MÜTEFERRİKA gelir, LALE DEVRİ gelir, NEDİM gelir. İlk başda olayların zorlamasıyla İKİ AY 27 GÜN sadrazamlık etmesine göz yumulmuş bir herif değil!!! LALE DEVRİ'nin (1718-1730) Türk Tarihi'ndeki YEGANE "cevazkâr toplum" (societe permissive) uygulaması olduğu gelir!
"DONLUK YÜNLÜ KUMAŞ" meselesine gelince, eğer muhterem rehberimiz "don" kelimesinin Klasik Türkçe'de "elbise/giysi" anlamına geldiğini (Doğmadık çocuğa don biçmek) ve "iç donu/çakşır" manası taşımadığını bilmiyorsa HAYFA VE HAYFA!!!Dede Korkud'daki SARI DONLU SELCEN HATUN, sarı külot giyen bir kadın mıydı yâni?
Maurice Chevalier, kendisine, 80'inden sonra niye hâlâ koşuşdurduğunu soran bir hanım gazeteciye, "Yavrum, Nonoşum" filan diye başlamaksızın demişdi ki "Benim yaşımda durdunuz mu oturmak, oturdunuz mu uzanmak istersiniz. Uzandınız mı da bir daha doğrulamazsınız."
Demek ki çaresiz katlanacağız...
YAZI:Yağmur ATSIZ