BIST 9.765
DOLAR 35,15
EURO 36,43
ALTIN 2.937,39
HABER /  POLİTİKA  /  HDP

Altan Tan'dan PKK'ya kritik HDP çağrısı!

HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, 7 Haziran sonrasının 'heder edildiğini' belirterek, 'PKK'nın tek taraflı çatışmasızlık ilân etmesini ve HDP'ye daha fazla alan açmasını' istedi.

Abone ol

HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan son süreci Al Jazeera'dan Abdülkadir Konuksever'e değerlendirdi.

HDP Diyarbakır Milletvekili  Altan Tan; Öcalan’ın 2013 Nevruzu’nda yaptığı; ‘İslam kardeşliği çerçevesinde gelişen bin yıllık bir ortak kader var. Silahlar taktik olarak değil, stratejik olarak artık Türkiye’de susmalıdır, Kürt hareketi bundan sonra Türkiye içerisindeki hak arama mücadelesini demokratik fikri ve siyasi olarak yapmalıdır’ sözlerini hatırlatarak, AK Parti ve HDP milletvekillerine, sözlerinin geçtiği taraflara bu çağrıyı hatırlatmalarını  istedi. PKK’nın tek taraflı ateşkes ilan etmesi gerektiğini söyleyen Altan Tan; ‘ister devlet ister PKK; her kim tek taraflı ateşkes ilan ederse barışın tacı onun başında olacaktır’ dedi.

‘8 HAZİRAN FIRSATTI’

Genel seçim öncesinde temposu düşen çözüm süreci ile ilgili bir beklenti de HDP’nin barajı aşarak Meclis'e girmesiyle yeniden ivme kazanmasıydı.  HDP Meclis'e girdi ancak PKK’nın saldırıları yeniden başladı. Suruç saldırısı ve Ceylanpınar olayı gerilimi çok yükseltti. Çatışmalar yeniden başladı. Çatışmalar Türkiyelileşme iddiasındaki HDP’nin de elini zayıflatmıyor mu?

Arapların meşhur bir atasözü var; ‘Kan toprağa düştüğünde akıl ortadan kalkar’ diyor. Dolayısıyla çatışmalar başladığı an, savaş başladığı an barış büyük yara alır; çoğu zaman da ölür. Onun için, Türkiye’nin gerçek barışını yapabilmesi için 8 Haziran sabahı çok büyük bir fırsattı. Çünkü 8 Haziran sabahına kadar olan dönem, 2,5 senelik müzakere dönemi bir yerde kalıcı ateşkes dönemiydi. Yani gerçek manâda bir müzakereden bahsedemeyiz. Çünkü AK Parti üç seçimi atlatma stratejisi uyguladı. Yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimler. ‘Bu üç seçimi atlatayım, çatışmasızlık olsun, Tayyip Erdoğan başkan olsun bu üç seçimden sonra, ondan sonrasına da bakayım.’ Niyeti böyle olmuş olsa bile bir fırsattı bu 2,5 sene. Toplum sakinleşti, Kürt sorunu bolca konuşuldu, tartışıldı ve toplumun da büyük bir kesimi barışı özümsedi. Sürece de yüzde 70’lere yakın destek verdi. Gerçek müzakere için 8 Haziran sabahı büyük bir fırsattı. Yani nasıl gerçek bir müzakere; üç seçim geride kaldı, o sabahtan itibaren kalıcı bir şekilde artık çatışmasızlık değil, yapılacak olan gerçek işler konuşulmalıydı.

Kaçırılmış bir fırsat olarak görüyorsunuz?

Maalesef heder edildi. Şimdi burada ‘sen haklıydın, ben haklıydım; sen şöyle yaptın, ben böyle yaptım’ bunda herkesin az veya çok günahı var. Günahı Tayyip Erdoğan’ın üzerine atmak için söylemiyorum ben. Türkiye devleti çözüme hazır değil.

Nasıl?

Ne demek bu, açıklayayım: Kürtçe anadilli eğitime hazır değil, bölgesel yönetimlere hazır değil, Kürtçe'nin kamusal alanda kullanılmasına hazır değil. Yani gerçek bir çözüme ve Türkiye’yi yeniden yapılandırmaya, yeni demokratik bir anayasaya, ulus devlet formatını rafa kaldırmaya ve yeni bir cumhuriyet inşa etmeye hazır değil. Kapısına kadar geliyor ve bekliyor orada. Bu Süleyman Demirel’in, Erdal İnönü’nün ‘Kürt realitesini tanıyoruz’ dedikleri günden beri aynı. Mesut Yılmaz’ın ‘Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer’ dediği günden beri aynı. Tayyip Erdoğan’ın 2005’te, ‘Kürt sorunu benim sorunumdur, ben çözeceğim; büyük devletler gerekirse halklarından özür diler’ dediğinden beri aynı. Bırakınız halkından özür dilemeyi, Uludere olayı için bile özür dilemedi. Şimdi 8 Haziran sabahı artık yeni bir Türkiye kurulması lazım. Buna hazır değil bir, iki Tayyip Erdoğan’ın ihtirasları bitmedi. Yine ne yapıp edip başkan veya fiili başkan olarak devam etmek istiyor. Birçoklarının zannettiği gibi sadece Tayyip Erdoğan’ın ihtirasından dolayı çözüm süreci durmadı. Devlet de hazır değildi. Devlet yeni ve köklü bir paradigmanın inşasına hâlâ hazır değil, hâlâ karar vermiş değil. Tayyip Erdoğan’ın ihtirasları ile devletin bu kararsızlığı birleşti. Ama bu sürdürülebilir bir durum değil. Türkiye’nin içinde acilen bir çözüm lazım. Türkiye’nin dışında, yani Suriye’de, Irak’ta Kürt sorununun geldiği nokta itibariyle Türkiye’nin mutlaka kalıcı ve doğru bir pozisyon alması lazım. Bu da nedir? Türkiye’nin içinde Kürtlerin bir statüsü olacak, sadece Kürtlere değil herkese demokratik hakları verilecek; Türkiye’nin dışındaki Kürtlerin de Türkiye ile dost bir statüleri olacak.

‘PKK’NİN HDP'YE DAHA FAZLA ALAN AÇMASI LAZIM’

Peki HDP hazır mıydı 8 Haziran sabahına?

HDP şunun sıkıntısını yaşıyor; şimdi Kürt siyaseti de Türk siyasetine benziyor. 23 Nisan 1920’deki Meclis ve 29 Ekim 1923’teki Cumhuriyet'in bütün öncü kadroları askerlerdi. Savaşan kadrolardı. Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde askeri vesayet bitti diyemeyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin altı tane cumhurbaşkanı asker kökenli. Kürt siyasetinde de bu sıkıntı var. Kürt siyaseti bir isyan olarak başladı, şu an siyasallaşmaya ve legalleşmeye çalışıyor. Bunun sancıları var, işte HDP de bu sancıları yaşıyor şu an. HDP’ye Kürt siyasetinin PKK’nin daha fazla alan açması lazım. Daha doğru bir alan açması lazım. Bu siyasallaşma sürecinin de hızla tamamlanması lazım. Çok uzun sürerse sorunlar çözülemez.

Aynı şeyi PKK için de söyleyebiliriz sanırım?

Nasıl Türk siyasetinin üzerinde askeri vesâyet hâlâ şu veya bu şekilde, şu veya bu dozajda devam ediyorsa, Kürt siyaseti de bir silahlı mücadele olarak başladı. Önce isyan sonra siyasallaşma. Önce siyaset sonra silah kullanan hareketler var dünyada. Mesela İrlanda, Sinn Fein. Kürt siyasetinde de önce silahın sonra siyasetin devreye girmesinden dolayı bu sıkıntılar yaşanıyor.

‘SİLAHIN DEVRE DIŞI KALMASI GEREK'

Handikap mı yani?

Handikap ama doğal bir süreç aynı zamanda. ‘Bu niye böyle oldu’ durumumuz yok, böyle oldu çünkü. Dünyada da böyle hareketler var, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken de böyle oldu. Önce isyan, direniş, mücadele, Kurtuluş Savaşı, sonra siyaset geldi. Şimdi bizim söylediğimiz şu; niye olduysa oldu ama siyasallaşması lazım. Silahı devre dışına çıkarması lazım. Tabii burada bir şanssızlık daha var; en büyük şanssızlık Türkiye’nin dışındaki Kürt siyaseti devreye girdi. Mesela Suriye, Irak. Bütün bu coğrafyada silahlar konuşurken siz PKK’ye tek taraflı Suriye’de, Irak’ta 'silah bırakın' da diyemezsiniz.

Realist değil diyorsunuz.

Realist olmaz. Mesela şu anda Suriye’deki Kürtlere, Türkiye Cumhuriyeti veya BM veya AB veya başka bir güç, gelip şu garantiyi verebiliyor mu? ‘Sizin her türlü, can, mal, namus, statü, pozisyon garantörünüz biziz.’ Hal böyle olunca Türkiye’nin dışındaki Kürtlere, ‘sen silah bırak’ dersen Şengal’i, Kobani’yi izah edemezsin. Orada katliamlar, soykırımlar, baskılar. Yani şunu söylüyoruz biz; Türkiye’nin içinde artık silahların susması lazım. Bunun da kararını Abdullah Öcalan verdi. 21 Mart 2013 Newrozu’nda, ‘silahlar taktik olarak değil, stratejik olarak artık Türkiye’de susmalıdır; Kürt hareketi bundan sonra Türkiye içerisindeki hak arama mücadelesini demokratik fikri ve siyasi olarak yapmalıdır’ dedi. Bu noktada durmak lazım.

Sustu mu peki silahlar?

Maalesef,bir çatışmasızlık dönemi oldu ama maalesef nihai bir susma sağlanamadı.

PKK Suruç olayını devletin yaptığını söyleyerek, Ceylanpınar’da iki polisi öldürdü. Çatışmaların yeniden başlamasının şu an için faili olarak kabul ediliyor bu olaylar. Suruç saldırısı konusunda sizin görüşünüz nedir?

Suruç büyük bir katliamdı. Belki Roboski’nin birkaç katı derin siyasi bağlantıları vardı.

‘EYLEMLER MEŞRU VE MAKUL DEĞİL’

Nasıl siyasi bağlantılar?

Yani şöyle işte; Suruç olayından sonra bütün bir savaş başladı tekrar. Sonuçları itibariyle diyorum. Tezgâhlanan oyun itibariyle söylüyorum. Ne yapıp edip Suruç’tan sonra bütün projektörleri Suruç’un üzerinde tutmalıydık biz. Ceylanpınar’daki eylemde, Diyarbakır’daki trafik polisinin öldürülmesinde, başka yerlerdeki askerlerin veya Hakkâri Yüksekova’daki sivil astsubayın çarşıda öldürülmesi; bunların tamamı yanlış hareketlerdir. Yol kesmeler, araç yakmalar bunların hiçbiri meşrû, mâkûl görülemez. Hiçbirisi. Nasıl ki AKP hükümeti seçimlerden önce Mersin’de, Adana’da, Diyarbakır’da bombalama olaylarında, Ağrı’daki hadiselerde ısrarla savaş, kavga tahriki içerisinde bulunmasına rağmen HDP olsun, Kürt siyasetinin silahlı güçleri olsun cevap vermediyse, bu süreç de böyle geçiştirilmeliydi. Bütün projektörler Suruç’un üzerinde tutulmalıydı. Şu an Suruç ne oldu? Üzeri örtüldü. Çok büyük bir hadise; sadece ölenlerin sayısı üzerinden söylemiyorum bu siyasi operasyon olarak büyük bir operasyon. Savaşı başlatan bir operasyon. Düğmeye basılan nokta. Suruç mutlaka aydınlatılmalı bundan sonra da. Yani devlet, ‘buraya Adıyamanlı, kafası yıkanmış bir çocuk geldi, bu da IŞİD’di bombayı patlattı ve gitti’ diyerek işin içinden çıkamaz. Geçiştiriyor bana göre, çıksın Başbakan desin ki; ‘bu çocuğun bağlantısı bu, Adıyaman’dan alan bu, götüren bu, sınırdan girişi bu; bu bu bu.’ Çıksın bir şey anlatsın, anlatıyor mu bir şey?

Derinlikli bir soruşturma mı bekliyorsunuz?

Diyarbakır bombalamasında da yok, Mersin ve Adana’da da yok. Ne oluyor, kim bunlar? Bunların cevabı yok ve cevabı bulunmayan bütün olaylarda projektörler devletin üzerine çevrilir. Bu Uğur Mumcu cinayetinde de böyle, Hrant Dink cinayetinde de böyledir, faili meçhul cinayetlerde de böyledir. Devletin görevi, ‘ben görmedim, duymadım, bilmiyorum, birileri geldi yaptı gitti’ demek değildir.

Türkiye sınırında süren bir savaş var. IŞİD gibi bir realite var. Pek çok silahlı örgüt var. Yüz binlerce mülteci giriyor sınırlarımızdan. Mültecilerle birlikte muhtemeldir ki kaçakçı da, PKK’lı da, IŞİD militanları da geçiyor. Türkiye’de çeşitli örgütler-güçler tarafından ve dediğiniz gibi savaş başlatabilecek bir eylemden salt devleti sorumlu tutmak kolaycılık olmaz mı?

Şimdi kolaycılık değil, bunu bizatihi devlet söylüyor. Bakın Tayyip Erdoğan’ın ve Ahmet Davutoğlu’nun ağzından ve onların etrafındakilerin ağzından, sürekli çıkan bir laf var, ‘üst akıl.’ ‘Üst akıl şunu yaptı, üst akıl bunu yaptı.’ Peki kardeşim bunlarınki 'üst akıl' da seninki 'alt akıl' mı? Bunu söylerken bile kendinden daha akıllı, daha iyi düşünen, daha iyi planlayan güçlerin olduğunu söylüyor ve tırnak içinde kendi akılsızlığını deklare ediyor. Zayıflığını kabul ediyor. Sen kafanı niye çalıştırmıyorsun bu üst akıla karşı? :ir akıl niye ortaya koyamıyorsun? Kendi zafiyetini kendisi ifade ediyor. Bunu söylediğin vakit kızıyorlar. Dolayısıyla tabiî ki Suruç hadisesini sadece devlet değil uluslararası başka istihbarat örgütleri de yapmış, yaptırmış olabilir. Biz devletin çaresizliğini, basitliğini, çözümsüzlüğünü ve kaçışını eleştiriyoruz. Şimdi ya diyecek ki ‘bende akıl var, üst akıl dediğimiz şuydu, şu devletti, şu örgüttü’ diye koyacak önümüze veya ‘benim aklım kesmiyor’ diyecek; biz de o zaman sen bu yönetimi bırak diyeceğiz.

altan-tan
Altan Tan tarafların bir an önce çatışmalara son verip çözüm süreci masasının etrafında toplanması gerektiğini söylüyor.

Yeniden başlayan çatışmalara dönecek olursak; Demirtaş’ın, PKK’nın silah bırakması için adres olarak Öcalan’ı göstermesi ve “PKK'yı tehdit olmaktan çıkarmanın yolu müzakeredir. Buradan çağrı yapıyorum: PKK kesinlikte Türkiye'ye karşı silah bırakmalıdır” açıklamasına karşı KCK EŞ Başkanı Bese Hozat’tan yanıt geldi:  “HDP’den bazı kişilerin AKP’nin bu oyununa gelerek silah bıraktırma adresi olarak önder Apo’yu göstermeleri büyük bir yanlıştır. Bu, AKP’ye, “Önder Apo’ya baskı uygula” demekle eşdeğer bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım ne niyetle yapılırsa yapılsın son derece apolitik, yanlış bir yaklaşımdır ve asla kabul edilemez” dedi Bese Hozat. Bu HDP siyasetine müdahale değil mi?

Şimdi bunu Osman Baydemir de söyledi. Üç, dört yıl evvel, ‘Türkiye’nin içinde silahlı mücadele dönemi sona ermiştir’ dedi.

Evet, o da tekzip edilmişti Kandil’den.

Ona da tepkiler geldi Kandil’den. Tabii ki silahları durdurma kararını verecek olan Kandil’dir, İmralı’dır. Ama biz siyasetçi olarak, ‘silahlar devam etsin doğrudur’ diyemeyiz veya birileri ikide bir, ‘susun konuşmayın’ diyorsa o zaman bizim işimiz ne? Bize Tayyip Erdoğan da susun derse, bir başkası da susun derse, o zaman biz Ankara’ya niye gittik.

Siyaseten anlamı kalmaz.

Siyaset yapan insanlar olarak eğer toplumun bize biçtiği bir rol ve verdiği bir vekâlet varsa kendimizce doğru nedir, yanlış nedir söyleyeceğiz. Ama bunu Kandil uygular uygulamaz. Tayyip Erdoğan uygular uygulamaz. Bu tabii ki onların bileceği bir şey. ‘Ben bilirim, sen karışma’ derlerse, o zaman biz de evimize gidelim.

‘ÖLECEK OLAN BİZİM ÇOCUKLARIMIZ’

Bu çağrıları destekliyorsunuz?

Tabii ki Türkiye’nin içinde devletin de silah kullanması son derece yanlıştır, PKK’nin de silah kullanması son derece yanlıştır. Devlet tankını, topunu kapatsın, götürsün, bıraksın demiyoruz. Biz diyoruz ki ‘Kürt sorununun çözümünde silah kullanma dönemi bitmiştir’, bunu söylüyoruz.  Bunu devlete de, PKK’ye de söylüyoruz. Türkiye’nin içinde siyasi kanallar yeterli olmasa da açıktır, imkân vardır; halk HDP’ye yüzde 13 oy vererek, AKP’yi iktidardan düşürerek bir irade ortaya koymuştur. Hükümete de mesaj vermiştir, bize de bir mesaj vermiştir. Yüzde 13 barışa ve çözüme verilmiştir. Kavgaya verilmemiştir, çatışmaya verilmemiştir, savaşa verilmemiştir. Onun için Abdullah Öcalan’ın 2013 Nevrozu’nda söylediği sözleri destekliyoruz ve tekrarlıyoruz. Türkiye’de Kürt sorununun çözümünde silahlar, şiddet kullanımı stratejik olarak artık rafa kalkmalıdır. Taktik olarak değil. Devletin de artık silahla çözeceği bir şey yok, PKK’nin de silahla gidebileceği daha ileri bir yer yok. Siyaset girecek devreye. Ha ‘girmesin’ diyorsanız, çok savaşmak istiyorsanız siyasetçileri suçlamayın. ‘Buyurun savaşın’ da diyemeyiz size çünkü ölecek olan bizim çocuklarımız.

PKK ve KCK'dan HDP siyasetine zaman zaman müdahale oluyor. Bu müdahaleler farklılık teşkil ediyor. Örneğin Karayılan bir zaman HDP’nin AK Parti ile koalisyon ihtimaline tepkisel yaklaşırken sonrasında Demirtaş’ın, ‘AK Parti ile koalisyon yok’ yaklaşımını duygusal bulabiliyor. Karayılan dışında farklı seslerin yükseldiğine de tanık oluyoruz. Acaba KCK-PKK içinde farklı anlayışlar mı var, ne düşünüyorsunuz? 

Bunu bilmiyorum, samimiyetle söylüyorum. Ama hiçbir siyasi yapı içerisinde yüzde yüz tornadan çıkmış gibi aynı düşünen insanlar olmaz. Bu siyasi partilerde de olmaz, örgütlerde de olmaz. Ama bunun teferruatını bilmiyorum.

Çatışmaların yeniden başlamasının nedeni olarak PKK ve devleti işaret eden çeşitli görüşler var aydınlardan, yazar ve akil insanlardan. Size göre niye başladı çatışmalar. Müsebbibi kim?

Çatışmalar birbirini besler. Birbirinin üzerine suç atarak bir noktaya gelemeyiz. Fakat ben şunun altını çiziyorum; devlet şu anda gerçek bir çözüme hazır değil. Çözümün kapısında ama. Bir yerin kapısına kadar gelmek ayrı bir şey, içeri girmek ayrı. Devletin bu noktada artık kesin bir karar vermesi lazım. Ortadoğu’da Kürtlere bir statü tanımadan yeni bir Ortadoğu olmaz. Irak’ta Kürtlerin yeni bir statüsü var şu an. Bir federatif yapı var, devlet var. Suriye’de kantonlar var. Şunu demek istemiyoruz; ‘Ortadoğu’da Kürtlere yeni bir ulus devlet kurun.’ Veya ‘Irak’taki modelin aynısını Suriye’de uygulayın.’ ‘Suriye’deki modelin aynısını Türkiye’de, Türkiye’dekinin aynısını İran’da uygulayın’ da demiyoruz. Çünkü her ülkenin, her bölgenin kendi özgün şartları var. Türkiye’nin içindeki Kürtler şunu söylüyorlar: ‘Biz Türk halkından ayrılmak istemiyoruz. Türkiye ile birlikte yaşamak istiyoruz.’ Bunun onlarca sebebi var, tek tek saymak istemiyorum. Yine Öcalan’ın 21 Mart 2013 Nevrozu’nda dediği gibi, ‘İslam kardeşliği çerçevesinde gelişen bin yıllık bir ortak kader var.’ Bunu sadece İslam kardeşliğiyle ifade etmek belki bazılarına göre eksik kalabilir. Bin yıl süresince bu coğrafyada yaşayan Ermeniler, Süryaniler, Ezidiler, Nasturiler, Rumlar, Yahudiler, Aleviler, Sünniler; yani müslim - gayrimüslim. Acı tatlı olaylarla bin yıllık ortak beraberlik var. İslam kardeşliği de belki bunun büyük bir parçası. Önemli bir parçası çünkü Türk halkının da, Kürt halkının da büyük bir çoğunluğu Müslüman ve dindar. Büyük bir ortak payda. Ama en büyük ortak payda bütün bu halklarla birlikte geçirilen bin küsur yıllık bir geçmiş. Şimdi Türkiye’nin içindeki Kürtlerin anadilini tanımadan, bölgesel yönetimini tanımadan, Kürtçe'yi kamusal alanda kullanmadan, yani küçük bir kültürel azınlık olarak değerlendiremezsiniz. Statü derken bunu kastediyorum. Bir yeni Türkiye Cumhuriyeti olacak; bütün bu inançlar, halklar, mezhepler birlikte yaşayacak, herkese demokratik hakları verilecek. Demokratik bir cumhuriyet. Eskisini kıralım, bozalım demiyoruz; dönüştürelim diyoruz. Türkiye Cumhuriyeti dönüşerek ilerliyor zaten. Birileri 90'lar diyor. O birileri tekrar Tansu Çiller dönemine, Çevik Bir dönemine, Mehmet Ağar dönemine dönmek isteseler bile mümkün değil bu. Bu dönüşmenin hızlı bir şekilde olması lazım, günün ihtiyaçlarını karşılaması lazım. Devlete, ‘artık Türkiye’nin içinde de hiçbir şey eskisi gibi olmaz, dışında Suriye’de, Irak’ta da eskisi gibi olmaz’ diyoruz. Yeni bir demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin, Ortadoğu’da Kürtlerle, Araplarla, diğer halklarla ve mezheplerle demokratik ilişkileri kurması gerekir. Bunu Kürt hareketine de diyoruz, artık bizim de değişim geçirmemiz lazım. Siyasallaşmamız lazım. Yerelde yüzün üzerinde belediye elimizde bölgede. Yol, su, kanal çalışması yapmamız lazım. Eğitimle, sağlıkla, kültürle, sanatla, edebiyatla, çevreyle, sporla bütün konularda toplumun önüne bir yönetim şekli koymamız lazım. Devlet de siyasallaşacak, Kürt hareketi de siyasallaşacak. Dolayısıyla ‘sen bozdun, ben bozdum; ilk kurşunu sen attın, önce sen bana küfrettin’ buradan bir yere varamayız. Önce acilen çatışmasızlık sonra müzakere ve çözüm. Silahların rafa kalkması.

"Suçlayan argümanlar çatışmanın devamını sağlar" diyorsunuz.

Kavganın devamını sağlar. Bir de kavgayı bitirecek argümanlar var. Geleceğimizi nasıl inşa edeceğimizi tartışarak çözüme gidebiliriz.

‘PKK TEK TARAFLI ÇATIŞMASIZLIK İLAN ETMELİ’

İki taraftan çatışmaların durması için önkoşullar var. Bu koşul karşı tarafın ilk durması yönünde. Bu noktada çeşitli çağrılar yapılıyor bu sürecin sona ermesi için. Sizin çağrınız var mı?

Böyle bir çağrı şarttır. Türkiye’deki aydınların, entelektüellerin, kanaat önderlerinin devlete de, PKK’ye de 'acilen durun' demesi lazım. Fakat burada daha can alıcı bir şey yapmak lazım. Kimin sözü kime daha fazla geçiyorsa, tırnak içinde 'kendi tarafına' o çağrıyı yapması lazım. Ne demek istiyorum; bugün keşke AK Parti milletvekilleri çıksa ve devlete, hükümete şunu söylese; ‘durun, operasyonları durdurun. Biz de bu çağrıyı PKK’ye yapmalıyız. Gerekirse ki gerekiyor; şu an tek taraflı çatışmasızlık ilan etmeli.

‘ATEŞKES İLAN EDENİN BAŞINDA BARIŞIN TACI OLACAK’

Bunun için bir tarih öngörüyor musunuz?

Söylüyoruz bunları şu an biz. Ama keşke bu işi daha organize, daha derli toplu yapsak. Mesela bu meyanda âkil insanlar topluluğunun yaptığı çağrı gayet olumludur. Yani, ‘o durmuyorsa, ben de durmuyorum’ denilirse; devlet bunu PKK’ye derse, PKK’de bunu devletten beklerse olmaz. Devam eder bu çatışmalar. ‘Ben tek taraflı çatışmasızlık ilan ettiğim zaman acaba yenilgiyi kabul mu ettim?’ Bu, devlet açısından da, PKK açısından da geçerli. ‘Acaba geri bir adım mı attım’ psikolojisi de yine bu işin önündeki engeldir. İnanın bu aşamada kim tek taraflı durursa barışın tacı onun başında olacaktır. Bu bir acizlik, yenilmişlik, geri çekilme olarak anlaşılmamalıdır asla. Peygamber Efendimiz (SAV) Hadis-i Şerif’inde; ‘Sulh hükümlerin efendisidir’ diyor. Yani kim elindeki silahı, ‘bırakıyorum’ derse, bu ona büyük bir onurdur. Eli tetikten çekmeyi kastediyoruz.

Öcalan’ın 2013 Nevruzu’nda silahların susturulması mesajını pek çok kez yinelediniz. Tam bu noktada Öcalan’ın yeni bir mesajının olası bir ateşkese dönüşebileceğini düşünüyor musunuz?

Kesinlikle katılıyorum. Sayın Abdullah Öcalan’ın mutlaka siyasetteki bu baş aktör rolü devam etmelidir. Kürt siyaseti üzerindeki en önemli kişi Sayın Abdullah Öcalan’dır. Bugüne kadar verdiği bütün mesajlar da, izlediği bütün siyaset de Türkiye’nin lehinedir. Barış yanlısıdır. Kürtlerin, Türklerin, Türkiye halklarının birlikte yaşaması üzerine bir projeyi destekliyor. Şimdi böyle bir durumda kendisiyle ilgili bütün kanalların kesilmiş olması, siyaseten devre dışı bırakılması büyük bir yanlıştır. Büyük bir eksikliktir. Onun tekrar devreye girmesi barışın önünü açacaktır. Devletin şu psikolojiden kurtulması lazım: PKK silah bırakmasa bile, çatışmalar her gün devam etse bile demokratikleşmenin devam etmesi gerekmektedir. Şimdi PKK silah bırakmazsa seçim barajı düşmeyecek mi? Kürtçe anadil eğitimi olmayacak mı? Benim köyümün orijinal adı iade edilmeyecek mi? Demokratikleşme herhangi bir yere rehin tutulamaz. Devlet demokratikleşmeye mutlaka devam etmelidir PKK dağdan inmese bile. PKK’ye de şunu söylüyoruz: ‘Devlet bundan sonra hiçbir adım atmasa da bunun yolu artık silah değil.’ Siyasi kanallar vardır, bu siyaset caddesini genişletip, bulvar haline getirmek lazım. Yüzde 13’ü yüzde 43’e getirmenin hesabını yapmak lazım. Türkiye halkı ile birlikte yeni bir Türkiye inşa etmenin yolunu siyasette açmak; bunu söylüyoruz.

Peki umutlu musunuz tarafların yeniden çözüm süreci etrafında bir araya geleceğine?

Kısa vadede maalesef kan, gözyaşı, toz ve duman var. Bugünkü hava durumu böyle. Ama hiçbir hava durumu ilânihâye devam etmez. Defalarca şunu söyledik: ‘Elli bin insan öldü, elli bin insan daha ölse bu devirdiğimiz masayı tekrar ayağı kaldırıp etrafına oturacağız.’ Onun için bu yanlış yolun neresinden dönülse kârdır. Bu anlamıyla bu masa tekrar kurulacak. Bundan eminim Allah’ın izniyle. Bu yönüyle ümitliyim. Çünkü bizim halkımızın, seksen milyonun sağduyusu, ferâseti, vicdanı bu masayı tekrar kuracak. Ama fazla bedel ödemeyelim. Ne kadar erken olursa o kadar iyi.