HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, AK Parti'nin böyle devam etmesi durumunda sorunları kontrol edemez ve ülkeyi yönetmez bir duruma geleceği uyarısını yaptı.
Abone olİNTERNETHABER.COM - HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, T24 sitesinde yayımlanan yazısında "Tam demokratik Türkiye’ ve ‘Avrupa Birliği hedefi’ ile iktidara gelen AKP hükümeti ise 12 yıllık pratiğiyle bu konuda kendine bağlanmış umutları büyük oranda tüketmiş bulunmaktadır" dedi.
"Tükenmiş, iflas etmiş ve son kullanma tarihi geçmiş mevcut paradigmayı değiştirerek, demokratik yeni bir cumhuriyet inşa etmek yerine YÖK, Diyanet İşleri ve Milli Güvenlik Kurulu gibi mutlaka kaldırılması gereken kurumları bile yerinde bırakarak; mevcut sistemi ufak tefek tadilatlar ve makyajlarla boyayarak yola devam etmek istemekte; ancak Ortadoğu’daki ve Türkiye’deki sorunlar karşısında bocalamaktadır" diyen Altan Tan, AK Parti'yi "Böyle giderse bir müddet sonra sorunları kontrol edemez ve yönetemez bir duruma düşecektir" sözleriye uyardı.
HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan'ın 'Nasıl bir çözüm?' başlıklı yazısı şöyle:
PEKİ NEDİR BU ÇÖZÜM SÜRECİ?
Son otuz yıldır Kürt sorununa değinmeyen bir radyo ve TV haber bülteni ile içinde bu konuyla ilgili yazı-haber-yorum bulunmayan bir gazete bulmak mümkün değil.
Son iki yıldır ise neredeyse “çözüm süreci” ile yatıp, “çözüm süreci” ile kalkıyoruz.
Peki, nedir bu “çözüm süreci?”
Kürt sorununun çözümü için neler yapılmalıdır?
Kısa, orta ve uzun vade de hangi adımlar atılmalıdır?
Öncelikle belirtmek gerekir ki devletin ve AKP’nin çözümden anladığı ile halkın yıllardır beklediği çözüm aynı değil. Kürt halkının ezici çoğunluğu demokratik (demokratikleştirilmiş) bir cumhuriyette birlikte yaşamaktan yana.
Bu birlikte yaşamanın sınırlarının Avrupa Birliği modelinde olduğu gibi tüm Ortadoğu’yu kapsaması ve 20. yüzyılın başında cetvelle çizilen sınırların ortadan kaldırılması ise en büyük arzu.
Demokratik bir cumhuriyette eşit ve özgür bir Kürdün bireysel ve kamusal hakları ile ilgili taleplerini birkaç ana başlık altında toplamak mümkün:
BÖLGESEL YÖNETİM TALEBİ
1. Ana dilde eğitim (radyo, TV, gazete, dergi, kitap, müzik, kaset, camide vaaz, köy-kasaba, şehir adlarının iadesi…)
2. Kürtçenin kamusal alanda kullanılması (2. resmi dil)
3. Bölgesel yönetim (etnik, dini, mezhebi değil coğrafi olarak)
Tüm bu haklar sadece Kürtler için değil Kürtlerle birlikte dini, mezhebi, ideolojisi ve etnik kimliği farklı (Alevi, seküler, dindar, gayrimüslim, Arap, Boşnak, Arnavut, Gürcü…) herkes için geçerli olmalıdır. Ancak bu yeni “demokratik cumhuriyet”in önündeki en büyük engel mevcut tekçi, laikçi ulus devlet anlayışıdır.
AK PARTİ TÜRKİYE'Yİ YÖNETEMEZ BİR DURUMA DÜŞECEK
‘Tam demokratik Türkiye’ ve ‘Avrupa Birliği hedefi’ ile iktidara gelen AKP hükümeti ise 12 yıllık pratiğiyle bu konuda kendine bağlanmış umutları büyük oranda tüketmiş bulunmaktadır.
Tükenmiş, iflas etmiş ve son kullanma tarihi geçmiş mevcut paradigmayı değiştirerek, demokratik yeni bir cumhuriyet inşa etmek yerine YÖK, Diyanet İşleri ve Milli Güvenlik Kurulu gibi mutlaka kaldırılması gereken kurumları bile yerinde bırakarak; mevcut sistemi ufak tefek tadilatlar ve makyajlarla boyayarak yola devam etmek istemekte; ancak Ortadoğu’daki ve Türkiye’deki sorunlar karşısında bocalamaktadır.
Böyle giderse bir müddet sonra sorunları kontrol edemez ve yönetemez bir duruma düşecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti (MGK-MİT-Asker-Polis…) ile maalesef iktidara yerleştikçe “devletleşen/devletleştirilen” AKP’nin çözümden anladığı silahların susması, tabutların gelmemesi, PKK’nin silah bırakması/bıraktırılması, gerekirse bir genel afla PKK’nin dağdan inmesi/indirilmesi, Kürtlerin bireysel hakları ile ilgili ise (şarkı, türkü, kaset, kurs, seçmeli ders…) kısmi birtakım düzenlemelerin yapılmasından ibarettir.
TÜRKLERLE AYNI HAKKI KÜRTLER DE İSTİYOR
Özetle ifade etmek gerekirse, Kürtlerin çözümden anladığı Türklerin sahip olduğu hakların aynısını elde etmek, AKP’nin çözümden anladığı ise öncelikle silahların susması, Kürtlerin de mevcut hâllerine razı olup daha fazlasını talep etmemeleri ve “defteri” kapatmalarıdır.
Silahları susturacak/susturabilecek tek irade PKK olduğundan birinci muhatap olarak PKK (Kandil-İmralı) seçilmiş, kimlik hakları ise ötelenmiştir.
Bu yanlış anlayışın göstergeleri açıkça ortadadır. Ağıtlara, hoyratlara, destanlara konu olan 12 Eylül’ün Diyarbakır Cezaevi hâlâ kapatılmamış, bir günde çıkarılabilecek seçim barajının düşürülmesi kanunu çıkarılmamıştır. Yasal, anayasal düzenlemelere gerek duymadan çok kolay ve basit bir şeklide yapılabilecek köy-kasaba-şehir adlarının iadesi yapılmamış, alay-ı vâlâ ile ilan edilen Kürtçe seçmeli ders için ancak binbir badireden sonra mezun olabilen 1.500 Kürtçe öğretmeninin ise açlık grevlerine kadar uzanan büyük mücadelelerden sonra ancak 18’inin ataması yapılabilmiştir.
Savaşın durması, “dağda silahla gezileceğine, ovada siyaset yapmanın/yapabilmenin” sağlanması şüphesiz ki çok önemlidir ve çözümün olmazsa olmaz mütemmim cüzüdür.
Ancak insani, vicdani, İslami… Demokratik haklar asla silahların susmasına rehin tutulamaz.
Velev ki olaylarda her gün 100 kişi hayatını kaybetse bile temel hak ve özgürlükler yok sayılamaz, inkâr edilemez, ertelenemez.
İÇ SAVAŞ UYARISI
Kaldı ki dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde rastlanılmayan yüzde 10’luk seçim barajı için “PKK dağdan inmezse seçim barajı kaldırılmaz” veya “Silahlar susmazsa ana dille eğitim olmaz, cem evleri, tekke ve zaviyeler açılmaz” denilemez.
Demokratikleşmenin her şart ve ortamda sağlandığı bir yerde bu konularla ilgili hiç kimse ile herhangi bir pazarlığa da gerek kalmaz.
Demokratik hakların tanınması ile silahların susması/susturulması (sebep sonuç ilişkileri açısından birbirleri ile ilintili olmakla beraber) birbirine karıştırılamaz.
Demokratikleşme ile silahların susturulması siyaseti aynı anda birlikte yürütülebilir/ yürütülmelidir.
AKP’nin (devletin) bütün bu yanlış ve olumsuz tavırlarına rağmen “çözüm yoksa savaş” yaklaşımını da doğru bulmuyorum.
Irak, Suriye ve Lübnan örnekleri bütün korkunçluğu ile gözler önündedir. Toplumu iç savaşa kadar sürükleyebilen şiddet eylemleri çok büyük acılara ve perişanlıklara yol açmaktadır.
Bu gibi kavgaların-savaşların taraflar açısından “kazananı” olmamaktadır.
Türkiye’nin son 30 yıllık tarihinde Türkler ve Kürtler başta olmak üzere herkes için büyük dersler bulunmaktadır.
2013 Newroz’unda ilan edilen “Bugünden itibaren Kürtlerin Türkiye içindeki hak arama mücadelelerinde silahlı mücadele taktik olarak değil, stratejik olarak sona ermiştir, bundan sonraki mücadele fikri, siyasi ve demokratik olacaktır” beyanı tarihidir ve çok önemlidir.
Mücadeleye bu yolda devam edilmelidir.
En doğru ve en kestirme yol budur.