HDP Diyarbakır milletvekili Altan Tan, Kobani ayaklanması vesilesiyle HDP'yi eleştirdiği için, PKK'li yetkililerden Mustafa Karasu'nun eleştirisine maruz kalmıştı.
Abone olHDP Diyarbakır milletvekili Altan Tan, Kobani ayaklanması vesilesiyle HDP'yi eleştirdiği için, PKK'li yetkililerden Mustafa Karasu'nun eleştirisine maruz kalmıştı. Altan Tan, bu eleştiriye açık bir mektupla cevap verdi.
İşte Altan TAN'ın Mektubu:
Sayın Hüseyin Ali,
17 Ekim 2014 tarihli Özgür Gündem’deki yazınızı okudum. Sizinle yirmi yıl önce Berlin’de tanıştığımız ve aynı evde kaldığımız günden bu yana dünya görüşümüz, ideolojimiz ve siyasi yöntemlerimiz farklı olsa da seviyeli bir dostluğumuz oldu.
Yüzyıllardır en tabii, milli ve insani haklardan yoksun olan halkımızın haklarına kavuşabilme mücadelesi en önemli ortak hedefimiz.
Benim Dicle Vadisi ve Kırklar Dağı ile ilgili açıklamalarımla ilgili yazınıza 12 Mart 2014 Tarihinde yine bir açık mektup ile cevap yazmıştım. Ancak Yeni Özgür Gündem yazıyı basmadı, cevap hakkımı kullandırmadı.
Böylesine hassas bir süreçte Kobani eylemleri ile başlayan ve halen de sürmekte olan siyasi polemiklere girmek yerine görüş ve düşüncelerimi sizinle paylaşmayı daha doğru bulmaktayım.
HAK ARAMAK ANA SÜTÜ GİBİ HELALDİR
Makro analiz ve tespitlere girmeden, öncelikle altını çizerek belirtmek isterim ki; halkın en temel milli ve insani hakları için gerektiğinde milyonluk kitlelerle sokaklara dökülmesi; grev, boykot, yürüyüş, miting, oturma eylemi, sivil itiatsizlik, direniş ve benzeri yöntemlerle hak araması, gösteriler yapması, tepkisini ortaya koyması ana sütü gibi ak ve helaldir.
Ancak yüzlerce mağaza, market, kuyumcu ve bankanın yakılarak yağmalanmasını, yolların ve arabaların ateşe verilmesini, on altı yaşındaki bir çocuğun sığındığı evde arkadaşları ile birlikte öldürülerek balkondan aşağı atılmasını, caddede başının taşla ezilerek, cesedinin üzerinden araba ile geçilmesini, Sayın Öcalan’ın olayların durdurulması ile ilgili açık talimatının meclis kürsüsünden okunduğu günün gecesinde bölgedeki birçok karakola eylem düzenlenmesini ‘birkaç camın kırılması’ olarak görmüyorum.
Kürt halkının, yüzyıllardır zalimlerin her türlü cefası, tankı, topu, bombası, işkencesine karşı en büyük silahı haklı davası, mağduriyeti ve mazlumiyetidir.
‘Mazlumun ahı, indirir şahı’ sözü binlerce yıllık insanlık mücadelesinin özüdür.
MAZLUM ZALİM GİBİ DAVRANAMAZ
1980 öncesi Çorum, Maraş, Malatya… 1980 sonrası ise Sivas ve İstanbul Gazi mahallesi olaylarında olduğu gibi kontrgerilla eylemleri ile tüm ülkeyi kana bulayan, sonrasında ise çek-senet tahsilatı, uyuşturucu ticareti ve kaçakçılık ile mafyalaşan faşist çeteleri bir siyasi parti liderinin velev ki şeklen bile olsa dizginleme çabalarını göz ardı etmenin eksik bir siyasi değerlendirme olduğu kanaatindeyim.
İslami anlayışlarına ve siyasi yöntemlerine katılmadığım, sonradan Hizbullah adını kullanan İlim Grubu 90’lı yılların sonunda Zehra Vakfı Başkanı İzzettin Yıldırım ve Diyarbakır Şehitlik Camii İmamı Übeydullah Dalar başta olmak üzere birçok arkadaşımı öldürdü. İzzettin Yıldırım ve Übeydullah Dalar’ın cesetlerini morgda teşhis edenlerdenim.
İlim Grubu liderleri Hüseyin Velioğlu’nun 2000 yılında Beykoz’da devlet tarafından öldürülmesinden bu yana geçen 14 yıl boyunca silahlı eylemlerden uzak durmaya çalıştı.
KÜRT HALKININ BASKICI YÖNTEMLERE YOL VERMEYECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM
Hüda-par’ı kurarak yöntem olarak sivil siyaseti benimsediğini deklare eden bir örgütü geçmişteki eylemlerini gerekçe göstererek veya gelecekteki iktidar mücadelesinde ‘tehlike’ olarak değerlendirerek onunla çatışmanın veya çatışmaya yol açacak yaklaşımların Kürt halkının yararına olmadığı, geçmişteki savaşın tekrarlanmasının halkımızın felaketi olacağı düşüncesindeyim.
Kürt halkının Türkiye-İran-Irak ve Suriye’deki dikdatör tek parti rejimlerinden çekmediği kalmadı.
Kürt halkının kendi içinde de ister din, ister Kürtlük, ister sosyalizm adına adı, şekli, ambalajı ne olursa olsun tekçi ve baskıcı yöntemlere yol vermeyeceği görüşündeyim.
Her türlü inanç, din, mezhep ve etnisitenin birlikte ve özgürce yaşayacakları demokratik bir rejime susadığı, bunu da er veya geç gerçekleştireceği inancındayım.
43 yıllık bir siyasi tecrübeden sonra yüzlerce ‘babayiğidin’ kırıntılarına ulaşmak için kendini paraladığı nice ikbal sofralarını hayatı boyunca defalarca tekmeleyerek devirmiş ve en sonunda da Recep Tayyip Erdoğan tarafından İmralı heyetinden malulen emekliye ayrılmış bir kişi olarak şahsımla ilgili ‘birkaç camın kırılmasını gündemleştirerek savaş propagandalarına alet olmayı’ ise değerlendirme dışı bırakmaktayım.
Bunca yıllık siyasi tecrübeden sonra kendimce şu tespitleri çok önemli bulmaktayım.
Kürt halkının milli ve insani (bireysel ve kamusal) haklarını elde edebilmesi için ulusal ittifakı şarttır. PKK, Barzani, Talabani, PYD, Goran, İslamcı, Sosyalist, Liberal tüm Kürtler bu ittifakı sağlayamazlarsa Ortadoğu’nun Kurtlar sofrasından ‘ekmek’ çıkarmak mümkün değildir.
Bu durum Ankara, Şengal, Mahmur ve Kobani’de bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmış, Erbil ve Rojava’daki kazanımların nasıl bir pamuk ipliğine bağlı olduğu gözler önüne serilmiştir.
TEK İSTİKRAR ADASI TÜRKİYE
Tüm Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’yu Bulgaristan’dan Ermenistan’a, Filistin’den Halepçe’ye, Kahire’den Musul’a; Beyrut’tan Şam’a, Halep’e, Kobani’ye, Pakistan’dan Afgan Mülteci Kamplarına kadar dolaşmış bir kişi olarak açıkca ifade etmem gerekirse tüm eksiklikleri ve olumsuzluklarına rağmen bölgenin tek ‘istikrar adası’ Türkiye’dir.
Türkiye tam demokratik bir cumhuriyet haline gelmeden/getirilmeden Kürtler de dahil (Bağımsız bir Kürdistan kurulsa bile) bölgede hiçkimsenin rahat etmeyeceği, edemeyeceği düşüncesindeyim.
Bütün bir Ortadoğu yeniden dizayn edilirken kimsenin uydusu, sömürgesi, mandası olmadan dünyadaki siyasi dengeler gözetilirken Suriye-İran-Rusya ekseni yerine Avrupa Birliği-ABD ekseninin reel politiğe daha uygun olduğu fikrindeyim.
Işid (DAİŞ) Erbil ve Kobani’de ABD uçaklarınca bombalanırken Kürt gençlerinin sevinç çığlıkları atma ve halay görüntülerinin sorunlarını birtürlü kendi aralarında çözemeyen Türk-Kürt-Arap; Sünni-Şii-Alevi özellikle de yıllarca emperyalizme karşı olan sosyalist ve islamcı Ortadoğu siyasetçileri ve aydınları için bir utanç ve ibret tablosu olduğu kanaatindeyim.
MÜCADELE FİKRİ SİYASİ VE DEMOKRATİK OLACAKTIR
Sayın Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecindeki olumlu söylemini, seçimde elde edilen neticeyi ve Sayın Öcalan’ın 2013 Newroz’unda ‘Kürtlerin Türkiye içinde hak arama mücadelelerinde silahlı mücadele yöntemi taktik değil, stratejik olarak sona ermiştir. Bundan sonra mücadele fikri, siyasi ve demokratik olacaktır.’ Beyanını çok önemli bulmaktayım.
AKP Hükümetlerinin en önemli hedefi sorunlara radikal çözümler üretmek değil sadece seçimleri kazanmak ve iktidar oyununa devam etmektir.
Kürt sorunu başta olmak üzere Ortadoğu ile ilgili hiçbir doğru makro projesi bulunmamaktadır.
Çözüm sürecinde ise Kürtleri oyalayarak, süreci çürütmeye ve günü kurtarmaya çalışmakta olduğunu hemen her fırsatta dile getiren bir kişi olarak Devletin ve AKP’nin bu kabul edilemez tavrına rağmen Türkiye içindeki mücadelemizin bundan sonra da demokratik, fikri ve siyasi olması gerektiğine inanmaktayım.
Türkiye içinde bundan farklı bir yöntemin Türkiye’yi Allah korusun Suriyeleştireceği ve bundan herkesin büyük zararlar göreceği inancındayım.
Sayın Hüseyin Ali,
Yolumuz uzun, işimiz zor.
Allah bize yardım etsin.
Selam ve dua ile.