Alnından vurulmuş bir çocuk, bedeni paramparça olmuş bir genç kız... Ahmet Altan savaşın soğuk yüzünü öyle bir anlatmış ki okuyan herkesi kendine getiriyor...
Abone olGündemin içinde boğulmak, her gün duyduğumuz ölüm haberlerinin kimi zaman bir haberden öteye geçmemesi ve modern insanın yüreğinde bir etki yaratmadan öylece kanal değiştirmek... Bütün bunlar gerçeğin yeniden üretiminin içimizde uyandırdığı duyarsızlıktan ibaret. Fakat gerçeğin ardında unutulanlar bu kadarla kalmıyor... "Mayına basan bir askerin kopan bacağının yerinde kırmızı iplikler gibi sallanan kan damarlarını unutuyoruz, gözüne mermi yemiş bir gerillanın boşalmış göz çukurundan fışkıran kanı unutuyoruz!"
Terör eylemlerinin arttığı, Türk Kürt kutuplaşmasının yaratılmaya çalışıldığı hatta bazılarının savaş çığırtkanlığı yaptığı şu günlerde Ahmet Altan savaşın soğuk yüzünü köşesine taşıdı. Altan, savaş kelimesinin aslında unutulan ama düşünüldüğünde insanın yüzüne tokat gibi çarpan gerçekliğini okurlarına yeniden hatırlatıyor.
İşte Ahmet Altan'ın o yazısı...
İhtimal Gerçekleri anlatmak için kullandığınız kelimeler bazen fazla kullanılmaktan eskir ve "eskimiş kelimeler" bu kez lanetli bir büyünün içinden geçmiş gibi biçim değiştirip "gerçekleri "saklar.
Kelime anlamını yitirir ve o "anlamsızlık" arkasındaki gerçeğin önünde kalın bir perde oluşturur.
Savaş, böyle bir kelime.
Bu kelimeyi söylüyor ama genellikle ne söylediğimizi bilmiyoruz.
Bu kelimenin içinde roketle parçalanmış bir çocuk bedeni olduğunu unutuyoruz, mayına basan bir askerin kopan bacağının yerinde kırmızı iplikler gibi sallanan kan damarlarını unutuyoruz, gözüne mermi yemiş bir gerillanın boşalmış göz çukurundan fışkıran kanı unutuyoruz, bindiği minibüsle birlikte havaya uçan genç bir kızın havada kavisler çizen kolunu unutuyoruz.
Savaştan konuştukça, savaş sözcüğünün derinlerinde saklı olan korkunç gerçekler uzaklaşıyor bizden.
Zihnimiz bir deri parçası gibi kalınlaşıp duyarlılığını kaybediyor.
Kelimeler içimize işlemiyor.
Bunları unuttuğunuzda, o parçalanmış bedenleri, yarılmış kafataslarmı, akan beyinleri, elmacık kemiğinin yanından sarkan gözü unuttuğunuzda, "savaşın neden sürmesi gerektiğine" dair uzun nutuklar atabiliyorsunuz.
Sürmesini istediğiniz şeyin ne olduğunu iyi görmelisiniz.
Bir pazar sabahı size savaştan küçücük sahneler taşımaya çalışan kelimelerle incinen zihniniz, o kelimelerin gürültüsünü, patlayışını, inleyişini, kıvranışını duymalı, o kelimelerden akan pembemsi kanı, o kelimelerden sarkan kopuk kolları, o kelimelerin içine yan yana dizilmiş sıcaktan şişmiş ölü bedenleri görmeli.
"Savaş" dediğinizde bunlar yaşanıyor.
Kırk bin tane ölü beden yatıyor savaş sözcüğünün içinde.
Ve, beş yüz tane çocuk ölüsü duruyor aynı yerde.
En küçüğü üç yaşında.
Bir mermiyle vurulmuş.
0 çocuğun "ırkını" merak ediyorsanız eğer, siz bir alçaksınız.
0 bir çocuk, üç yaşında ve bu savaşın içinde vuruldu.
0 artık bir ölü.
Onun gibi çeşitli yaşlardan beş yüz tane küçük çocuk var.
O dört yüz çocuğun hikâyesini topladı Tuğba Tekerek, onları size anlatacak, bir mermiyle nasıl vurulduklarını, bir otobüste nasıl yandıklarını, bir minibüsle nasıl havaya uçtuklarını, bir roketle nasıl parçalandıklarını anlatacak.
Savaş kelimesinin gerçek anlamını hatırlayın.
Devamını istediğiniz savaşın ne olduğunu iyice kavrayın.
Savaşı kutsayanlardan, savaşın devamını isteyenlerden, minicik bir barış ihtimalinin bile üzerine titrenmesi gerektiğini anlamayanlardan, savaşta ölenleri unutanlardan, savaşta ölecek olanlara aldırmayanlardan iğreniyorum.
Bazen öylesine öfkeleniyorum ki soğukkanlılıkla savaştan bahseden birini ensesinden tutup, yüzünü parçalanmış bir çocuk bedeninin kanlar içindeki karnına bastırmak, "bak, iyi bak, istediğin savaş bu işte" demek istiyorum.
Görelim bakalım, savaşı gene de isteyecek misiniz?
Alevler içindeki bir otobüste kendi etinin kokusunu duyarak yanmanın, kavrularak ölmenin ne olduğunu biliyor musunuz?
Patlayan bir roketle yarılan karnınızdan sarkan bağırsaklarınızı ellerinizle toplayarak ölmenin ne demek olduğunu biliyor musunuz?
Bu kelimelerden nasıl irkildiğinizi tahmin edebiliyorum, birde bunu yaşayanları düşünün.
Ceylan'ın etrafa saçılmış etlerini toplayıp eteğine dolduran annesini düşünün.
Savaşı istiyor musunuz?
Bu ölümleri haklı gösterecek bir nedeniniz, bu çocukların hayatından daha kutsal bir amacınız var mı?
Savaşı isteyenleri Kürt ya da Türk diye birbirinden ayırmıyorum, en küçük bir barış ümidinin bile savaşı durdurmaya yeterli olduğuna inanmayan herkes, kalın kemikli elleriyle çocukları boğan bir cellât benim için.
Savaşı övenler, bu beş harflik kelimenin arkasında neler olduğunu görün.
Neyi savunduğunuzu, neyi övdüğünüzü görün.
Üzerine taşla vurulan taze bir ceviz gibi ezilen beyinleri, bir havan mermisiyle yüzünün yarısı uçan insanları görün.
Kimsenin galip gelemeyeceği, "kimsenin galip gelemeyeceğini" savaşan herkesin bildiği bir savaşı neden sürdürüyorsunuz?
Daha fazla genç, daha fazla çocuk ölsün diye mi?
Barışı hemen sağlayamıyorsak, bir "barış ihtimali" yaratmalı, o ihtimalin içinde durmalı, konuşmalı, o ihtimali bir gerçeğe çevirmek için uğraşmalıyız.
Bizim için bir "ihtimal" bile çok kıymetli şimdi.
Bir mermiyle alın kemiği kırılmış, gözü avucuna düşmüş bir çocuğu hayal edin, böyle ölen bir çocuk zihninizde ve vicdanınızda bir kıpırtı yaratmıyorsa, bunun sevdiğiniz bir çocuk olduğunu düşünün, böyle bir acının gerçekleşmesini önleyecek bir ihtimal bile çok değerli değil midir?
Savaşı o ihtimalden daha değerli bulan alçaklardan olmayın, çocuklara acımayanlardan olmayın, gençlerin ölümünden bir sevinç yaratmaya uğraşanlardan olmayın.
İhsanı ve tanrıyı unutanlardan olmayın.