BIST 9.673
DOLAR 35,25
EURO 36,77
ALTIN 2.960,98
HABER /  GÜNCEL

Ali Alkan’dan sert mesajlar

Yargıtay Başkanı Ali Alkan, “Yargıtay’ın münferit bir kararı ele alınarak kararın değil, kararı veren kişilerin, dairelerin ve kurulların yı...

Abone ol

Yargıtay Başkanı Ali Alkan, “Yargıtay’ın münferit bir kararı ele alınarak kararın değil, kararı veren kişilerin, dairelerin ve kurulların yıkıcı bir üslupla eleştirilmesini, eleştirilerin yıpratma kampanyası haline dönüştürülmesini, eleştirirken de herkesin kendi siyasi düşüncesini ölçü almasını doğru bulmuyoruz. Yargıyı yıpratmak kimseye bir yarar sağlamaz. Adaletin güçlü olması, hâkimler için değil herkes için güvencedir. Bu husus hiç unutulmamalı, yargı mensupları polemiğe zorlanmamalıdır” dedi.
2014-2015 adli yılı JW Marriott Otel’de düzenlenen törenle açıldı. Törene, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bazı milletvekilleri ve yüksek yargı mensupları katıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu’nun verdiği konserin ardından açılış konuşmalarına geçildi. Yargıtay Başkanı Ali Alkan, yaptığı konuşmada, 1943 yılından beri süregelen ve bu sene 71’incisi düzenlenen 2014-2015 adli yılının ülkemize adalet, barış ve huzur getirmesini temenni etti. Anayasanın 2’nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik ve sosyal bir devlet olması yanında “hukuk devleti” olduğunun açıkça belirtildiğini hatırlatan Alkan, “Hukuk devleti, bireyi esas alan, faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı, denetlenebilen, hak ve özgürlükleri güvence altına alan, vatandaşlarına hukuk güvenliğini sağlayan, yönetimde keyfiliği engelleyen ve kendisini hukukla sınırlayan devlettir. Hukuk devleti, hukuku olan devletten daha ileri bir anlam ifade etmektedir. Bu anlam, normları ve yüksek standartları sözleşmelerle kabul edilmiş uluslararası toplumun ya seçkin ve örnek gösterilen ya da sorunlarını hâlâ aşamamış bir üyesi olma konusundaki bir tercihi içermektedir. Hukuk başlı başına bir amaç değil, adalet için bir araçtır. Soyut bir kavram olan adalet, hukuk sistemi içerisinde yer alan ve hukuka meşruiyetini veren temel ilkeler üzerinde somutlaşır. Bu temel ilkeler hukukun genel prensipleri ve insan haklarıdır. Bu ilkeler, hukuku asırdan asra, toplumdan topluma değişen, sübjektif ve göreceli bir kavram olmaktan çıkararak ona evrensel bir adalet anlayışı üzerinde objektif varlığını kazandırır” diye konuştu.

“YARGI BAĞIMSIZLIĞI VE HUKUK DEVLETİ OLMADAN GELİŞMİŞ ÜLKE OLUNAMAYACAĞINA İLİŞKİN DÜŞÜNCE SAHİPLERİNİN OLMASI DA BİZLERİ ÜMİTLENDİRMEKTEDİR”
Hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesi, insan haklarının güvence altına alınması ve özgürlüklerin korunmasının ancak demokratik rejimlerde mümkün olabileceğini kaydeden Alkan, “Anayasamızca da benimsenmiş olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, egemenlik yetkisinin devlet erkleri arasında hiyerarşik olarak değil işbölümü ve işbirliği içerisinde kullanılması olarak tanımlanmıştır. Bu ilke devlette farklı erklerin bulunduğu, özgürlüklerin güvence altına alınabilmesi için de bu erklerin birbirinden ayrı ve müstakil organlara verilmesi gerektiği düşüncesine dayanmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı erkleri önceleri tek bir otorite tarafından kullanılırken; demokrasi düşüncesinin gelişmesiyle erklerin birbirinden bağımsız çalışması olgusu gerçekleşmiştir. Bu ilkenin temel amacı, egemenliğin bir kimsede, bir zümrede, bir erkte toplanmasına izin verilmemesidir. Denetim, ileri demokrasinin teminatıdır. Yargının bağımsızlığını ortadan kaldırmak veya yürütmeye bağlı bir yargı oluşturmak, yargı denetiminden kaynaklanan meşruiyeti hafife almak olacaktır. Yürütmenin etkisi altında olan bir yargının, keyfi ve hukuka aykırı eylem ve işlemlere karşı gerçek bir denetim ifa etmesi beklenemez. Böyle bir sistemde hiç kimsenin hak ve özgürlüklerinin koruma altında olduğu da söylenemez” ifadelerini kullandı.
1943 yılından beri yapılan adli yıl açış konuşmalarının ortak noktasını kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığının oluşturduğunu bildiren Alkan, “Bu konuda Anayasa ve yasalarda düzenlemeler yapılsa da demokratik hukuk devleti diye tanımladığımız ülkelerdeki yargı bağımsızlığı standartlarını bir türlü yakalayamıyoruz. Yürütmenin bir kısım temsilcileri, yetkili soruşturma makamları tarafından verilmiş bir talimat olmadan yargıya polis operasyonu yapılabileceğini kamuoyu önünde açıklayabilmektedir. Yargıyı isteğe göre dizayn etmek için yargı kurumları üzerinde baskı oluşturulmak istenmesi, yargının kendi içerisinde yapacağı seçimlere ilişkin müdahale girişimleri endişeyle karşılanmaktadır. Buna karşılık yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti olmadan gelişmiş ülke olunamayacağına ilişkin düşünce sahiplerinin olması da bizleri ümitlendirmektedir” şeklinde konuştu.

“ANAYASAYLA YARGIYA TANINAN DEMOKRATİK SEÇİM HAKKININ KULLANILMASI SONUCUNDA OLUŞACAK TEMSİLE, YENİ BİR YASA DEĞİŞİKLİĞİ İLE MÜDAHALE DÜŞÜNCESİ KABUL EDİLEMEZ”
“Yargı kararlarındaki hataların yine yargının kendi denetim sistemi içerisinde giderilmesi beklenmelidir” diyen Alkan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bu hususlar yargı bağımsızlığına müdahale için gerekçe yapılmamalıdır. Son zamanlarda Yargıtay Kanunu ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nda yapılan değişiklikler ile yargıya müdahale girişimleri, sorunları çözmekten çok artıracak niteliktedir. Yargı bağımsızlığına müdahale niteliği taşıyan konularda yargının susmasını ve sadece kararları ile konuşmasını beklemek, ancak demokrasiye, kuvvetler ayrılığına ve hukukun üstünlüğüne gerçek anlamda bağlılığın yaşandığı ortamlarda haklılık kazanabilir. Evet, yargı sadece kararlarıyla konuşmalıdır. Çünkü yargının millet adına karar verme fonksiyonu, gündelik tartışmaların uzağında, sakin ve korunmuş bir ortamda çalışmasını gerektirmektedir. Zira o, yasama ve yürütmeyi denetleyen bir erk olarak mehabetini korumak durumundadır. Yargının sükûnet ihtiyacına gerekli özen gösterilmiyorsa veya bu ihtiyaç umursanmıyorsa, sessizliği korumak nasıl mümkün olacaktır? Mehabet dediğimiz olgu, biraz da muhataplardan beklenmesi gereken bir özene işaret etmez mi? Bir yasa önerisinin yüksek yargının yere indirileceği şeklinde sunulması, birkaç sene önce verilmiş bir Yargıtay kararının güncel bağlamda yakışıksız bir biçimde anılması, yargısal kararlarla kabul edilmiş olguların mevcut olmadığının ilan edilmesi, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşürecek yakıştırmaların alenen yapılıp soruşturmacıya hukuka uygun tek bir delil sunulmaması, yüksek yargı için öngörülen yapısal değişikliklerin kurumsal görüşler alınmadan gerçekleştirilmesi, yüksek yargıdaki muhtemel seçim süreçleri ve yüksek yargıçların seçime ilişkin özgür tercihleri önemsenmeden takvim öngören yasalar yapılması, Yargıtay’daki unvan ve görevler için yıllar içinde yerleşmiş ve kabul gören sürelerin müktesepler dikkate alınmadan ve hiçbir ihtiyaca dayanmadan değiştirilmesi, idari nitelikli takdire bağlı tasarruflara bile müdahale edilmesi gibi hususlar, yargıyı konuşmaya zorlayan uygulamalar değil midir? Hiç endişe edilmesin, genel olarak ülkemizdeki yaklaşımın, özel olarak da içinden geçtiğimiz ortamın bir yargıçlar devletine yol açma ihtimali; yargının, yargısal denetimin, hâkim ve savcıların etkisizleştirildiği bir Türkiye ihtimali yanında, pek zayıftır. Yargının bağımsızlığı en başta yargı kurumlarının organizasyonlarında ve işleyişinde kendini gösterir. Yargının teşkilat yapısı ile yargısal alan; beklentilerle, ani gelişen olaylar üzerine makul, meşru ve haklı gerekçe içermeden, tek taraflı olarak düzenlenebilecek bir alan olmamalıdır. Özellikle anayasayla yargıya tanınan demokratik seçim hakkının kullanılması sonucunda oluşacak temsile, yeni bir yasa değişikliği ile müdahale düşüncesi kabul edilemez.”
Bugün yargıya güvenin zedelendiğini, azaldığını söyleyenlerin bunun nedenleri arasında yargı bağımsızlığının önemli ölçüde azalmış olduğunu görmeleri gerektiğini ifade eden Alkan, “Yargıtay’ın münferit bir kararı ele alınarak kararın değil, kararı veren kişilerin, dairelerin ve kurulların yıkıcı bir üslupla eleştirilmesini, eleştirilerin yıpratma kampanyası haline dönüştürülmesini, eleştirirken de herkesin kendi siyasi düşüncesini ölçü almasını doğru bulmuyoruz. Yargıyı yıpratmak kimseye bir yarar sağlamaz. Adaletin güçlü olması, hâkimler için değil herkes için güvencedir. Bu husus hiç unutulmamalı, yargı mensupları polemiğe zorlanmamalıdır” dedi.

“HÂKİM BAĞIMSIZLIĞI VE TEMİNATI ÖZEL ÖNEMİ NEDENİYLE ANAYASA’DA KAPSAMLI BİR ŞEKİLDE DÜZENLENDİĞİ GİBİ, ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERDE DE YER ALMIŞTIR”
Hâkimlerin görevlerini adalete uygun biçimde özgürce yapabilmeleri için yargı bağımsızlığı yanında hâkimlik teminatının da tam olarak sağlanması gerektiğini vurgulayan Alkan, “Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı; hâkimleri her türlü baskı, tehdit, tavsiye ve yönlendirmeye karşı koruma sağlayan güvencelerdir. Hâkim bağımsızlığı ve teminatı özel önemi nedeniyle Anayasa’da kapsamlı bir şekilde düzenlendiği gibi, uluslar arası sözleşmelerde de yer almıştır. Hâkim bağımsızlığı ve teminatı, yargılama işlevini yerine getiren hâkimler için bir ayrıcalık olmayıp, yargılananlar için adil yargılanma hakkının güvencesidir. Bağımsız ve teminatlı olmayan bir mahkemenin adalet dağıtması, hak ve özgürlükleri koruması mümkün değildir. Adalet dağıtanların elindeki bu güvencelerin alınması, hâkimi değil, yargı eliyle hakkına kavuşacak insanları mağdur eder. Yargı bağımsızlığını teminat altına almak için hâkimlere tanınan anayasal güvencenin, yürütmeden bağımsız bir otorite tarafından hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu durum, hâkimlerin karar alma süreçlerindeki bağımsızlıklarını, görev süreleri ile coğrafi teminatlarının güvenceye alınmasını ve ekonomik anlamda kendilerini bağımsız hissetmelerini sağlamayı içerir” diye konuştu.

“HÂKİM VE SAVCILAR, MENFAAT VE BASKI GRUPLARINDAN HERHANGİ BİR BEKLENTİYLE DE KARAR VEREMEZLER”
Hukuk devletinin temel gereklerinden birisinin de yargının tarafsızlığı olduğuna dikkati çeken Alkan, şunları kaydetti:
“Tarafsızlık, hâkimin baskı altında kalmadan, etkilere kapalı, objektif olarak yargılama yapması, hukuka ve vicdanına göre karar vermesidir. Bu anlamda tarafsızlık herkes için bir güvencedir. Hâkim, önüne gelen davada görüş ve inançlarından sıyrılarak günlük siyasetin ve tartışmaların etkisinden uzak kalarak karar vermelidir. Hâkimler de bu toplumun içinde yaşamaktadırlar. Bu nedenle farklı görüş ve tercihlerinin olması doğaldır. Ancak, hâkimler bu bireysel düşüncelerinin etkisiyle karar veremez ve siyasal düşüncelerini kararlarına yansıtamazlar. Hâkimler, tarafsız oldukları kadar özel ve mesleki yaşamlarındaki davranış ve söylemleri ile de tarafsız görünmek zorundadırlar. Hâkimlerin siyasallaşması, siyasallaştırılmak istenmesi veya siyasete konu yapılması, görevlerine yansıtmadıkları bireysel görüşlerinden dolayı ayrımcılığa tabi tutulması hukuk devletinde kabul edilemez. Hâkim ve savcılar, menfaat ve baskı gruplarından herhangi bir beklentiyle de karar veremezler. Yargının tarafsızlığının sağlanması öncelikle yargı görevini yerine getirenlerin sorumluluğundadır. Bununla birlikte yasama ve yürütme erklerinin temsilcileri de hâkimlerin tarafsızlığı konusunda şüphe uyandırabilecek her türlü beyanattan kaçınmalıdırlar. Tarafsızlığın zedelendiği bir ortamda verilen kararlara güvenilemeyeceği için adalet duygusu tatmin olmayacaktır.”

“İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ DEMOKRATİK BİR SİSTEMDE İKTİDARI DENETLEMENİN EN ÖNEMLİ ARAÇLARINDAN BİRİSİDİR”
“Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri, ifade özgürlüğü hakkının sınırlarını şimdiye kadar oluşturmuş olduğu bir içtihadi hukuk zenginliği ile belirlemiştir” ifadesini kullanan Alkan, “Ne var ki uluslararası hukukun kriterleri gözetildiğinde ülkemizin arzulanan bir yerde olmadığı açıktır. Siyasi iktidarlar, ulusal güvenlik, kamu düzeni gibi gerekçelerle bu hakkın kullanılmasını engelleme eğilimindedirler. Hâlbuki ifade özgürlüğü demokratik bir sistemde iktidarı denetlemenin en önemli araçlarından birisidir. Bu yönüyle özgür basının da varlığı başta olmak üzere aykırı düşüncelerin ifade edilmesi sağlıklı bir işleyiş için de sigorta niteliğindedir. Dolayısıyla, ifade özgürlüğünün en geniş tanındığı alan, devlete, kurumlarına ve politikalarına karşı yöneltilen eleştirilerdir. Bundan sonra da siyasilerin ve kamusal kişiliklerin kamusal tartışma platformunu ilgilendiren tüm düşünce ve yaşam alanları gelmektedir” şeklinde konuştu.
“Adalet, devlet düzeninin temelidir” deyişinin ışığında hukuk düzenine ilişkin yaşanılan diğer bir kısım sorunlara da değinmek istediğini kaydeden Alkan, “Son dönemde yaygın olarak yapılan haber ve yorumlarda adalete olan güvenin ve inancın azaldığından bahsedilmekte ve bunu yansıtan istatistiki bilgiler yayımlanmaktadır. Ancak bu güven eksikliğinin nedenleri üzerinde hiç durulmamakta, güvensizliği dile getiren kesimlerin bu konuda ne gibi olumsuz etkilerinin olduğu değerlendirilmemektedir. Mahkemeler ve kararları kanunla teminat altında olduğu halde kamuoyunda açık ve aleni bir şekilde sert ve yıkıcı bir üslupla eleştirilebilmektedir. Bu durum mahkemelerin sanki kanuna ve delillere göre değil de konjonktüre göre kararlar veriyormuş algısı ve inancını oluşturmaktadır. Hukuki güvenlik ilkesinin hayata geçirilmesi ve korunması, hukukun üstünlüğüne bağlı kalacağına ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağına ant içmiş yasama ve yürütme mensupları ile ‘Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatine göre hüküm verecek olan’ yargı mensuplarının ödevidir” ifadelerini kullandı.

“YARGI KARARLARI, HUKUKA AYKIRILIĞIN SAPTANDIĞI BİRER BELGE OLMAKTAN İBARET OLMAYIP UYGULANMAK İÇİN VARDIR VE UYGULANMASI ZORUNLUDUR”
Alkan konuşmasına şöyle devam etti:
“ “Yasalar soyut ve genel olarak hazırlanır” temel hukuk ilkesine karşın özel amaçla yasa çıkarma anlayışı, aynı yasalarda sık sık değişiklikler yapılması ve yasalar çıkarılırken anayasaya uygunluğu konusunda gerekli özenin gösterilmemesi adalete olan güveni sarsmakta, yargı ve yönetimde de tıkanmalara neden olmaktadır. Bu, ülkemizin ve milletimizin barışı ve huzuru için tehlikeli bir durumdur. Yargı, yürürlükteki yasalara göre, belge ve delillere bakarak kararını verir. Buna rağmen kesinleşmiş mahkeme kararları, dosya içerikleri bilinmeden siyasi mülahazalarla tenkit edilmektedir. Hukuk sistemimizde yaşanılan bu olumsuzluklar yıllardır üye olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği ve diğer demokratik ülkelerce de izlenmekte, diplomatik bir şekilde yapılan uyarıların ülkemiz hakkında hazırlanan uluslararası raporlara yansımaları görülmektedir. Yargı kararları, hak arama özgürlüğünün somut yansımasıdır. Hak arama özgürlüğü, yargı kararları ile korunan bir hakkın sahibine kazandırılması ile gerçekleşir. Yargı kararları, hukuka aykırılığın saptandığı birer belge olmaktan ibaret olmayıp uygulanmak için vardır ve uygulanması zorunludur. Önceki yıllarda da dikkat çektiğimiz ve bir asayiş sorunu olmanın ötesinde cinsiyet ayrımcılığına dayalı bir insan hakları sorunu olarak ele alınması gereken kadına karşı şiddet olgusu ve her türlü çocuk istismarı maalesef ciddiyetini korumaktadır. Gençliğimizi tehdit eden uyuşturucu kullanımı giderek artmakta, kullanım yaşı hızla düşmekte ve kullanıcılara yönelik tedavi hizmetleri, bir mahkeme ilamına bağlı olduğunda bile etkin olamamaktadır. Mülkiyet hakkını ilgilendiren hırsızlık suçları ile iş ve çalışma hayatını ilgilendiren hukuksal uyuşmazlıklara ilişkin davaların sayısı da hızla artmakta, Yargıtay’daki iş yükünün ciddi bir kısmını bu tür davalar teşkil etmektedir. Dava sayısı üzerinden izleyebildiğimiz bu artışlar nedeniyle toplumsal sorunlarımızın niteliği ve özellikle de hak duygumuzun aşınmasına ilişkin olarak düşünmeli ve yüzümüzü sorunun asıl kaynağına, özellikle eğitime bakan yönüne çevirmeliyiz.”
Yargıtay’ın iş yüküne değinen Alkan, “Sıklıkla vurguladığımız gibi adaletin gecikmesi toplumsal huzuru bozmaktadır. Oysa hukukun temel amacı toplumda barışı tesis etmektir. Son üç yıldaki yoğun çalışma tempomuza hız kesmeden devam etmekteyiz. Geçen yıllarda da örnek verdiğim Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin boşanma davaları hakkında karar verme süresi 2010 yılında iki yıl, 2011 yılında bir buçuk yıl, 2012 yılında dokuz ay, 2013 yılında altı ay iken bu yıl itibariyle dört ay gibi makul bir süreye gelmiş durumdadır. Rakamlarla ifade etmek gerekirse Yargıtay’da 2008-2010 yılları arasında yıllık ortalama çıkan dosya sayısı 550 binlerde iken, 2011 yılında yapılan değişikliklerden sonra bu sayı 900 binlere ulaşmıştır. 2014 yılına devreden dosya sayısı 520 bin olup, eğer dairelerimiz 2011 yılında yapılan değişiklikler doğrultusunda çalışmalarını artırmasaydı bu sayı 1 milyon 500 bini aşmış olacaktı. Bu vesileyle tüm Yargıtay çalışanlarına teşekkür ediyorum” ifadelerini kullandı.

“SON ÜÇ YILDA YAKLAŞIK YÜZDE 40 ORANINDA ARTAN DOSYA SAYISINA KARŞILIK, YARGITAY OLARAK İNCELEME SÜRELERİ KONUSUNDA ULAŞTIĞIMIZ STANDARTLARDAN GERİYE GİTMEME ÇABASI İÇERİSİNDEYİZ”
“Son üç yılda yaklaşık yüzde 40 oranında artan dosya sayısına karşılık, Yargıtay olarak inceleme süreleri konusunda ulaştığımız standartlardan geriye gitmeme çabası içerisindeyiz” diyen Alkan, “Yapılan açıklamalara göre 2014 yılı Kasım ayında bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle Yargıtay’a gelecek dosya sayılarında önemli bir azalmanın olacağı muhakkak ise de bölge adliye mahkemeleri yönüyle benzer sorunların bir iki yıl içerisinde yaşanması ihtimali çok yüksektir. Gerek ülkemiz ölçeğinde gerekse 2014-2015 Adli Yıl açış konuşması daha küçük ölçekteki yargı sistemlerinde uyuşmazlıklar ilk aşamada ve yüksek oranlarda arabuluculuk, uzlaşma ve tahkim gibi alternatif uyuşmazlık çözüm yolları ile sonuçlanmaktadır. Bu iş yükü sorununun azaltılması için alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının etkin bir şekilde uygulamaya konulması gerekmektedir. Yargıtay’ın içtihat üretme ve uygulama birliğini sağlama temel görevini yerine getirebilmesi için uygun şartların sağlanması önemlidir. Bu gün itibariyle ilk derece mahkemelerinde açılan dava dosyalarının yaklaşık beşte biri önümüze gelmekte ve son denetim mercii olarak burada çözümlenmektedir. Gelen bu dosyalar arasında nitelik itibariyle temyiz incelemesinden geçmesi mutlak zorunluluk içeren uyuşmazlıklar olduğu gibi hem nitelik hem de nicelik olarak ilk aşamada sonuçlanması gereken uyuşmazlıklar da bulunmaktadır. Enerjimizin oldukça fazla miktarı, doğru filtreleme olmamasından dolayı bu ikinci tür dosyalara harcanmaktadır. Sistemin verimli olarak çalışma ortamına kavuşmasının gerekliliği çok açıktır” şeklinde konuştu.

“200 BİNİ AŞKIN KARARI KİŞİSEL VERİLERDEN TEMİZLEYEREK HERKESİN ERİŞİMİNE AÇMIŞ OLUP, BU ÇALIŞMA DİĞER DAVA TÜRLERİNE İLİŞKİN KARARLAR İÇİN DE SÜRDÜRÜLMEKTEDİR”
Alkan, şunları kaydetti:
“Yargıtay Başkanlığı verdiği kararlarda şeffaflığı ve uygulama birliğini sağlamak amacıyla icra iflas hukukuna ilişkin 200 bini aşkın kararı kişisel verilerden temizleyerek herkesin erişimine açmış olup, bu çalışma diğer dava türlerine ilişkin kararlar için de sürdürülmektedir. 1975- 2012 yılları arasındaki Yargıtay Kararları Dergisi’nin tamamı internet ortamında erişime açılmıştır. Ayrıca ilgililere de internet üzerinden siyasi parti üyelik kaydı sorgulama, tebliğnamelere ve Yargıtay kararlarına erişim imkânı sunulmuştur. Ceza Genel Kurulu ve Hukuk Genel Kurulu kararlarının tamamı yayımlanmaktadır. Başta ilk derece mahkemelerinde görev yapanlar olmak üzere tüm meslektaşlarıma sesleniyorum. Hâkim ve savcı olmak, bizim için en büyük onur ve şeref kaynağıdır. Hiçbir makama, unvana ve göreve tamah ve tenezzül etmeyiniz. Yargının hepimizin bildiği iç sorunlarını kendi içinizde, kendiniz çözünüz. Görevinize ve temsilinize müdahale ettirmeyiniz. Bağımsızlık ve teminatınıza el uzatan hiçbir çözüme rıza göstermeyiniz, başınızı dik tutunuz. Sizler, ülkemizin farklı köşelerinde, üstün vasıflarınız, mütevazı yaşamınız ve vicdanlarınızdan süzdüğünüz kararlarınızla, yargının yüz akısınız. Mesleki dayanışmanızı ortaya koyma biçimlerinizi, çok sesliliğinizi ve mesleki örgütlenmelerinizi takdirle izliyor, sizleri sevgi ve saygıyla kucaklıyorum. Yargının tüm kademelerinde görev yapmakta olan çalışanlara 2013-2014 yılında gösterdikleri üstün gayret ve çabaları nedeniyle teşekkür ediyorum. Yeni adli yılın yargı bağımsızlığı ve hukuk güvenliği adına daha güzel günler getirmesi dileğiyle açılışımıza onur veren konuklarımıza ve meslektaşlarıma en derin saygılarımı sunuyorum.”

“ ÖZLEDİĞİMİZ TOPLUMSAL BARIŞA ULAŞMAK İÇİN KONUŞACAĞIZ TARTIŞACAĞIZ”
Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Fevzioğlu ise açılış konuşmasına 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutlayarak başladı. Fevzioğlu, şunları söyledi:
“Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü. Bölgemiz kan gölüne dönmüş durumda. Mezhep savaşları almış başını gitmişken, mezhebi, dini ya da ırkı gerekçe gösterilerek insanlar katledilir, ırzına geçilir, köle yapılır, açlığa, susuzluğa, kavurucu sıcağa dünyanın gözü önünde terk edilirken, barıştan söz etmek ne kadar zor. Yine de umudumuzu yitirmeyecek, barış için mücadeleye devam edeceğiz. Bu noktada önce sınırlarımızın hemen ötesine bakıp, başta mezhepçiliği reddeden, özgürlükçü laiklik ve eşit yurttaşlık olmak üzere sahip olduğumuz Cumhuriyet değerlerinin kıymetini bileceğiz. Ardından çok özlediğimiz toplumsal barışa ulaşmak için konuşacağız, tartışacağız. Ortak geçmişimizin ve geleceği birlikte yaşama ülkümüzün altını çizecek, ayrışmak yerine birbirimizi nasıl tamamladığımızı ortaya koyacağız. Bütün bunları, yargının güven altına aldığı temel haklarımızı kullanarak yapacağız. Bugün burada, bu çatı altında buluştuğumuz veya buluşamadığımız herkesle aynı şanlı bayrağın altında, aynı vatan topraklarında birlikte yaşıyoruz. O yüzden birbirimizi dinleyeceğiz, birbirimizden öğreneceğiz. Önerilerden ve eleştirilerden yararlanıp, ülkemiz adına el ele daha güzel işler yapacağız.”

“ÜLKENİN TEMELLERİNE VE GELECEĞİNE YÖNELMİŞ AÇIK VE YAKIN EN BÜYÜK TEHLİKE ‘KEYFİLİK’TİR”
“Adalet, mülkün yani ülkenin temelidir” diyen Fevzioğlu, “Yargının kurucu unsuru olan avukatlar, hâkimler ve savcılar bu ülkenin temel taşları arasındadır. Adalet ülkenin temeli olduğuna göre yargı camiasını, avukatları, hâkimleri, savcıları düşman ilan etmek, yargıyı itibarsızlaştırmak, devleti temellerinden sarsmaktır. Bu güzel ülkenin kahraman, fedakâr, asil, namuslu, vicdanlı avukatları, hâkimleri, savcıları; Düşmanımız kin ve keyfiliktir bizim. Biz ise kin tutmayız, keyfilik yapmayız. Biz biliriz ki ilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder. Oysa ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Sanat olmazsa, hepimiz tek renge, tek sese mahkûm oluruz. Aydınlık bir gelecek ancak bilimle, fenle ve sanatla mümkündür. Adalet ise bütün bunların, öyleyse geleceğimizin güvencesidir. Yargıya, dolayısıyla adalete, dolayısıyla ülkenin temellerine ve geleceğine yönelmiş açık ve yakın en büyük tehlike ‘keyfilik’tir. ‘Devlet benim’ keyfiliğidir. ‘Ben ne dersem o olur’ keyfiliğidir. ‘Sadece benim istediğimi düşünebilirsin, söyleyebilirsin, yazabilirsin’ keyfiliğidir. ‘Benim istediğim gibi karar vermez, benim işime geldiği gibi düşünmez, benim dediğimi yapmazsan seni hain ilan ederim, hedef gösteririm’ keyfiliğidir.‘Benim adamımsan idarenin her düzeyinde işin istediğin gibi yürür, benden değilsen insanca yaşama hakkın dahi yoktur’ keyfiliğidir.‘Anayasa’yı tanımam, kanunu hiç tanımam’ keyfiliğidir. ‘Yasama da, yürütme de, yargı da benim olsun, benim değilse hain olsun’ keyfiliğidir. Çağdaş dünyada sınavsız avukatlık neredeyse kalmamışken, hukuk devleti açısından zorunlu olan avukatlık sınavını Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen yeniden düzenlememe keyfiliğidir. Avukatların, yargının kurucu unsuru olduğunu bir türlü içe sindirememe keyfiliğidir. Avukatı dışlamak yoluyla avukatın savunduğu yurttaşı sistem dışına çıkarma keyfiliğidir. ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ demek yerine vatandaşı devlete hizmetkâr yapma keyfiliğidir” şekline konuştu.

“YARGININ KENDİ İÇİNDEKİ KEYFİLİKLERİN HESABINI VEREBİLİR HALE GELMESİNİ TEMİN EDECEK BİR DÜZENİ KURACAĞIZ”
Binlerce cesur avukatın, hâkim ve savcının hukuk dışı her müdahaleye “hayır” diyeceğini kaydeden Fevzioğlu, “Hayatlarını hukukun üstünlüğüne adamış binlerce avukat, hâkim ve savcı, bu güzel ülkenin her köşesinde, insanlarımıza “eşit yurttaş” olmanın mutluluğunu yaşatacaktır. Binlerce meslektaşımız; Soma’daki ve yurdun dört bir yanındaki iş cinayetleriyle, Gezi’de öldürülenler, gözlerini yitirenlerle, baskıya uğrayan gazetecilerle, istismar edilen, katledilen çocuk ve kadınlarla, TEOG sınavının mağdur ettiği gençlerimizle, yok edilen çevreyle ilgili davalarda ve yurttaşlarımızın açtığı ya da yargılandığı yüzbinlerce davada dik duracaklar, adalet dağıtacaklar. Bizler el ele vereceğiz; hep birlikte, insanlara güven veren, adalet dağıttığına inanılan bir sistemi inşa edeceğiz. Hâkim bağımsızlığını ve tarafsızlığını, savcı teminatını, avukatların mesleklerini Adalet Bakanlığı baskısı olmaksızın icra edebilmelerini sağlayacağız. Yargının kurucu unsurlarının birlikte çalışmalarını sağlayarak, adil yargılama yapmalarını, böylece gerçeği gerçek olmayandan, suçluyu suçsuzdan, haklıyı haksızdan ayırt etmelerini mümkün kılacağız. Yargının kendi içindeki keyfiliklerin hesabını, yargı bağımsızlığı ilkeleri çerçevesinde verebilir hale gelmesini temin edecek bir düzeni kuracağız. Kişilere göre şekillenmeyen, çağdaş dünyanın ihtiyaçlarına çözüm üreten bir yargı sisteminin zorunlu olduğunu tüm topluma ve siyasi partilere anlatacağız” dedi.
Savunmanın hala baskı altında olduğunu savunan Fevzioğlu, “Avukatlar, mesleki faaliyetleri nedeniyle soruşturulmakta ve kovuşturulmaktadır. Avukatın görevi, insanların haklarını, onların kullanımına sunmaktır. Şu halde avukat, toplum içinde yaşayan insanı birey yapan meslek mensubudur. Avukatın hak ve yetkilerine veya avukatın doğrudan doğruya yaşamına ya da vücut bütünlüğüne yönelen her saldırı, aslında bu ülkede yaşayan herkesin temel haklarına yönelmiştir. Rejimi ne olursa olsun bütün devletlerde uyuşmazlıkları çözmek üzere kurulmuş mahkemeler vardır. Ancak sadece demokratik hukuk devletlerinde etkin ve yargının kurucu unsuru niteliğini taşıyan bağımsız savunmadan söz edilebilir. Etkin ve bağımsız savunmanın olmadığı rejimlerde hâkimler ve savcılar idarenin memurlarından ibarettirler” ifadelerini kullandı.
Fevzioğlu konuşmasına şöyle devam etti:
“Avukatların meslek alanı sürekli olarak daraltılmakta, münhasıran avukatlar tarafından yerine getirilebilecek faaliyetlerin sayısı giderek azaltılmaktadır. Etkili sosyal güvencemiz hala yoktur. Kontrolsüz açılan hukuk fakültelerinden yeterli eğitimi almamış hukuk fakültesi mezunları sınavsız bir şekilde avukatlık stajına başlayıp kolaylıkla avukat olmakta, sonuçta hem hizmetin kalitesi düşmekte hem de avukatlar büyük ekonomik zorluklara sürüklenmektedir. Hukuk fakültelerinin açılması ve müfredatlarının belirlenmesi konusunda buradan Yüksek Öğretim Kurulu’na işbirliği çağrımızı tekrarlıyoruz. Türkiye Barolar Birliği olarak geçtiğimiz dönemde bütün baroların ve ilgilenen avukatların katkısını sağlayarak çağdaş bir kanun taslağı ortaya koyduk. Bu taslak, yapılacak değişikliklerde esas alınmalıdır. TBMM’de katılımcı süreç işletilmeden ‘ben yaptım oldu’ zihniyeti ile karşımıza getirilecek kanun tasarısı veya gece yarısı teklifleriyle Avukatlık Kanunu’nun değiştirilmesinin, hukuk devletine ve huzurlu bir toplumsal yaşama ağır darbe vuracağını ifade etmek istiyorum. Avukatlık Kanunu’nun 46/2. maddesinin açık hükmüne rağmen avukatın Yargıtay’da dosya görmesini vekâletname ibrazına bağlayan Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun hukuka aykırı idari işleminin geri alınmasını geçen yıl bu kürsüden talep etmiştik. Herhangi bir gelişme olmamasını üzüntüyle karşılıyorum. Ortadoğu kan gölüne dönmüş, mezhep savaşları sınırlarımıza dayanmış, her gün insanlık katledilirken, Türkiye’nin başka devletleri, onların kamuoylarını ve uluslararası örgütleri harekete geçirerek bu vahşeti durdurması, kendi içimizde insan haklarını gerçekleştirmemize bağlıdır.”

“GÜN, CUMHURİYET DEVRİMİNİN IŞIKLI YOLUNDA DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLER İÇİN OMUZ OMUZA MÜCADELE ETME GÜNÜDÜR”
“Devlet idarecilerini tarihe altın harflerle geçiren; dönemlerinde yapılan yollar, köprüler, binalar değil, keyfilik yapıp yapmadıkları, adaleti hakim kılıp kılmadıklarıdır” diyen Fevzioğlu, “Adaletsizlik nedeniyle insanların çektikleri acılar, yapılan inşaatları gölgede bırakır. Keyfiliğin panzehiri, hukukun üstünlüğünü savunmaktır. Haksızlıklara karşı, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın birlikte tavır almaktır. Gün, bugündür. Gün, hukukun üstünlüğü için avukat, hakim ve savcıların kenetlenmesi günüdür. Gün, Cumhuriyet devriminin ışıklı yolunda demokrasi ve özgürlükler için omuz omuza mücadele etme günüdür. Bu mücadele elbette kazanılacaktır. Çünkü özgürlük daima kazanmıştır” ifadelerini kullandı.
(İHA)