Yargıda cemaat yapılanması var mı? İki farklı kesimde bu iddia yüksek sesle dillendirilince ortalık karıştı.
Abone olDanıştay'ın katsayı kararı yargıda mezhepçi yapılanmayı yeniden gündeme getirdi.. Zaman yazarı Ali Ünal ve Taraf yazarı Murat Belge işte bu görüşleri yazdı, gündem hareketlendi.
Alevi yargıçların yüksek yargıda örgütlendiğini dile getiren yazarlara Alevilik Araştırma Merkezi Başkanı Ali Yıldırım'dan sert tepki geldi. Yazarları utanmazlıkla suçlayan Yıldırım, Murat Belge'yi Muaviye'nin kılıcına benzetti..
ÜYELERİN BİRİSİNİN ADI ALİ
Yıldırım, yaptığı yazılı açıklamada Danıştay’ın katsayı kararı sonrası gerici çevrelerin tekrar Alevileri hedef aldığını, gerekçelerinin ise ilkel bir yaklaşıma dayandığını ifade ederek “Kararı veren Danıştay dairesindeki üyelerin birisinin adı Ali, birisinin babasının adı M. Ali, birisinin kayınpederinin adı H. Ali, birisinin; ailecek doğum yerleri, Ali ile özdeş ilimiz,diğerinin Ali’ye bağlılığı da deşifre edilmiş bulunuyormuş.
Yani bu üyeler Alevi imiş. Alevi olduklarına göre de adil bir karar vermezlermiş. Karar yanlı ve ideolojik imiş.İnsafa, akla mantığa ve gerçeklere tümüyle aykırı ve bir yalan üzerine kurulu bir tez. Fakat acı olan bu vesile ile bu bayların Alevi düşmanlıklarını gözlerini kırpmadan ifade edebilmeleridir” dedi.“Adı Ali ise Alevidir. Alevi ise yargıç olamaz. Oldu ise verdiği karar geçersizdir.
81 İLİN BİR TEKİNİN BİLE VALİSİ ALEVİ DEĞİLSE
500 yıl önce de bunları dedesi Ebusuud Efendi aynı sözleri söylüyordu” diyen Yıldırım, şunları kaydetti:“Bu dinci gerici çevrelerin ‘Alevilere hayat hakkı tanınmamalıdır’ beyanı aslında resmi yaklaşımın bir başka ifadesidir. Eğer bu ülkenin 81 ilinin bir tekinin bile Valisi Alevi değilse, eğer bu ülkenin 81 ilinin bir tekinin bile Emniyet Müdürü Alevi değil ise o zaman gerici yobazın o halde yargıç da olamazlar feryadı temelsiz değildir. Kamudaki atama, görevlendirme ve yükselmelerde Alevilere yönelik ayrımcılık son bulmadıkça, başarı ve liyakat tek ölçü olmadıkça Aleviler toplumsal yaşamda da hayat hakkı bulmakta zorlanacaklardır.
“MUAVİYE’NİN KILICI MURAT BELGE”
Yargıda mezhepçi bir yapılanma olduğu iddiasının yalnızca dinci gerici çevreler tarafından değil, “Murat Belge gibi sözde solcu aydınlar” tarafından da dile getirildiğini ifade eden Yıldırım, “Böyle bir yalanı dile getirmekten hiç utanmıyorlar. Alevilerin yargıçlık yapmalarına bile tahammül edemeyen bir zihniyet var karşımızda. Yapılanın adı Muaviye’nin kılıcını alıp Alevi yargıçların üstüne yürümektir. Yargı kararlarının evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde değil de kararı verenlerin inançlarına göre değerlendirmek cehaletin vicdansızlığın had safhasıdır” görüşünü belirtti.Yıldırım, Alevilerin bu toplumda yüzlerce yıldır büyük acılar yaşadığını ancak hiçbir zaman ayrımcılık istemediğini, tüm insanların kardeşçe yaşadığı laik demokratik bir Türkiye istediğini kaydederek Alevilere yönelik ayrımcı zemini ortadan kaldırmanın, siyasal iktidarın görevi olduğunu vurguladı.
ALİ ÜNAL'DAN İLGİNÇ DEĞERLENDİRME
Zaman Gazetesi yazarı Ali Ünal 30 Kasım'daki 'Sünniler, Aleviler ve Dersim' isimli yazısında şunaları yazmıştı: "Bugün, bilhassa yüksek yargıda vicdanları kanatan kararları verenlerin de pek çoğu, Alevî yargıçlar olsa gerek" Ve bir diğer gerçek, bir asırdır bu ülkedeki her türlü zulmün en büyük mağduru da Sünnî Müslüman çoğunluk olmuştur."
MURAT BELGE YARGIDAKİ ALEVİ YAPILANMASIYLA İLGİLİ 4 ARALIK'TA TARAF'TAKİ KÖŞESİNDE NE YAZMIŞTI? O YAZI HABERİN DEVAMINDA...
[PAGE]CEMAAT VE YARGI
Türkiye’de cemaat yapılarının direnişi üstüne düşünürken gözüm Suriye’ye kayıyor. Osmanlı’nın zengin cemaatler yapısının eskisine yakın biçimde hayatta kaldığı bölgelerden biridir Suriye. Tabii toplumsal doku, politik yapılanmayı da doğrudan ve dolaylı belirler. Hafız Esad Ortadoğu’da en uzun süre iktidar koltuğunu korumuş siyasî önderlerden biridir. Neydi ona bu uzun cumhur sultanlığı yapma imkânını veren? Suriye’nin Alevi cemaatiydi.
Türkiye’de Hatay’da tanıdığımız Nusayrîler; Suriye’nin Hatay’a yakın bölümlerinde, örneğin Lazkiye’de bayağı bir yoğunluk oluştururlar. Ama genel nüfus içinde oranları yüzde on ikiyi geçmez. Hafız Esad bu kökenden geliyordu.
Suriye henüz bağımsız olamamış, bir Fransız mandası altında Osmanlı’dan ayrılmışken, Fransızlar burada kolonyalizmin klasikleşmiş bir taktiğini uyguladılar ve kurdukları Suriye ordusunun subay kadrolarında ülkenin çeşitli azınlık gruplarına öncelik verdiler: Aleviler (Nusayrîler), Dürzîler, İsmailîler ve Kürtler, Suriye ordusunda, Suriye toplumunda olduğundan daha avantajlı bir yer edindiler. Bu durum Suriye Fransız mandasından çıkıp bağımsız bir cumhuriyet olduğu zaman da devam etti ama bu yeni dönemde bazı değişimlere uğradı. Nusayrîler dışında kalan azınlık grupları ordu içindeki nüfuzlarını sırayla kaybettiler. Örneğin ileri gelen Dürzî subaylar, Selim Hatum ve arkadaşları, 1967’de idam edildiler. Onlar, 1966’daki, Nusayrî subayların öncülüğünde gerçekleştirilen 1966 darbesine karşı direniş içindeydiler. Hatumi yenilip aradan çıkarken, onun ve kadrolarının yerini otomatikman Nusayrî subayları aldı. O tarihte bu da muhtemelen “otomatikman”, o yerleri alabilecekler o kesimden geldiği için, böyle olmuştu. Ama sonraki yıllarda ordudaki Nusayrî hegemonyasına bakan biri bunun da geleceğe yönelik bir plan ya da bir komplonun parçası olduğunu düşünebilir.
Çünkü bundan sonra ordu Dürzîlerden başka Kürt, İsmailî vb. subaylardan arınırken, Nusayrî subaylar adım adım ilerledi ve Suriye ordusuna egemen oldular. Genel olarak baktığımızda, bütün kadro içinde, Sünnîler çoğunluktaydı ve bunun böyle olması, ülke nüfusunun oranları düşünüldüğünde, normaldi. Sorun, Sünnî subayların İsrail sınırına, Türkiye sınırına vb. yollanması ve Nusayrî komutasındaki askerî birliklerin Şam çevresinde bulunmasıydı. Bunlar Suriye ordusunun en seçkin birlikleriydi. Ama asıl işleri –ve asil işleri- Esad’ı korumaktı.
Bu oldukça basit manivela yıllar yılı Esad’ı iktidarda tutmaya yetti. Şimdi de oğlunu orada tutuyor.
Bir zamandan beri Müslüman ve İslâmcı azınlık bu duruma çatıyor, bununla mücadele ediyor. Nasıl ediyor? “İslâm’la ilgisi olmayan Alevi (belki “Kızılbaş” da diyorlardır) bir azınlık tepemizde! Kalkın ey ehl-i müslimin!” Yani en bayağısından bir Alevi düşmanlığı yapıyorlar. Nusayrîlerin ise, bu propaganda biçimini işitmeden önce, Ortadoğu’da dinî azınlık olmakla ilgili, pek hoş olmayan anıları olsa gerek (Türkiye’deki Aleviler gibi). Dolayısıyla, bugün elde tutmaya devam ettikleri saldırgan pozisyonu aslında savunma amacıyla tuttukları da söylenebilir.
İroni, Suriye’de bugün varolan dengelerde, siyasî İslâm cenahından gelen “Aleviler bizi yönetiyor! Ne olacak halimiz?” çığlıklarının, orduda Nusayrîlerin etkisini arttırmaya yaraması. Bu da siyasî dengenin böylesi işte!
Ve buyurun size “cemaat politikası”.
Türkiye’de bunun benzeri var mı? Alevi cemaatin Kemalizm’le ilişkisi belli. Onur Öymen’in kahramanca çıkışı dahi bunu henüz bütünüyle değiştiremez, çünkü cemaat önderlerinin kararları belli.
Ama TSK içinde Suriye’dekine benzer bir Alevi örgütlenmesi var mı? TSK her haliyle kapalı kutu. Birileri, birtakım gözlemler yapıp bu yolu açmış olabilir. Ama bunun olduğunu sanmıyorum.
Yüksek Yargı’daki durum var. Alevilik orada örgütlü: kimi düşman, kimi dost olarak gördüğü de kendi açısından açık seçik ortada. Kararları da bunu gösteriyor.
Biz aramızda konuşuyoruz, “Yüksek Yargı” diye. Oysa orada cemaat ilişkileri geçerli.
Ve modernleşen Türkiye’den söz ediyoruz.