BIST 9.725
DOLAR 35,20
EURO 36,75
ALTIN 2.968,40
HABER /  GÜNCEL

Alev Alatlı'dan açıklama geldi!

Süleyman Özışık'ın bugün yazdığı yazıya adı geçen Alev Alatlı'dan yalanlama geldi.

Abone ol

İnternethaber medya Grup Başkanı ve yazarı Süleyman Özışık, bugün kaleme aldığı "PKK ile hangi liderler masaya oturdu" başlıklı yazısında bir çok resmi belgede yer alan bilgiyi okurlarıyla paylaşmıştı.

O bilgi şuydu:

"...Mesut Yılmaz adına görüşmeleri sürdüren isim ise ANAP liderinin danışmanı Alev Alatlı'ydı... Aynı Mesut Yılmaz 1996 yılında bir kez daha danışmanı Alev Alatlı'yı devreye sokacak ve HADEP'ten Recep Doğaner üzerinden devletin ilişki kurmak istediği haberini PKK'ya ulaştıracaktı..."

Ancak bu satırlara adı geçen Alev Alatlı'dan açıklama geldi. Alatlı, bahsi edilen tarihte Mesut Yılmaz adına PKK'nın hiç bir yöneticiyle görüşmediğini belitti.

Alatlı'nın gönderdiği açıklama şöyle:

"PKK ile hangi liderler masaya oturdu?" başlıklı 11 Nisan 2013 Perşembe başlıklı

INTERNETHABER yazınızda

"...Mesut Yılmaz adına görüşmeleri sürdüren isim ise ANAP liderinin danışmanı Alev Alatlı'ydı... Aynı Mesut Yılmaz 1996 yılında bir kez daha danışmanı Alev Alatlı'yı devreye sokacak ve HADEP'ten Recep Doğaner üzerinden devletin ilişki kurmak istediği haberini PKK'ya ulaştıracaktı..." şeklindeki tümüyle mesnetsiz olduğu sabit, def'atle tekzip ettiğim kirli bilgiyi nedeni sizde saklı bir sebeple yeniden sirküle etmiş bulunuyorsunuz.

Aşağıda, 12.07.2010 tarihinde, başka bir gazetede yayınlanan "Tekzip niyetine" başlıklı cevabım, yanlışınızı düzeltmeniz için yeterli olmalı diye düşünürüm.

1999 yılının hemen başlarında, sanırım Ocak bitmemişti, Almanya’da yaşayan bir gazeteci arkadaşım aradı; MED-TV’de Kâni Yılmaz’ı seyrettiğini, adamın, adını şimdi hatırlayamadığım başka bir PKK’lı ile söyleşi yaptığını, söyleşide Başbakan Mesut Yılmaz’ın kendileriyle “yeni bir süreç geliştirmek” istediğini, - bu kelimeler onların kelimeleri, benim değil! – “T.C. adına elçi olarak gelip kendileriyle ilişki kuracak temsilcinin isminin Alev Alatlı” olduğunu söylediğini anlattı. Dahası, dediklerine göre Genelkurmay da işin içindeydi ve benim “elçiliğim” komutanların onayı ile gerçekleşecekti!

Şimdi, tabii, ben gazeteci değilim, keza, PKK, bölge ya da strateji uzmanı olmadığım da açık! O kadar açık ki, Kâni Yılmaz adı da birşey ifade etmiyor! Meğer, kendileri pek ünlü olup, Apo’nun “rakibi” imişler, daha doğrusu “yerini almak üzere” yetiştirilmekteymişler. Nitekim, internete inanmak caiz ise, 2006’da öldürülmüş haindir diye, Kuzey Irak’ta bir yerlerde. “İç-hesaplaşmadır” deniyor; bendeki tercümesi, “ilâ cehennemi zümera.” Her neyse, o gün, saçmasapan sorulara muhatap olmasın diye adını vermediğim arkadaşıma, “Deli saçması!” dedim, telefonu kapattık.

Lakin, kurgu pek bir seksîydi besbelli ki, “haber” Özgür Politika, BBC/Radyo Foreks ve HBB TV’de tekrarlandı. Hadi, “Özgür Politika,” borazandır, yapar, diyelim, ya BBC / Radyo Foreks? İşin doğrusu, bende BBC’nin “dürüst yayıncılık” yaptığına dair yerleşik bir kanaat yoktur – olası umutlarımı da Birinci Körfez Savaşı söndürmüştü zaten, ama Radyo Foreks öyle değildi, orada haysiyet sahibi olduğunu bildiğim arkadaşlar vardı. Onları aradım; aklım sıra haberin dezenformasyon niteliğini açıklayacağım, yok böyle birşey diyeceğim. Ne, Mesut bey ile olan ilişkim benden böyle bir şey istemesine cevaz verir, ne böyle bir konu açıldı, ne ben herhangi bir kapasitede gitmeyi aklımdan geçirdim, ne de PKK nam örgütle bir biçimde bağlantılı veya meraklısı veya sempatizanı olan kimseyi tanırım, ne de tanımak için özel bir gayretim olur. Bunları anlatıp, dezenformasyonu doğrultacağım aklım sıra. Aman, efendim, ne mümkün?!

Nasıl bir ruh halidir, anlamak mümkün değil, ancak, konuştuğum arkadaşların sesleri düştükçe düştü, adeta düş kırıklığına uğradılar, “Benim bu işle uzaktan yakından bir ilgim yok” dediğimde. Hani, neredeyse, “Neden gitmedin, ayıp ettin,” türü bir havadır esti. Hatta, birisi kalktı, “Bana böyle bir talep gelseydi, değil, Almanya’ya, Fizan’a giderdim!” deyiverdi! Yetmedi, “Ne o, Devlet seni korumaz diye mi, korktun?”

Allahallah?! Ne alâsı var?! Şimdi, bir yandan bunlar söyleniyor, bir yandan da, “Gittiysen gittin canım! Ne olmuş, yani, suç mu?! Gidersin, gidersin! Sen Alev Alatlı’sın. Almanya’ya da gidersin, Şam’a da!” şeklinde, bir garip dolduruşa getirme gayreti! Hani, vardır ya, “İsmet Paşa, 17 Haziran 1917’de Kastamonu’ya çıktı” gibi bir lâf, yahu, İsmet Paşa değil, Mustafa Kemal Paşa, 17 Haziran değil, 19 Mayıs, 1917 değil, 1919… hangi birisini düzelteyim hesabı, mümkün değil konuşamıyorsunuz.

Anlaşıldı ki, Ortaçağ’da yaşıyoruz; istedikleri kadar fiyakalı okulları bitirmiş, dış ülkeler görmüş, diller öğrenmiş olsunlar, bu arkadaşlar asla verdikleri haberin sorumluluğunu üstlenmeyecekler.

Ne garip! Birisine hırsız diyeceksiniz ama ispat etmeye zahmet etmeyeceksiniz, ve sizin hırsız dediğiniz yükümlü olacak kanıtlamakla hırsız olmadığını! Hoşgeldin, Katolik adaleti! İşin daha da çirkin tarafı, “Sen de amma alıngansın, hırsız demiş olsak ne olur?” şeklinde, iftira üstüne eklenen hakaret!

Bu ülkede, bir şeyi, sırf yanlış olduğu için doğrultmak, geçerli bir pratik değil, onu görüyorsunuz. Salt ilkesel nedenlerle karşı çıkmak diye bir pratiğimiz yok, birşeye karşı çıkıyorsak çıkarımız öyle gerektirdiği için çıkıyoruz. Çıkarımıza dokunmuyorsa, bırakın, isteyen istediğini söylesin. Söylesin de, ben de yüzyüze bakacak halimiz kalsın diye, akranlarımın sıradanlıklarıyla iyi geçinmekten usandım!

Onbir yıl önceki demeç: Kani, Abdullah, Abdurrahman ya da hangi eşkıya ne demişse bütünüyle düzmecedir, çünkü, (1) Ben Sayın Yılmaz’ın özel ya da resmi danışmanı değilim, (2) Sayın Yılmaz’ı elbette tanırım ama (a)danışman kapasitesinde değil, (b) memuru olarak hiç değil. (3)Söylenen tarihlerin beş yıl öncesinden itibaren, Almanya’sı, Avrupa’sı şöyle dursun, yurt dışına çıkmışlığım yoktur,(4) Pasaportumun süresi dolmuş, uzatma zahmetinde bile bulunmamış olduğum kayıtlarla sabittir, (5) Donanımın, bilgim ve ilgim, PKK nezdinde ve “elçilik” bağlamında, beni zurnanın son deliği yapmaya bile yetmezken, Türkiye Cumhuriyeti devleti bula bula beni bulacak kadar peynir ekmekle yememiştir aklını, nitekim.

O gün söylediklerim, bugün de geçerli. Geçerliydi de ne oldu? MED ekibinin haysiyetine başvurmak abesti, bugün hâlâ abes olduğu Günay adlı şahsın hezeyanında tastiklidir. BBC/Foreks, olayı geçiştirdi. HBB tv tekzibi umursamadı – nitekim, onun meselesi de Tansu Çiller üzerinden Mesut Yılmaz’dı, ben değil. Hoş bir açık yakaladıklarını düşünüyor olmalıydılar, utanmadan alt yazı girdiler saatlerce, RTÜK devreye girdi de ancak sustular.

Bitti sanıyorsunuz değil mi? Hiç olur mu, canım?! Aynı yılın Haziran’ında da bu defa ayrıntıları farklılaştırılmış kurguyu eşkiyabaşı tekrarladı, mahkemede. Mealen şöyle, Alev Alatlı’nın kendisinden “Mesut Yılmaz’ın isteği üzerine görüşme talep ettiği, bu görüşmenin o günlerde kendisinin ikamet ettiği anlaşılan Şam’da patlayan bir bomba yüzünden yapılamadığı, bilâhare ‘Şahin’ isimli birisiyle, Avrupa’da gerçekleştirildiğinin kendisine bildirildiği” şeklinde! Tahmin edeceğiniz gibi, haydi, süreç yeniden başladı, yeniden tekzipler, vs.vs. Hani, “yüzeysel” devletin arşivleri de olmasa, durduk yerde adım “derin” devlete çıkacak!

Şimdi, düşünüyorum da, kime yarıyor bütün bu yalan dolan? Aklı evvel gazeteci dostlarım var, PKK sürecini mümkün olduğunun en iyisi kadar izleyen, onların bir kısmının demesi, “örgüt bunu Türkiye Cumhuriyeti devletinin PKK’yı adam yerine koyup, ‘elçi’ göndermek istediğini vurgulamak için yapıyor, mesele, mensuplarına moral verirken, düş kırıklığına uğrattıkları Avrupalı dostlarına da fiyaka yapmak” diyorlar. Diğer bir kısmı, 1999’daki iç-hesaplaşmalarına bağlıyor, “rant,” demekteler. Kâni Yılmaz, Başbakan sana elçi yollayacak diye Apo’yu yanıltmışmış, ama ne amaçla, daha doğrusu rant da nasıl bir rant?! - Günay isimli bu zata sormalı, o, iyi bilse gerek.

Bu noktada yine de soracak bir soru var: Niye, Alev Alatlı da, mesela “…” değil, adı “elçi” diye geçen?! Çünkü, “Valla, Kurda Yedirdin Beni”nin yazarıyım ben. Gördüğüm kadarıyla da pek fazla böyle kitap yok, meseleleri anlatan. Bir de birşey itiraf edeyim, Kürt soluna her zaman PKK’ya olduğumdan daha yakın oldum. Kürt solu ayakta kalabileydi, İmralıdaki naşerifin haddine düşmemişti, sarok diye biji çektirmek çoluğa çocuğa!

Usandım, vesselâm!

Alev Alatlı