Akşemseddin kimdir? Tarihteki önemi, hayatı ve ölümü
Mehmed Bir Cihan Fatihi dizisinin başlaması ile birlikte Akşemseddin merak konusu? Akşemseddin'nin tarihteki önemi nedir 'ne zaman ve nasıl öldü? gibi sorular da merak edilmeye başladı. İşte Akşemseddin'in bilinmeyenleri…
Fatih Sultan Mehmed, 53 gün süren geceli gündüzlü kuşatmadan sonra, 29 Mayıs 1453 Salı günün sabahı, Topkapı- Edirnekapı arasındaki surlardan açılan gedikten İstanbul’a girerken yanıbaşında çok sevdiği, saydığı hocası Akşemseddin de vardı.
Akşemseddin, 1389 yılında Şam’da doğmuştur. Asıl adı Muhammed Şemseddin Bin Hamza, 15. Yüzyılın en büyük âlimlerinden biridir. Hacı Bayram Velî’nin müridi ve Fatih Sultan Mehmed’in mürşidi (hocalar)dir. İstanbul´un manevî fatihi olarak da anılır. Saçının ve sakalının ak olması ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı “Akşeyh” veya “Akşemseddin” adlarıyla ünlenmiştir. Soyu, Hazret-i Ebu Bekir´e kadar ulaşır. Akşemseddin, küçük yaşta Kurân-ı Kerim-i ezberledi. Yedi yaşında babası Şerafeddin-i Hamza Şâmî ile birlikte Anadolu'ya gelip, Amasya'nın Kavak nahiyesine yerleşmişti. (Bazı tarihçiler, Çorum-Osmancık’a yerleşmiş görüşünde)
Sühreverdi’nin torunudur. Babası Şeyh Hamza (Kurtboğan adıyla bilinir) âlim biridir ve oğlunun mükemmel yetişmesini sağlamıştı. Zeki ve kabiliyetli bir zât olan Aksemseddin, her alanda akranlarından daha üstün derecelere ulaşmıştır. Velî ve büyük bir âlim olan babası vefat edince, tahsiline ara vermemiş; Amasya’da ve başka ülkelerde çeşitli bilimler öğrenmiş, naklî ve aklî ilimlerinin yanında tıp bilimlerini de tahsil etmiştir. İlim tahsilini tamamladıktan sonra, Osmancık medreselerinde genç yaşta müderris olmuştur.
Akşemseddin, aynı zamanda iyi bir hekimdir. Osmancık’a döndüğü zaman çeşitli hastalıkları tedavi ediyor, özellikle ruh hastalıklarının tedavisinde başarı gösterdiği için kendisine Tabib-ül-ervah, yani ruhların doktoru deniyordu. Astronomi, biyoloji, tıp ve matematikte zamanın ünlüleri arasındadır. Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirmiştir. Tıp alanında bulaşıcı hastalıklar üzerinde de önemli çalışmalar yapmıştır. Araştırmaları sonunda tıp ile ilgili Türkçe Maddet-ül Hayat ve Arapça yazdığı Hall-i Müşkilât ve Risalet-ün nuriyye adlı Tasavvuf, Türkçe yazdığı Maddet-ül Hayat’ta geçen “Hastalıkların insanlarda teker teker peyda (peydah) olduğunu zannetmek yanlıştır” “Hastalıklar insandan insana gözle görülmeyecek kadar küçük tohumlar vasıtasıyla geçer” cümlesi ile ilk mikrop teorilerinden birini ortaya atmıştır.