BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Akif Beki'nin 'cemaat' yazısı dillerde

Medyada, Akif Beki'nin 'her taşın altında cemaat aramıyorum ama cemaatte her taşın altına girmesin' dediği yazı konuşuluyor.

Abone ol

GAZETECİLER.COM - Akif Beki, "her taşın altında cemaat aramıyorum ama cemaatte her taşın altına girmesin" şeklinde özetlenecek yazısıyla medyada günün konusu oldu.

Akif Beki'nin satırları "cemaatçilere" yönelik değil, "kendini cemaatçi olarak gösteren" kişilere yönelik. Bu ayrımın altını çizdikten sonra demiş ki;

" Cemaatin esas duruşunun devletin birliği için ikilik çıkarmamaktan yana olduğu görüşündeyim hâlâ. Fakat bazı mensuplarında zahiri tezatlar gözlüyorum. Savcıyla bu gereksiz dayanışma, polise bu lüzumsuz sahiplenme, bu hassasiyet, bu duyarlılık, bu aşırı alınganlık hali cemaatin temel tezleriyle çelişip çatışıyor. Şahsen her taşın altında cemaat aramıyorum. "Ama sureta ilişkili mecralar da her taşın altına girmesin" diyorum.

HAYIR CEMAATİ SUÇLAMIYORUM

Yazısına bu başlığı atan Akif Beki, "cemaat-MİT" olayına ilişkin görüşlerini bir kez daha "net"leştirmiş. Altını çizdiği satırları "cemaatteki bazı mühim kalemlerle aynı şeyi söylüyorum" diyerek özetlemiş.

Yazısından önemli bölümler şöyle;

Yanılıyorsunuz, cemaate falan kabahat bulmuyorum. Görünüşte cemaatçi bazı gayretkeşleri eleştiriyorum sadece. (...) "Hayır, sokağa kadar inen yaygın inanışın zıddına, cemaat rivayetleri doğru değildir. Polis kadar, yargı kadar cemaate de bühtandır bu" diyorum. "Hayır, polis devletin polisi, sava devletin savcısıdır. Cemaatin polisi, savcısı olmaz" diyorum. "Sakın töhmet altında bırakmayalım, suizandan sakınalım" diyorum.

"Aman, süper yargı tartışmasını cemaat üzerinden yürütmeyelim" diyorum.
Spekülatif yorumlardan değil eldeki somut verilerden, nesnel olgulardan hareket etmeye çağırıyorum. Orada kalmayıp, olan biteni içimizi karıştırmak isteyen gizli ellere, dış mihraklara, yabancı istihbarat servislerine yıkıyorum.
Cemaati suçlamıyorum. Cemaat ithamlarına karşı polisi korumaya ihtimam gösteriyorum, yargıya itina ile yaklaşıp titizleniyorum.

MOSSAD'DIR... MOSSAD...

"Zaman yazarı gibi, "MOSSAD'dır MOSSAD" diyorum. Çünkü sonuç bir tek İsrail'e yarıyor. Hüseyin Gülerce'ye katılıyorum; "Yabancı istihbarat teşkilatlarının nam-ı hesabına çalışan ajanlar içimize sızmış, kurumlara nüfuz etmiştir" diyorum. Gülerce'ye katılıyorum; "Süper savcıyı bu ajanlar yanıltmıştır, dosyayı manipüle etmişlerdir" diyorum.

Cemaate yakın bazı mühim kalemlerle aşağı yukarı aynı şeyleri söylüyorum.
Bütün bu söylediklerime de inanmak istiyorum. Ama yine de sanki bunları söyleyen ben değilmişim gibi aymıyor bazı gayretkeşler. Polis-yargı-cemaat kumpası iddialarını yalanlamak yerine beni yalancı çıkarmaya uğraşıyorlar.

BENİ ÇÜRÜTMEK İÇİN YARIŞIYORLAR

"Cemaatle ilgili bazı çarpık kanaatler kanıksanmış, bazı sakıncalı algılar yerleşip oturmuş" diyorum. "Cemaatin siyaset yaptığı; polise, yargıya hâkim olduğu fikrini bari siz benimsemeyin" diyorum. Ben bunları söyledikçe, irtibatlı mecralar beni çürütmek için birbiriyle yarışıyor. Beni ikna etmesi gerekenler herkesten evvel itiraz ediyor. Haklı çıkarmak yerine haksız çıkarma mücadelesine giriyorlar.

(...) POLİSİ-YARGIYI SAVUNMAK İÇİN ÇIRPINIYOR

Bu elim hadiseyi ben ne kadar cemaate mal etmekten kaçınırsam kaçınayım, onlar savcının, polisin tartışmalı icraatını savunmak için çırpınıyorlar. Hiç olmazsa büyük üstat Said Nursi'nin kainatta dirlik, düzenlik varsa neden ikilik olamayacağına dair metaforunu akla getirsinler.
Nasıl ki bir köyde iki muhtar olmaz; olursa kaos olur, kargaşa olur, anarşi olur. Aynen öyle, bir ülkede de iki devlet olmaz.

CEMAATTE HER TAŞIN ALTINA GİRMESİN!

Cemaatin esas duruşunun devletin birliği için ikilik çıkarmamaktan yana olduğu görüşündeyim hâlâ. Fakat bazı mensuplarında zahiri tezatlar gözlüyorum. Savcıyla bu gereksiz dayanışma, polise bu lüzumsuz sahiplenme, bu hassasiyet, bu duyarlılık, bu aşırı alınganlık hali cemaatin temel tezleriyle çelişip çatışıyor. Şahsen her taşın altında cemaat aramıyorum. "Ama sureta ilişkili mecralar da her taşın altına girmesin" diyorum.
Yanlış mı söylüyorum?

Yazının tamamı için

CEMAAT BİZE "CEMAAT" DEMEYİN "CAMİA" DEYİN DEDİ...
İLK "CAMİA" SÖZÜNÜ BENİMSEYEN İLGİNÇTİR BAKIN KİM OLDU?
DİĞER SAYFADA...
[PAGE]AK PARTİ'YE AKP, CEMAATE "CAMİA"

GAZETECİLER.COM - Hatırlarsınız!
Başbakan Erdoğan partisine AKP denilmesinden rahatsızdı.

Bu rahatsızlığını da açık bir şekilde dillendirmiş ve şöyle demişti;

-"
Bizim partimizin kısaltılmış adı AK Parti’dir, AKP değil. AKP diyenler, ne yazık ki demokratik noktadaki etik kurallara uymadan, siyasi etiği hiçe sayarak, bunu edep dışı söylemektedirler, bu kadar açık ve ağır söylüyorum".

O konuşmadan sonra bir çok köşe yazarı AKP yerine AK Parti diye yazmaya başladı. Ancak Ahmet Altan yolundan dönmedi ve AKP demeyi sürdürdü. Hala da öyle...

CEMAAT DEĞİL CAMİA

Başbakan Erdoğan gibi "Cemaat"te isminden rahatsız. Dün bunu Zaman'ın tepe ismi Ekrem Dumanlı dillendirdi. Dumanlı, "bize Cemaat değil, CAMİA deyin" şeklinde özetlenecek bir çıkış yaptı. Habertürk ekranlarına çıkan ve Fethullah Gülen'e yakınlığı ile tanınan Cemal Uşşak da "CAMİA" için başlatılan kampanyaya dahil oldu. Uşşak da "Gülen hareketinin Cemaat denilemeyecek kadar büyüdüğünü ve camia sözünün uygun düştüğünü" söyledi.

İLK KİŞİ AHMET ALTAN OLDU

Arka arkaya gelen bu açıklamaların ardından ilginçtir ki Cemaate "Cemaat" demekten vazgeçen ve "camia" sözünü kullanan kişi Ahmet Altan oldu.
Bugünkü yazısında "Şimdi ortada Cemaat, ya da Ekrem Dumanlı’nın tedavüle soktuğu yeni tanımlamasıyla, Camia ile hükümet arasında sıkı bir kavga olduğu görülüyor" diyerek "Cemaatin" yeni tanımlamasını benimsediğini gösterdi.

Şimdi medya camiasında Ahmet Altan'ın "AKP inadına" karşılık, "camia" sözüne hızlı geçişi dillerde. Belki Altan, AK Parti'ye neden AKP demeye devam ettiğini, Cemaate ise neden CAMİA demeye karar verdiğini bir yazıyla açıklar...


FETİH 1453 FİLMİ KOPYA MI? HANGİ ÜNLÜ FİLMLERDEN AŞIRMA
SAHNELER VAR... YILMAZ ÖZDİL FİLMİ YERİN DİBİNE SOKTU
DİĞER SAYFADA
[PAGE]1453 FİLMİNDEKİ SAHNELER AŞIRMA MI?

GAZETECİLER.COM - Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil, Fetih 1453'ün 'esinlendiği' filmleri sıraladığı yazısında çok ama çok sert bir eleştiri kaleme aldı.

"Bence, dünya sinema tarihinin en pahalı filmi Fetih 1453" diyen Özdil yazısında da "Holivut'un fethi" başlığını koydu.


Filmdeki sahnelerin dünyaca ünlü Hollywood yapımlarından aşırma olduğunu iddia eden Özdil, örneklerle sıralama da yaptı.

İşte Özdil'in Fetih 1453'ü yere batırdığı satırlar;

*Fatih'in rüyasında Osman Gazi'yi gördüğü sahne, bire bir "Yüzüklerin Efendisi"nde var mesela... Osman Gazi parmağındaki yüzüğü Fatih'e uzatıyor, yüzük ellerinden kayıyor, Mordor diyarında olduğu gibi, lav nehrine düşüyor. Fatih sanırsın Frodo... Ter içinde uyanıyor.

* Zaten, gir internete, karşılaştır...
Filmin afişinde Fatih'in kılıcını tutuş biçimiyle, "Yüzüklerin Efendisi Kral'ın Dönüşü" filminin afişinde Aragorn'un kılıcını tutuş biçimi, tıpa tıp aynı.

*Hipodrom...
"Ben Hur"daki hipodrom.
*Kolların bacakların koptuğu savaş sahneleri tıpkı "Büyük İskender"den mi desem, yoksa "Gladyatör"den mi, tam karar veremedim... Ancak, Ulubatlı Hasan'ın Mel Cipsın gibi, taarruza hazırlanan süvarileri atıyla denetleme sahnesi, kesinlikle "Cesur Yürek"ten.

*Bizans askerlerinin surların önüne duvar gibi dizilmesi, ok yağmuruna karşı şemsiye gibi kalkan açması "Truva"da var. İttirilerek yürütülen kulelerin yanarak devrilmesi "Cennetin Krallığı"ndaki gibi.

*Ki... Cennetin Krallığı'nda, Selahaddin Eyyübi, ordusunun önüne atıyla çıkarak, Kudüs'ü savunan Haçlı Kralı'yla yüz yüze konuşuyordu. Bunda da, Fatih, ordusunun önüne atıyla çıkarak, Bizans'ı savunan İmparator'la yüz yüze konuşuyor... Diyaloglar üç aşağı beş yukarı, aynı.

*Ki... O filmin kahramanı Orlando Bulum kılıç yapan demirci ustasının çırağıydı, babası şövalyeydi. Bu filmin kahramanı Ulubatlı Hasan kılıç yapan demirci ustasının çırağı, babası da Fatih'in babasının fedaisi.

*(İstanbul diyorum ama... Filmin televizyonlarda yayınlanan reklamında resmen "ya ben İstanbul'u alacağım, ya İstanbul beni" diyen Fatih, filmde öyle demiyor, "ya ben Konstantiniye'yi alacağım, ya Konstantiniye beni" diyor! İstanbul reklamda var, filmde yok.)

*Ulubatlı'nın zıplayarak Jüstinyanus'a yukardan kılıç saplaması, hık demiş...
"Truva"da Aşil'in zıplayarak Hektor'a kılıç saplamasının burnundan düşmüş.

*"Matrix"te Neo'ya ateş ediliyor.
Geriye doğru yaslanarak savuşturuyor.
Bu filmde, Ulubatlı'ya tabure fırlatılıyor.
Geriye doğru yaslanarak savuşturuyor.
İkisi de ağır çekim.

*Son sahne muhteşem...
Fatih, Bil Kılintın oluyor.
Depremzede Erkan bebek, çadırkenti ziyaret eden Bil Kılintın'ın kucağına atlayıp, burnunu sıkmıştı. Bu filmde, Bizanslı kız çocuğu Ayasofya'ya giren Fatih'in kucağına atlıyor, sakalından makas alıyor.

*Ve... "Türk sinema tarihinin en pahalı filmi" denilerek, haksızlık ediliyor.
Çünkü, kaba hesap, toplam bir milyar dolara malolan Yüzüklerin Efendisi'ni Cennetin Krallığı'nı Ben Hur'u Büyük İskender'i Gladyatör'ü Truva'yı Cesur Yürek'i Matrix'i düşünürsek... Bence, dünya sinema tarihinin en pahalı filmi Fetih 1453.

FEHMİ KORU O DOSTUNU DA ALSIN GELSİN...[PAGE]

FEHMİ KORU O DOSTUNU DA ALSIN GELSİN...

 Taha Kıvanç, (Fehmi Koru) "Bizim medyanın halleri" yazısında, kendi "kulis"ine duyduğu özlemi aktarmış okurlarına.

Diyor ki:

- (..._ Geçmişte, henüz medya haberleri veren internet siteleri ufukta bile görünmezken, Bâbıâli gelişmelerini öğrenmek için ideal adres Kulis’ti. “Hangi gazetede ne oluyor?” köşesi gibiydi Kulis... Gerek kalmadığı inancıyla merakımı başka yönlere çevirdim. Galiba yeniden ilgi duymalıyım.

                         ***
Hayırlı olsun!

Bir boşluk varsa, Fehmi Bey, (Taha Kıvanç) engin tecrübesiyle o boşluğu doldurmalı ve "yeni medya" gerçeğinin hala farkına varamayan bizlere, (Bizlere diyorum çünkü yazıda isim vermiyor) nal toplatmalı!

Fehmi Bey, o bildik "copy-past" suçlamasını yaptıktan sonra, Emin Çölaşan'ın "Minik kuş"unu aratmayan "bir dost"unun kulağına fısıldadıklarını okurlarıyla paylaşıyor:

-(...) bizim gazetelerde çıkan yazıları, gazetelerin yazar ve yöneticilerini de alay eden başlıklarla sunabiliyorlar... “Paralarını o gazetelerin yöneticilerinin ödemediği pek az bağımsız site var” dedi bir dostum. Sebep bu olabilir.

"Bir dost"un anlattıklarının doğru olduğunu herkesten daha çok  Fehmi Koru bilir ama bildiklerini her nedense, "dost"unun aracılığı ile bizimle paylaşıyor. Nedeni bu siteleri üzerine çekme korkusu olabilir mi?

                      ***

Fehmi Bey'in dostuna da kendisine de selam olsun!

Medya siteleri ile ilgili madem bu kadar fikir sahibiler, başbaşa verip sapla samanı birbirinden ayırabilirler öyle değil mi? Kimin elinin kimin cebinde olduğunu açıklasalar da, bu işi doğru düzgün yapan, kurumsallaşmış siteleri zan altında bırakmasalar.

Kimdir bu paralarını gazete yöneticilerinden alan site sahipleri Fehmi Bey?

Bu sitelerin isimleri söz konusu olduğunda cesaretiniz neden kırılıyor?

Ya da, sizin de an be an takip ettiğiniz "temiz siteler"in isimlerini açıklamakta niçin çekiniyorsunuz? Bunun nedeni az önce de ifade ettiğim gibi, "korkaklık" olabilir mi? Falanca sitenin adını köşenizde yazdığınızda, bir başka sitenin sizin aleyhinizde yayınlar yapacağından mı korkuyorsunuz yoksa?

Değilse niçin sapla samanı birbirine karıştırıyorsunuz?

Niçin "yiğidin hakkını yiğide" teslim etmiyorsunuz?

Kim?

Ahmet mi?

Mehmet mi?

İsim yazın Fehmi Bey?

                     ***

Bir sorum daha var Fehmi Bey?

Gazete yöneticilerinin esaretine girdiğini iddia ettiğiniz site sahipleri, bir tek Doğan Grubu'nda mı var? Burnunuzun dibinde, sabahtan akşama kadar haysiyet cellatlığı yapanlar olabilir mi? Siz ve dostunuz niçin Özer Çiller'in BTV'sini aratmayan yayınlar yapan bu kişileri göremiyorsunuz?

Yoksa haberiniz mi yok!

Yapmayın Fehmi Bey!

"Yeni medya" gerçeğini görebilmenin bir başka yolu da 2000'li yıllardan kurtulmak.

İnternet Medyası o günlerden çok uzakta, siz de bunu görmüyorsunuz! 

Dostunuzu da yanınıza alıp, şöyle bir İnternet Medyası turu yapın!

O zaman her şeyin çok farklı olduğunu göreceksiniz.

Bekliyoruz Fehmi Bey?

Hadi Özışık
Hadi.ozisik@internethaber.com

 

AHMET HAKAN'DAN DUMANLI'YA YAZI SİPARİŞİ

[PAGE]AHMET HAKAN'DAN DUMANLI'YA YAZI SİPARİŞİ

GAZETECİLER.COM - Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, dün Ekrem Dumanlı'nın Zaman gazetesinde "Hizmet hareketi Cemaat değil camiadır" diyen ve çok konuşulan yazısının ardından "sadece okuru sıfatıyla" ilginç bir yorum yaptı.

"Harika. Güzel. Süper. Ferahlatıcı. Teskin edici. Ancak bu güzel yazı, kafalardaki sorulara cevap vermiyor."

İşte Ahmet Hakan'ın o yazısı:

Zaman gazetesinin başındaki isim Ekrem Dumanlı, dün "cemaat"i anlatma yazısı yazmış.

Diyor ki:

- Bu hareket bir gönüllüler hareketidir.
- Bu hareket milletin gönlüne taht kurmuştur.
- Bu hareket siyasetle ilgilenmez ama ilkeleri vardır.
- Bu hareket maşeri vicdanın sesidir.
- Bu hareket kendini hizmete adamıştır.
- Bu hareket milletin takdirini kazanmıştır.
Harika. Güzel. Süper. Ferahlatıcı. Teskin edici.
* * *
Ancak bu güzel yazı, kafalardaki şu sorulara cevap vermiyor:
- Bu camia neden MİT kavgasının öznesi haline geldi?
- Kendini hizmete adamış bir camia neden hizmetin kapsama alanında bulunmayan istihbarat alanıyla bu denli ilgiliymiş gibi bir intiba veriyor?
- Kamu vicdanının sesi olan bu camia neden alengirli işlerle birlikte anılıyor?
- Neden iyiliği kuşanmış, nefsini terk etmiş bu camia için "dokunan yanar" diye bir algı oluşmuş durumda?
- Neden birileri başlarına gelen türlü felaketlerin arkasında bu camianın bulunduğunu düşünüyor?
- Cemaat eleştirisi yapanların hepsi kötü niyetli, kökü dışarıda, Ergenekon'un oyuncağı kişiler mi?
- Yekpare, bütünlüklü, homojen bir millet mi var?
- Harekete kuşkuyla bakanlar milletten sayılmıyor mu?
* * *
Ekrem Dumanlı dünkü yazısında "Cemaat"i gayet güzel anlattı.
Şimdi sıra ikinci yazıda...
Yukarıdaki sorulara yanıt içeren, "cemaat algısı ve gerçekler" başlıklı, yine uzun, yine güzel, yine teskin edici, yine ferahlatıcı, yine harika bir yazı daha bekliyorum kendisinden...
Ben kim miyim? Hiç. Herhangi bir sıfatım yok. Sadece okuruyum.

GÜLEN'E YAKINLIĞI İLE BİLİNEN CEMAL UŞŞAK ANLATTI;
CEMAAT, CAMİA OLMAK İSTİYOR ÇÜNKÜ...
DİĞER SAYFADA
[PAGE]

CEMAAT NEDEN CAMİA OLMAK İSTİYOR?

GAZETECİLER.COM - Gülen Cemaati'ne yakınlığıyla bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan yardımcısı Cemal Uşşak Habertürk ekranlarında yayınlanan Basın Klubü'ne konuk oldu. Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Uşşak, Ekrem Dumanlı'nın başlattığı 'cemaat değil camia' tartışmasına katkı sundu.

Gülen Hareketi'nin 100'den fazla ülkede örgütlü bir hareket olduğunu, onlarca dernek, vakıf, okul medya kuruluşuna sahip olduğunu kaydeden Uşşak, Ekrem Dumanlı'nın yazısına katıldığını söyledi. Gülen Cemaati'nin ulaştığı örgütlülük ve yaygın etkisinin artık 'cemaat' kavramına sığmadığını savunan Uşşak, cemaatin çok daha homoken bir yapıya işaret ettiğini ancak Gülen Hareketi'nin homojen olmadığını belirtti. Uşşak, neden "camia" denmesini istediklerini ise şöyle izah etti:

CEMAAT 'CEMAAT' DENEMEYECEK KADAR BÜYÜDÜ

"Bu hareket içinde iş adamları bir kümeyi oluşturur, eğitim gönüllüleri bir başka kümeyi, medya kurumları bir diğer diğer kümeyi oluşturur, sıradan cemaat üyesi olan vatandaşlar da bir kümeyi oluşturur. Hatta Almanya ya da bir başka ülkedeki örgütlülük de bir kümeyi oluşturabilir. 40 yıldır Almanya'da yaşayan bir cemaat üyesiyle Orta Anadolu'daki biri farklı düşünebilir, farklı bakabilir... Sadece dindarlar değil inançsız olan ama harekete destek olan gönül veren insanlar da var. Bunlar bir zenginliktir. Ama bu kadar farklı yapıların olduğu geniş bir yelpaze varken cemaat demek gerçeğe uygun olmaz. O nedenle camia kavramı bu yapıya daha uygundur..."

Uşşak, Nihal Bengisu Karaca'nın "bütün İslami camiayı mı kapsıyor bu camia" diye sormasıyla bir adım daha atarak "Gülen camiası" dedi ve hareketin bunu daha uygun bulduğunu söyledi.

EMNİYET VE YARGIDA CEMAAT KADROLAŞMASI İÇİN NE DEDİ?

Uşşak, gündemde geniş yer bulan o iddiaya da cevap verdiği programda emniyet ve yargıdaki kadrolaşma suçlamalarını red etti. Gülen'e gönül vermiş insanların emniyette de olabileceğini ama o insanların verdikleri kararı hangi aidiyete dayanarak verdiklerinin önemli olduğunu söyledi.

"Emniyette harekete gönül veren, Hocaefendi'ye sempati duyan bir insanın o kararı hangi aidiyete göre verdiği önemlidir. Hocaefendiye olan aidiyetten dolayı mı o kararı veriyor yoksa pozisyonu nedeniyle mi o kararı veriyor buna bakmak lazım. Kimin ne olduğunu bilmek de mümkün değil. İnsanlar göğüslerinde levhayla gezmiyor "cemaattenim" diye. Bir fişleme yapılmadıysa kimin hangi aidiyet içinde olduğunu bilmek imkansız."

NURAY MERT'İN BASILMAYAN SAKINCALI YAZISI
NELER OLDUĞUNU ANLATTI.. DİĞER SAYFADA
[PAGE]SAKINCALI YAZI KONUŞTU

GAZETECİLER.COM - Nuray Mert'in hali ne olacak hala belli değil.
Milliyet'ten ses seda yok...
"Kovduk" diyecek kadar Mert de değiller, "kovmadık" diyecek kadar cesaretli de...

Nuray Mert ise pazar günü yaptığı denemenin ardından ne karar alacak merak konusu... İki kez yazısını Milliyet'e yolladı, iki kez o yazı kapıdan çevrildi.
Peki ne vardı yazıda bu kadar sakıncalı oluP, Milliyet'in ödünü kopartan?

BASILMAYAN YAZI ANLATTI

Radikal'deki Cüneyt Özdemir'in köşesinden ses verdi CANAVAR muamelesi gören o yazı... "Ben Nuray Mert'in basılmayan yazısıyım" deyip şunları aktardı;

"En az iki defa evden gazeteye basılmak üzere gönderildim. Gelin görün ki gazete yayımlamadı. İşin tuhafı neden yayımlamadığına dair ne bana ne de Nuray Mert'e bir bilgi verilmedi. Nuray'ın yazısının altına 'yazarımız yıllık iznini kullanacaktır' notunu eklediklerinden bu yana gazeteden ses yok.

NURAY MERT UMUTLU DEĞİL

'N'olucak benim bu halim?' diyerekten akıbetimi öğrenmek için Nuray'ı aradım, O da artık benim basılmamdan pek umutlu değil. Ancak bir açıklama yapılacaksa bu açıklamayı yapan kişinin de kendisi olmaması gerektiğini düşünüyor E, karşı taraf da susunca şimdilik durumlar 'kuzuların sessizliği' makamında seyrediyor.

GİDEN GİTTİĞİ İLE KALIYOR

Bildiğiniz gibi Türkiye'de tatile çıkartılan yazarların ya da gazetecilerin işlerine pek zor geri döndüğü günlerden geçiyoruz. Giden gittiği ile kalıyor. Bir bakmışsınız kimi bir erkek dergisine genel yayın yönetmeni olmuş, kimi dizi işine giriyor, kimi yurtdışına kapağı atıyor. Nuray Mert ne yapar bilmiyorum. İşinin bundan sonra hiç de kolay olmayacağı kesin. Yıllar boyu bir kısım medya tasfiye tasfiye derken sanırım tam da bu günleri kastediyormuş da haberimiz yokmuş. Kabak benim başıma patladı bakın!

Yazının tamamı için


ENGİN ARDIÇ'A "SARHOŞUN MEKTUBU OKUNMAZ" DEYİP
ÇOK FENA ÇAKTI... DİĞER SAYFADA...
[PAGE]SARHOŞUN YAZISI OKUNMAZ

 

GAZETECİLER.COM - "Hem özürlü hem CHP" sözünü eleştirenlere ağır bir üslupla karşılık veren Engin Ardıç'a, Star yazarı Ergun Babahan fena çaktı.

Babahan, Ardıç'ı Şafak Pavey için yazdığı çirkin yazıdan dolayı eleştirmiş ve Sabah'ın bu yazıyı basmasının yanlış olduğunu yazmıştı.

Bunun üzerine Engin Ardıç küplere binmiş ve malum üslubu ile dünkü yazısında şu karşılığı vermişti;

"
"Erguncuğum, sen de bu gazetenin yöneticilerine vurmak için beni kullanmaya çalışma lütfen. Kuyruk acını kendi kendine dindir, ben ağrı kesici değilim."

SARHOŞUN MEKTUBU OKUNMAZ

Ergun Babahan, Ardıç'ın bu satırlarına köşesinden kısa ama okkalı bir karşılık verdi. "Sarhoşun mektubu okunmaz" diyen Babahan şunları yazdı;

"New York ve Washington’daki hava, Türkiye’de editöryal eleştirinin normal karşılanabileceği gibi yanlış bir kanıya kapılmama neden oldu. Bizde insanlar yanlışlarının sorgulanmasından, tartışılmasından, gençlerin bundan sonra benzer yanlışları yapmasını engelleyecek çabalardan rahatsız olur.

Hem özürlü, hem CHP’li” yazarlarının sahibi, tipik bir Türk tepkisi gösterdi ve zeka seviyesini gösteren bir cevap verdi.

Bizde “Sarhoşun mektubu okunmaz’’ diye bir laf vardır, ben bu önemli söze uyacağım ve artık sarhoşun mektubunu ne okuyacağım, ne de onun üzerinden medya etiği tartışması açmaya çabalayacağım.

SARHOŞ İMASI

Sabah kalkıp kahvesini içip başka içeceklere dalmadan yazarsa, belki yine göz atarım ama tavrım “Bırak, sarhoş kendi devrilsin” olacak.

Bu arada Enginciğim, kimse senden ağrı kesici olmanı istemiyor. Önemli bir gazetenin yazarı olarak biraz adam ve insan olmanı bekliyor.

Yazının tamamı için SABAHATTİN ALİ'NİN KIZI İLK KEZ CANLI YAYINDA BABASININ
ÖLDÜRÜLMESİYLE İLGİLİ KONUŞTU. CHP'Yİ KATİL YAPTI...
DİĞER SAYFADA...
[PAGE]SABAHATTİN ALİ'NİN KIZI CHP'Yİ KATİL YAPTI

GAZETECİLER.COM-
Sabahatti Ali'nin kızı, akademisyen Prof. Dr. Filiz Ali Söz Sende'de Balçiçek İlter'in sorularını yanıtladı. Türkiye'nin ilk faili meçhul cinayetine kurban giden babası Sabahattin Ali'yi anlattı. Filiz Ali, babasını anlatırken duygulandı, zaman zaman gözleri doldu.

BABAMI CHP ÖLDÜRDÜ

Kemal Kılıçdaroğlu, "Sabahattin Ali'yi CHP öldürdü" dedi. Balçiçek İlter, Filiz Ali'ye Kılıçdaroğlu'nun bu sözlerini hatırlatınca Filiz Ali, önce duraksadı, gülümsedi ve şöyle cevap verdi: "Bir gerçeği dile getirdi Sayın Kılıçdaroğlu. Çünkü Sabahattin Ali 1948 yılında öldürüldü. CHP tek parti iktidarı olarak hükümetteydi. Esasında 1946'dan itibaren Demokrat Parti de vardı ama, DP'nin milletvekilleri eski CHP'liydiler zaten... Onun için bence farketmezdi. Zaten, Adnan Menderes'in ve Samet Ağaoğlu'nun sonradan Sabahattin Ali'nin öldürülmesiyle ilgili bilgi sahibi olduklarını da öğrendik... Sabahattin Ali'nin CHP iktidarı sırasında öldürüldüğü zaten bir gerçek. Kılıçdaroğlu'nun bunca sene sonra bir gerçeği dile getirmesi iyi bir şeydir."

BEN DE ANNEM DE BABAM İÇİN GERÇEK BİR YAS TUTAMADIK

"Ne rahat ettirir sizi? Bunun perde arkasının kurcalanması rahat ettirir mi?" sorusu üzerine. Duygulandı, gözleri doldu. Ve "Bir insanın gerçekten yas tutabilmesi lazım. Biz annem de ben de yas tutamadık." dedi.



"Sabahattin Ali, harika bir babaydı" diyen Filiz Ali, şöyle devam etti: "Babamın gayet istikrarlı bir hayatı vardı. 1945'e kadar hayatında siyaset yoktu. Ama savaş bitti, 'İçimizdeki şeytan' romanını yayımladı. Sonra Nihal Atsız 'içimizdeki şeytanlar' diye bir broşür çıkardı. Ve Sabahattin Ali'yi hem Başbakan Şükrü Saraçoğlu'na hem de Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e ihbar etti. Ve olaylar çorap söküğü gibi gitti."

Filiz Ali, babası Yeni Dünya Gazetesi'nin çıkarmak için İstanbul'a gittiğinde her şeyin değiştiğini belirtti ve ekledi: "Gazete 4 sayı çıktı, Tan olaylarıyla birlikte gazetenin basıldığı matbaa mahvedildi. Ondan sonra babam Bakanlık emrine alındı ve iş iyice çığırından çıktı... Babamın planı şuydu: ben ilkokulu bitirince biz de İstanbul'a gideceğiz. Babam gazetesini çıkarıcak, biz de mutlu mesut yaşayacaktık. Ama öyle olmadı... "