BIST 10.343
DOLAR 32,66
EURO 35,06
ALTIN 2.444,38

Ak Parti'yi saflar mı yönetiyor?..

Kabul edelim ki ülkemiz, sadece merkezden yönetilemeyecek kadar büyük ve kalabalık…

27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971’de piyasa ekonomisine geçişi, daha geniş ekonomik özgürlük umutlarını birer askeri operasyonla engelleyen TSK, 12 Eylül 1980 günü yaptığı bir başka müdahale ile piyasa ekonomisine geçişi gerçekleştirmişti…
İşte ey halkım; bizim askerlerimiz...

Dünya sınırsızlığa doğru gidiyor…
Bizim Devletimiz ise kendi içinde yeni sınır tesisleri oluşturmak veya sınırlarını korumak için fukara Müslüman çocuklarının birbirlerini öldürmelerine göz yumuyor hatta çanak tutuyor…
İyi de “akılcılık” bunun neresinde?..


“Yerel Özerklik” diyen herkese “bölücü” deniliyor…
Yahu ne ilgisi var?..
Yerel özerklik verilen bölgeler pek meraklısı olduğumuz “Üniter Devletten bağımsız” değil ki…
Yine merkeze bağlı olacak…
Ama…
Merkezden tamamen bağımsız ekonomik kararlar alabilecek..
Yatırım planlaması yapacak…
Eğitim programını kendi düzenleyecek…
Kendi teşvik sistemine de sosyal güvenlik kurumuna işçi ve işveren adına verilecek pirim oranına da kendi karar verecek…
Bugün değilse de bir süre sonra kendi valisini seçecek
Hâsılı…
Yönetime daha çok katılacak…
Diyarbakır da oluşturulacak o yerel özerk bölgelerden birisinin merkezi olacak sadece…

Peki…
Kabul…
Bir an için statüko haklı olsun…

Değişime direnelim…
Küreselleşmeye direnelim…
Ve…
Küreselleşen dünya devletlerinden biri olmamak için var gücümüzle direnelim…
Direnelim de…
Nereye kadar?..
Ya da halkımızın refahını, huzurunu, umutlarını, gelecek güvencesini daha ne kadar erteleyebiliriz?..
Fukara Müslüman gençlerin birbirlerini öldürmelerine
daha ne kadar göz yumabiliriz?..


Anlayamıyorum…
“Bölünme” bunun neresinde?..
Kim diyor “üniter devlet yıkılıyor” diye?..
52 eyalet var Amerika’da…
Amerika’nın üniter olmadığını kim iddia edebilir?..
5 milyon vatandaşımıza yurt olmuş Federal Almanya üniter değil mi?..
Bizden daha mı az savunuyor haklarını?..
Bizden daha mı az üretiyor?..
Bizden daha mı çok çatışıyor kendi içinde?..
Bizden daha mı bölünmüş?..
Bizden daha mı huzursuz?..
Bizden daha mı fakir?..

Hem neden bu kadar korkuyoruz yerel özerklikten?..
Bırakalım her bölge kendi yağı ile kavrulsun…
Alalım merkezî devletin sırtından gereksiz bürokratik yükleri, onlara kendi kanatlarıyla uçmayı öğretelim…
Hepimiz hep birlikte daha hızlı uçalım…
Bu coğrafyada Türkiye'den başka kanat çırpacak:
Daha güzel,
daha özgür,
daha aydınlık bir gök;
konacak daha verimli, daha bereketli, daha onurlu bir toprak mı var?..

Sevgili dostlar...
Normal şartlarda yerel özerklik yasasından en başta eski devlet zihniyetinin şikâyetçi olması doğaldır...
Hatta o bakış açısıyla haktır, haklıdır...
İyi ama…
Hangi iktidar müptelası parti; hem de demokratik geçmişi bu kadar tartışmalı bir memlekette; kendi oy oranlarını da, özgürlüğünü de ve hatta varlığını da tehlikeye atacak kadar kritik bir yasaya imza atmaya cüret edebilir?..
Ak Parti ve CHP “yerel Özerklik” konusunda mutabık kalmışlarsa daha ne istiyoruz yahu?..
Yani…
Her iki seçmenden birinin oyunu almış, üçüncü defa ve hem de oylarını arttırarak iktidar olmuş Ak Parti’yi yönetenler bu kadar “Saf” olabilirler mi?..
CHP yenileşirken ve oyunu bir önceki seçimlere göre % 25 arttırmışken neden gelecekteki yetkisinin daraltılmasına göz yumsun?..
Yumuyorsa demek ki hem iktidar hem de ana muhalefet yerel özerklikte bir tehlike görmüyorlar…
Bu iki partiye bağımsızları da eklerseniz toplam oy oranları % 80’i geçiyor…

Diyojen bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaştı...
İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildi...
Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa:
“Ben bir serseriye yol vermem” dedi...
Diyojen, kenara çekildi...
Sakin bir ses tonuyla konuştu:
“Ben veririm!”

Kabul edelim ki ülkemiz, sadece merkezden yönetilemeyecek kadar büyük ve kalabalık…
Ama bundan utanacak da değiliz, övünecek de değiliz…
İhtiyacımız hamasetten ve teslimiyetten aynı derecede uzak, doğru ve akil bir yöntemdir!..
Dünya değişmeye doymuyor...
Yönetim anlayışları da ona göre yeniden şekillenmek zorunda kalıyor...
Kimi devletler okyanuslar ötesinden, hatta sadece internet aracılığıyla yönetiliyor artık!..
Biz de yönetilen değil, yöneten bir devlet olmak istiyorsak, yöntemimizi; anlayışımızı; yeniden ve hep birlikte; kimsenin kimseye hakkı geçmeden; kimseyi ezmeden; kimseyi göz ardı etmeden; kimseye “sen aslında yoksun” demeden oluşturmak mecburiyetindeyiz…

Sınırların kalktığı, her ülkenin neredeyse birbirine sanal komşu olduğu bir süreçte, hangi üniter devlet?..
Hangi bölünme?..
Hangi bağımsızlık?..
Hangi sınırlar?..
“Küreselleşmeye karşıyız”
diyor statüko…
Yahu insaf!..
Hem küreselleşmenin bütün nimetlerinden faydalan…
Demokrasiydi, serbest piyasaydı, tüketimdi, ifade özgürlüğüydü; boğazına kadar bu nimetlere dal...
Hem de “kahrolsun küreselleşme!” diye nutuk at…

Yahu arkadaşlar!..
Çocuklaşmayın lütfen…
Bağımsız devlet isterken yeni bir devlet kurmanın ne çileli iş olduğunu...
“Bölünmeyelim” diye tepindikçe de bin beter parçalandığımızı fark etmiyor musunuz?..
Gelin şu “yerel özerklik” kavramını bir daha ama kavga etmeden tartışalım…
Sonunda siz de kabul edeceksiniz…

 

Adını vermeyeceğim...
Zaten uzun bir süre önce hakkın rahmetine kavuştu...
Muhteşem bir tiyatrocuydu...
Ama çevirdiği film sayısı oynadığı oyun sayısından belki de 10 misli daha fazladır...
Neyse...
Çiçek Bar'da yan yanaydık bir gece...
"Hain" diyordu başını ayak uçlarına doğru dikmiş...
"Ne istersen yaptım... En güzel ve genç kadınlarla tanıştırdım seni... Ama bugün hiç bir isteğimi yapmıyorsun... Yahu kalk da bir başını dik be arkadaş!.. İstersen bana kafa tut razıyım be!.."

Bu da un ve elek deyişini hak etmiş bir "yaşlı erkeğin" monoloğu işte...
Ve Dünya (ne yazık ki) böyle...
Çaptan düşmeye görün...
Sizi ilk terk eden en yakın ve sizden bir salise bile ayrılmayan gençlik dostunuz olacaktır...